Devrimci
Öğretmen Heyulası ve Hakikatler
Atalay
GİRGİN*
“Öğretmenlik mesleğinin
dönüşümü ve devrimci öğretmen”1 başlıklı
yazı, her iki alana dönük belirlemeleri ve özellikle de devrimci öğretmenin
“dönüştürücü aydın rolünü oynayabilmesi için” yapması gerekenlere ilişkin
önerileriyle, üzerinde düşünüp sorgulamayı, yeniden değerlendirmeleri, hatta
üretken tartışmaları gerektiriyor. Elbette gerçeklikten kopmadan…
Devrimci
Öğretmen Sorunu
Bunların en önemlisi,
başlığa da konu olduğu gibi, devrimci öğretmendir. Önce sorularla başlayalım:
Devrimci öğretmen kimdir? Yaşanan toplumsal koşullardan bağımsız olarak, salt
nelik düzeyinde bir devrimci öğretmen var mıdır? Devrimci öğretmeni algılanır
kılabilecek, temel karakteristik özellikler nelerdir? Düzene muhalif olan her
öğretmen devrimci midir? Var olan düzene, siyasal, ideolojik ve
sınıfsal-toplumsal anlamda karşıt düşüncelere sahip olmak bir öğretmeni, okulda
ve sınıfta devrimci kılmaya yeterli midir? Soruları daha da çoğaltmak, hatta
bunlara, daha temel anlamda, “Devrimci kimdir?”, “Öğretmen kimdir?”, “Öğretmenin amacı ve işlevi var mıdır? Varsa
nedir?”, “Öğretmenlik nedir?”, “Zamana ve değişen toplumsal koşullara
yenilmeden, her şart altında sıfatını yitirmeden ilanihaye hem devrimci hem de öğretmen
olarak kalmak olanaklı mıdır?” sorularını da eklemek mümkün. Ancak şimdilik
bu kadarıyla yetinelim.
Yukarıdaki sorulara,
herkes kendi kabulleri temelinde farklı yanıtlar verebilirse de şöylesine bir
belirlemeyle başlamak uygundur: Neliği ve gerçekliği temelinde ele alındığında,
içerisinde yaşanan toplumsal koşullardan bağımsız olarak, zaman ve mekân üstü
bir devrimci öğretmen yoktur. Her çağın, her toplumun devrimci öğretmeni,
içerisinde yaşadığı, var olduğu, çağın ve toplumun rengini taşır. Tepkileri,
karşı çıkışları, entelektüel anlamda siyasal, ideolojik, felsefi etkilenimleri,
talepleri, hatta dünya görüşünün şekillenişi ve içeriği de dâhildir buna.
Bundan dolayı, devrimci
öğretmen, yaşadığı zamanın mekânın, çağın ve toplumun çocuğudur. Ancak,
zamansal ve mekânsal anlamda verili toplumsal koşullara ve egemen siyasal,
ideolojik anlayışa teslim olan da değildir. Fakat bunlara teslim olmamak,
bunlara karşı çıkmak, hatta değiştirmeye dönüştürmeye yönelmek, bir insanın ya
da öğretmenin, birilerince ya da kendisince “devrimci” diye nitelenmesine yetse
de, herhangi bir öğretmeni, hatta herhangi bir insanı çağının devrimcisi
kılmaya yetmez. Çünkü çağının devrimcisi, çağının devrimci öğretmeni, salt
bunlarla karakterize olamaz. Dahası devrimcilik, her insan ve öğretmen için
ilanihaye kaim olan değişmez bir nitelik değildir. Dünün devrimci öğretmeni,
mevcut düşünce ve yaklaşımlarını bir biçimde sürdürüyor ya da koruyor olmasına
rağmen, şu veya bu nedenler, kaygılar ve saiklerle, bir sonraki dönemin gönüllü
ya da gönülsüz aymaz ve cefakâr bir işgüderine dönüşebilir ve dönüşmektedir
de...
Buradan hareketle, şu
ayrımı yapmak gerekir: Birincisi, ne denli kategorize edilirse edilsin tek bir
devrimci öğretmen kategorisinden söz etmek mümkün değildir. İkincisi ise
kendisine atfettiği ya da birilerince ona atfedilen “devrimci” sıfatı ve
savunduğu düşünceler temelinde her öğretmenin, okulda ve sınıfta devrimci öğretmen
olması ve kalabilmesi de... Dahası taşıdığı bu sıfatın gereğini yapabilmesi de…
Bu belirleme nelik düzeyinde ne denli çelişik algılanırsa algılansın, yaşanan
öğretmen gerçekliğinin de ifadesidir.
Yukarıda söylenenleri
daha açık ve algılanır kılabilmek için genellemelerden çıkıp günümüz Türkiye
gerçekliğine bakalım: Günümüzde “devrimci”, “sosyalist” sıfatını taşıyan
öğretmen çoktur. Öyle çoktur ki “Devrimci Öğretmen” adıyla dergiler çıkarıp
binlerce satabilirsiniz. Öyle çoktur ki, yüz binin üzerinde üyeye sahip
Eğitim-Sen genel kurul delegasyonu, şube yönetim kurulları hep devrimci ve
sosyalist sıfatını taşıyan öğretmenlerden oluşmaktadır. Öyle çoktur ki şube ve genel
yönetim kurulu koltuklarına ilişkin pazarlık ve ittifaklar bu sıfatlarla
bağlantılı daha özel aidiyetler üzerinden yapılmaktadır. Peki; bu tablonun
eğitimin gerçekleştirildiği okullarda ve içerisinde yaşanılan toplumdaki
karşılığı nedir? Telaffuz edilen rakamlar ile bunun eğitim başta olmak üzere,
toplumsal gerçeklikteki karşılığı arasında, doğrusal anlamda orantısal bir
ilişki var mıdır? Eğer yanıtınız “Vardır” ise karşılığı nedir, nerededir? Eğer
yanıtınız “Yoktur” ise, bunun anlamı nedir?
Yanıtı herkesçe, en
azından konu üzerine düşünen, araştıran, kafa yoran herkesçe aşikârdır
yukarıdaki soruların. Bundan dolayıdır ki, şimdilik “Neden?” diye, sormuyorum. Çünkü
birçok kişinin malumu olduğu üzere, devrimci, sosyalist sıfatını taşıyanların
büyük bir kesimi okulda, sınıfta “devrimci öğretmen” değildir. Ne yazık ki,
yalnızca düzenin bir işgüderidir. Bir başka deyişle, yalnızca “düzenin
duvarındaki tuğla”lardan biridir. Ve gerçeklikten bağımsız olarak taşınan
hiçbir sıfat, hiç kimseyi bu durumdan ari kılmaya kadir değildir. Çünkü, kişinin
düşünce, söylem ve davranışını biçimlendiren, yön veren bir bilinç kılınamayan
sıfatların, ilinek olmaktan öte bir hükmü yoktur. Öğretmenler açısından da
özellikle yapılan iş bağlamında, “devrimci”, “sosyalist” sıfatları ilineğe
dönüşmüştür. (Bu durumun aslında yalnızca öğretmenler için geçerli olmadığını
da vurgulamak gerekir.)
Sendikada, evde, eş
dost ya da kendisi gibi olanlarla ilişkisinde bu sıfatların gereğini yapan ya
da yapma iddiasını taşıyan öğretmen, okulda ve özellikle de sınıfta bölünmüş
bir bilinç haliyle arz-ı endam eylemektedir. Bunun nedenleri nelerdir? Bu
bilinç haliyle varlığını sürdüren öğretmenin, taşıdığı ya da ona atfedilen
sıfat ne olursa olsun, “dönüştürücü aydın rolünü oynayabilmesi” nasıl mümkün
olabilir ki… Bu durumdaki bir
öğretmenin, daha başta kendisinin aydın olup olmadığı bir problem değil midir?
Devrimci
Öğretmenin Encamı
Öğretmenin, özellikle
de günümüzde devrimci öğretmenin hali pür melalini görüp anlayabilmek için Uysal’ın
belirleme ve önerilerine kısaca göz atmak bazı aktarımlarda bulunmak yararlı
olacaktır. Uysal, 70’li yıllarda, özellikle sosyalist öğretmenlerin, başta
öğrencileri olmak üzere, toplumda entelektüel olarak önemli ölçüde dönüştürücü
bir rol oynadıklarını belirttikten sonra, “Günümüzde öğretmenin aydınlanmacı ya
da entelektüel olarak etkili olduğunu söyleyemeyiz” tespitini yapmaktadır. Ki
devrimci öğretmen de bu genel ifadenin içinde yerini almaktadır. Şu tespit daha
da ilginç ve üzerine ne denli tartışılabilir olsa da önemli bir hakikati
vurguluyor: Günümüzde “eğitime dair bir sözü olmayan, zaman zaman dünya görüşü
ve kendine dayatılan liberal değerler arasında savrulan bir öğretmen tipi var.
Hatta dünya görüşü bu savrulmada bir fark yaratmıyor.”2
Neden?
“Neden?” sorusuna
verilebilecek birkaç temel yanıt var: Bunlardan birincisi, eğitimin ve
öğretmenliğin neliği ve gerçekliğiyle ilgili. İkincisi ise toplumsal anlamda
ekonomik, sosyal, siyasal ideolojik koşullarla… Üçüncüsü ise devrimci öğretmen
bağlamında, onun öznel anlamda siyasal, ideolojik kabulleri, kararlılığı
noktasında, düşünce, söylem ve davranış tutarsızlığı ile nesnel anlamda
toplumsal ve örgütsel olarak tekbaşınalığıyla ilişkili.
Genel sistematik
eğitim, belirleyicilerinin, “Nasıl bir toplum istiyoruz?”, Nasıl bir insan ve
nasıl bir gençlik istiyoruz?” sorularına verdikleri ya da birilerince verilen
yanıtlar temelinde içeriğini şekillendirdikleri siyasal-ideolojik, kültürel ve
ekonomik olmak üzere üç temel işleve sahiptir. Öğretmen, eğitimin bu işlevlerinin
gerçekleştirilmesi sürecinde öğrenciye uzanan son halkadır. Planlanan her şey,
ön görülen her davranış ya da kazanım öğretmenden aynen ya da bozularak,
değiştirilip dönüştürülerek öğrenciye geçecektir. İşte burası sorunun bam
tellerinden biri, hatta en önemli noktasıdır. Uysal’ın, ders kitaplarındaki
etkinliklere ve kılavuz kitaplara atıfta bulunarak “öğretmenin özerkliği”nin ortadan
kaldırılmasından söz ettiği sorundur. Ancak sorun salt bunlara indirgenemeyecek
denli önemlidir. Çünkü daha temelde öğretmenin memurluğu ve onun
profesyonelleştirilmesi vardır.
Daha temel bir çelişki
ise öğretmenin memur, memurun öğretmen olmasıdır. Memur olan, bilinçli ya da
bilinçsizce, gönüllü ya da gönülsüzce, özerkliğini de amirinin ya da bir
hiyerarşi içerisinde amirlerinin ipoteğine vermeyi baştan kabul eylemiş
kişidir. Oysa öğretmenden memur olmaz. Memurdan da öğretmen elbette… Öğretmen
memurlaştığı oranda, öğretmenliği teknisyenliğe, kendisi de sıradan bir
teknisyene ve işgüdere dönüşür. Ve ne yazık ki, devrimci ve sosyalistinden
milliyetçi ve İslamcısına dek mevcut öğretmen gerçekliğinin, genel anlamda,
hal-i pür meali budur.
Bir başka önemli
çelişki ise eğitimin birincil öneme haiz siyasal-ideolojik işlevi ile
toplumsal-siyasal bir varlık olarak, kendi kabulleri, ideolojik tercihleri olan
öğretmen arasındadır. Bu çelişkinin aşılması hem kolay hem de çok zordur.
Kolay olandan
başlayalım: Eğer bireysel anlamda öğretmen, eğitim anlayışı, dünya görüşü,
siyasal-ideolojik yönelimi ve inançsal seçimi anlamında, siyasal iktidar ve
onun politikalarıyla uyumluysa, mevcut iktidarın eğitimden başlayarak,
ekonomik, sosyal, kültürel, vb yaklaşım ve uygulamalarını meşru ve doğru
görüyor ve bunları onaylıyorsa, bir
çelişkiden söz etmek bir yana, herhangi bir sorundan söz etmek bile, istisnalar
bir yana, abesle iştigaldir. Bundan dolayı, bu tür çelişkiler yapay ve talidir.
Aşılması da kolaydır. Çünkü öğretmen temelde, bilinçli ya da bilinçsizce
düzenin öğretmenliğini, düzenin temel paradigmalarının kabulü noktasındaki
öğretmenliği içselleştirmiştir. Sorunu, düzenle değil; aksine düzenin belirli
bir zaman diliminde işgören siyasal iktidardaki partisi ya da hükümetiyledir.
Bu tür öğretmenin, öğretmenliğin ve eğitimin işlevini bile sorgulayıp
sorgulamadığı apayrı bir tartışma konusudur.
Aşılması zor olan,
belki de hiç aşılamayacak düzeydeki çelişki ise, öğretmenin, düşünsel düzeyde
siyasal-ideolojik kabulleri, sınıfsal-toplumsal seçimleri itibariyle, hem
düzenin kendisi hem de onun paradigmalarıyla taban tabana zıt, karşıt bir
noktada konumlanmış olma durumunda ortaya çıkandır. Bu konumdaki bir öğretmen,
ya düzenin ve onun egemenlerinin, eğitim politikalarını belirleyenlerin,
öğrenciyi siyasal-ideolojik, kültürel, vb düzeyde biçimlendirmek için,
kendisinden aktarmasını istediği kazanım, davranış ve içeriğin önünde bir
dalgakıran olup kendi kabullerinin gereğini yapacaktır ya da kendisinden
istenenleri öğrenciye aktarıp kazandırarak, hem kendisini ve kabullerini
paranteze alacak hem de efendilerin sıradan ve gönülsüz bir işgüderine, hizmetkârına
dönüşecektir. Böylesi bir durum, öğretmen açısından, düşünce, söylem ve
davranış düzeyinde yaşanan bir bilinç bölünmesidir. Siyasal şizofrenik bir
haldir.
Yalnızca bu da değil; bütünsel anlamda düşünce, söylem ve davranış
boyutunda gerçekleşen bu tutarsızlık ve çelişki, o öğretmenin, öğrencileri
başta olmak üzere, başkaları karşısında
inandırıcılığını ve kararlılığını gölgelemekten de öte söylediklerinin önemini
ve ciddiyetini ortadan kaldıracaktır. Daha da önemlisi, kendi kendisiyle
yaşadıkları ve özgüven yitimi olacaktır ki, hangi savunma mekanizmalarının,
hangi gerekçelerin, hangi akılsallaştırma girişimlerinin ardına sığınılmak
istenirse istensin bundan kaçınılamaz. Ama sonuçta bu çelişki, öğretmenin
ruhsal sağlığı açısından bir biçimde aşılmak durumundadır ve yine bir biçimde
aşılır. Elbette düzenin lehine… Mevcut siyasal şizofrenik bilinç hali, bilumum
nesnel ve öznel gerekçeye dayandırılarak meşrulaştırılıverir.
Eee… Boşuna dememişler
“Demokrasilerde çare tükenmez” diye… Okulda ve sınıfta sıradan bir işgüder,
dışarıda ise ‘devrimci’ ve ‘sosyalist’ öğretmen… Ne güzel çözüm! Tıpkı;
günümüzde ‘devrimci’liğin ve ‘sosyalist’liğin, özellikle Ankara özelinde,
kısmen Sakarya’da asıl olarak da Yüksel Caddesi’nde boy göstermeye
indirgenivermesi gibi… Eğer buraların dışında, siyasal ve örgütsel anlamda
devrimciliğin, sosyalistliğin gereğini yapmaya yeltenirsen yandı gülüm keten
helva…
Velhasıl, günümüzde devrimci öğretmen çoktur, ama “keten helva”yı
yakmayı göze alabilecek olanları parmakla sayılacak denli azdır. Ve bu azları,
mumla aramayı göze alarak bulmak önemlidir. Çünkü onlar binlerce kırmızı balık
arasında birer “kara balık”tır. Yalnızca düzenin efendileri için değil, ne
yazık ki, devrimci öğretmenler için de…
Uysal’ın
Önerileri
Uysal’ın, “devrimci
öğretmenin dönüştürücü aydın rolünü oynayabilmesi için” yapılması gerekenleri
sıraladığı önerilere baktığımızda, aslında var olana ilişkin genel durumu da
sergilediğini görüyoruz. Uysal’ın önerilerinin öncesinde yaptığı şu tespit
önemli: “Eğitime dair bir sözü olmayan, zaman zaman dünya görüşü ve kendine
dayatılan liberal değerler arasında savrulan bir öğretmen tipi var. Hatta dünya görüşü bu savrulmada bir fark
yaratmıyor(abç).”.
Uysal, “bu durum”un,
“yeni öğretmen modeline karşı bir direnme potansiyelini içinde taşıyor” olma
halinden hareketle, bunu dikkate alarak “direnme mekanizmaları üretilebilir”
diyor. Ancak; ne eski ne de var olan öğretmen modellerinin geçerliliği söz
konusuyken, hatta hangi sıfatı taşıyan hangi öğretmenin hangi öğretmen modeli
ya da modelleri üzerinden kendisine dayatılan “yeni öğretmen modeline karşı bir
direnme” hattı üretebileceği bir sorunken, “devrimci öğretmenin dönüştürücü
aydın rolünü oynayabilmesi”nden söz etmek, açıklanmaya, temellendirilmeye
muhtaç bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Hele hele “devrimci öğretmen”in ne
denli entelektüel ve aydın olup olmadığı apayrı bir sorunken…
“Devrimci Öğretmen”in
veri olan gerçekliğinin bir biçimde farkında olan Uysal, önerilerinde de bunu
sergiliyor. Yazısının sınırları içerisinde önerilerini, esas olarak, beş
noktada toplamış olan Uysal’ın söylediklerinden bir kısmı üzerinde durmak gerek:
1
-
Uysal’ın birinci önerisi ve buna temel
teşkil eden tespiti devrimci öğretmenle diğer öğretmenler arasındaki ilişki ve
iletişim sorununda düğümleniyor. Uysal şöyle diyor: “Devrimci öğretmenin
kendisini koyduğu yer ile diğer öğretmenlerin onu koyduğu yer arasında bir
paralellik yok.” Marx yıllar önce söylemişti, bir kişinin, bir partinin kendisi
için ne söylediğine ne düşündüğüne değil, ne yaptığına bakmak gerek. “Devrimci
öğretmen”ler için de geçerli bu… Onların kendilerine ilişkin ne
düşündüklerinin, ne söylediklerinin, dahası kendilerine atfettikleri
sıfatların, toplumsal gerçeklik karşısında, çoktan hükmü tatil eylenmiştir.
Kavranması gereken temel sorunlardan birisi budur.
Keza
Uysal’ın yukarıdaki sözlerinin peşi sıra yazdıkları da öncekiler kadar önemli:
Aslında yaşama biçimleri farklı olmasa da devrimci öğretmenlerle diğerleri
arasında bir mesafe oluşuyor. Devrimci öğretmenler diğerleri ile ya bir mesafe
oluşturuyor ya da okulun geliştirdiği bir alt kültürün içinde savrulup, farklı
duruşlarını sergileyemiyorlar. Bu bir dayanışma kültürünün üretilmesini
engelliyor. Topyekûn direnme olanaklarını yok ediyor.
Uysal’ın
tespitleri gerçeklikte yaşananın ifadesi. Devrimci öğretmenin bu olmaması
gerek. Ancak günümüzdeki ‘devrimci öğretmen’ gerçekliği bu. Elbette bunun
anlayış düzeyinde siyasal-ideolojik ve daha da önemlisi örgütsel nedenleri var.
Ancak asıl sorun ise, aslında ‘devrimci öğretmen’in okuldaki ve sınıftaki
duruşunda diğerlerinden farklılığının kalmamasıdır. Lafzi düzeydeki
farklılıklarının ise öğretmenler odasına sıkışıp kalması, orada da açıktan ya
da gizliden sürdürülen bir gerilim nedeni olmasıdır. Bunlarla bağlantılı bir
diğer sonuç ise mücadelenin okulda değil dışarıdaki gösterilere
endekslenmesidir. Neredeyse her eylemde ‘devrimci öğretmen’ okulu terk etmeyi
seçmekte, diğerlerini en azından kendisiyle vicdani bir hesaplaşmaya
zorlamamakta, dahası öğrencileri nezdinde sorgulanır kılmamaktadır. Mücadelenin
ve dayanışmanın öncelikli alanının okul olduğu hakikatini unutmakta ya da bir
yana bırakmayı seçmektedir. Elbette okul dışı kolay bir seçimdir. Ki asıl
değiştirilmesi gereken örgütlenme ve mücadele anlayışlarından birisi budur.
2-
Uysal’ın değindiği ve öneride bulunduğu
nokralardan biri de müfredatın belirleyiciliği ve kılavuz kitapların yön
göstericiliği. Bu konuda her şeye “rağmen sınıf içi demokratik mekanizmaların
üretilmesinin mümkün olduğunu düşünüyorum” diyen Uysal, “Eşit söz hakkı
vermenin dışında sınıf içi katılım mekanizmaları üretilebilir. (..) Hiçbir
türlü ayrımcılığın olmadığı, ötekilerin oluşturulmadığı bir ortam yarat”manın
olanaklı olduğunu dile getiriyor. Siyasal-ideolojik, hiyerarşik, vb. düzeyde
düzene muhalif olduğu varsayılan herkesin bunlara itirazının olmaması, hatta
bunları yapıyor olması gerek Ancak Uysal’ın bu maddenin sonunda söyledikleri
bir başka gerçekliğe işaret ediyor: Devrimci öğretmenlerin bu konuda yeterli
duyarlılığı gösterdiğini söylemek olanaklı görünmüyor.
Bu
elbette beklenmedik bir durum değil. Yukarıdan beri yazılanlar aslında buna,
yani Uysal’ın da belirttiği duruma işaret ediyor. Yalnızca bu da değil, çok
daha fazlası var yazılıp konuşulması, sorgulanıp eleştirilmesi, hatta yeniden
değerlendirilmesi gereken. Ancak öncelikle şunu bilmeli ya da kabul etmeliyiz:
İşin öznesi olduğu düşünülenlerin özneliğinin laf-ı güzâflıktan öte bir hükmü
yoktur.
3-
Uysal’ın değindiği noktalardan bir
diğeri, hem eğitim hem de sendikal mücadele ve örgütlenme alanında örgütsel ve
bireysel düzeyde kararlılığın, inandırıcılığın ve etik tutarlılığın test
edileceği bir soruna ilişkin. Uysal, ne denli yumuşatarak söylemiş olursa
olsun, aslında bu sorun, bu noktadaki çelişki ve tutarsızlıklar genelde
öğretmenin, özelde ise kendisine “devrimcilik”, “sosyalistlik”, vb. sıfatlar
atfeden ve aynı zamanda MEB’te çalışan öğretmenlerin suratına vurulmalı. Çünkü
dershaneler ve özel dersler bağlamında kurulan ilişkiler, insanın insanı
sömürüsüne dayanan kapitalist sömürü düzenine ve onun her şeyi metalaştırma
anlayışının tezahürü altındaki eğitim sistemine karşı mücadele ettiğini
söyleyenlerin yalnızca bireysel çelişki ve tutarsızlığı olarak görülmemekte,
mücadelenin geneline teşmil edilmektedir.
Uysal,
işin bu boyutuna değinmeksizin, olabildiğince esnek bir biçimde, “En azından
öğretmenler (ki buradaki kasıt sözü edilen “Devrimci Öğretmen”dir) bu tür
çalışmalarını okuldaki çalışmalarına göre ikincilleştirebilirler.” demekte ve
bunu makul görmektedir. Ancak sonuç bu esnekliğe bile uygun değildir. Çünkü
Uysal da “Gözlemler genelde tersi olduğunu gösteriyor.” demektedir.
Değindiğim
bu üç nokta değil yalnızca, Uysal’ın olanla olması gereken, yapılanla
yapılmaması gereken ayrımında “Devrimci Öğretmen”in hanesinde ne yazık ki hem
negatifler yer almıştır. Bu bir rastlantı ya da kasıtlı bir yaklaşımdan
kaynaklanmamaktadır. Aksine bunun temel nedenlerinden biri, bugün ‘devrimci
öğretmen’ sıfatını kendisine atfedenlerin düşünce, söylem ve davranışlarını koşullayan
siyasal, ideolojik, örgütsel düzeydeki kabulleridir. Söz konusu düşünce, söylem
ve davranışlarda açık ya da örtük bir biçimde dışa vuran ise, söylemlerin
aksine, mücadele ve örgütlenmede kararsızlık, güvensizlik ve daha da ötesi,
etik tutarlılık ve inandırıcılıktan yoksunluktur.
Kısa Bir Sonuç
Uysal’ın
yazısına konu olanlar anlamında “devrimci öğretmen” çoktur. Okulda da sendika
da onlar vardır. Ancak ortalıkta var olan ise bir “devrimci öğretmen
heyulası”dır. Öncekiler bu heyulanın varlığına istinaden arz-ı endam
eylemektedir. Ne var ki hiçbir heyulanın gerçekliği değiştirebildiği de
görülmemiştir. Bundan dolayı heyulalarla varlık kazanan ya da kazandığını sanan
değil, gerçekliği değiştirmeye kadir olabilecek, bunun için kararlı, inandırıcı
ve etik tutarlılığa sahip bir biçimde örgütlenip mücadele edecek çağın devrimci
öğretmenine ihtiyaç vardır. Ve o bugünün tutarsızlıklar içinde debelenip duran
sözüm ona “devrimci öğretmen”i değildir.