Sermaye,
Devlet ve İşçi Katliamları Üzerine...
Fikret Başkaya
“ Kâr yokluğu
sermayenin kâbusudur. Sermaye, mâkûl bir kâr kokusu aldığında cesaretlenir. %20
kârla coşar, %50’de gözünü budaktan sakınmaz; %100’le ayakları yerden kesilir
ve hiç bir insanî yasa ve değerle ilişkisi kalmaz. %300 kâr söz konusu
olduğunda da artık hiç bir cürümden geri durmaz”.
Karl Marx
Bu güne kadar devletle ilgili birlerce kitap, on binlerce
makale yazılmıştır ama bunlar ekseri devlet katındaki adamlar, “karşı taraftakiler”
tarafından yazılmıştır. Bu işte kadınların dahli son derecede sınırlı ve
önemsizdir. Devletle ilgili genel algı ve kanaat da kabaca şöyledir: Devlet
kamunun, toplumun genel iyiliğini, toplumsal çıkarı gerçekleştirmek amacıyla
oluşturulmuş bir kurumdur. Özel kesim özel çıkarların hizmetindedir, devlet de
kamu yararını gerçekleştirmenin aracıdır... Oysa ortaya çıktığı günden beri
devlet iki şey demektir: Asayiş (güvenlik) ve ekonomi yönetimi... Dolayısıyla
özel kesim-devlet veya piyasa-kamu ayrımı, anlı-şanlı devlet teorisyenlerinin
bir kuruntusuydu. Zira bu ikisi “sıfır toplamlı” bir denklem değildir. İşte,
devlet alanı ne kadar genişse, özel alan o kadar dardır, ya da visa versa... Devlet oldum olası mülk sahibi
sınıfın-sınıfların bir iktidar aracıdır. Zamanla mülk sahibi sınıflar katında
değişim olsa da, devletin işlevinde bir değişiklik olmamıştır. Zira, kapitalist
dönemde, özellikle de neoliberal küreselleşme çağında, devlet ve sermaye artık bir ve aynı şeydir... Devletin hiç bir
müdahalesi yoktur ki, mülk sahibi sınıfların aleyhine olsun, onları
kayırmasın... Aksi halde devletin varlık nedeni ortadan kalkardı...
Gerçek durum böyledir ama olup bitenlere,
yaşananlara mülk sahibi sınıflar tarafından bakan “âkil adamların” anlattığı
hikâye ve yaratılan “bilinç” farklıydı. Dolayısıyla insanlık tarihi boyunca ve
hiç bir zaman toplumsal sözleşme diye
bir şey olmadı. Keşke olsa demekle de olmazdı... Fakat bu ilerde ona benzer
şeylerin olmayacağı anlamına da gelmiyor... Eğer devlet gerçekten toplumun, kamunun
hizmetinde olsaydı, mesela su özelleştirilir, parayla alınır-satılır mıydı? Bir
özel kâr ve kazanç nesnesine dönüştürülür müydü? Hızını alamayıp bir de su
vergisi alınır mıydı? Siz kimin suyunu
ve ne hakla kime satıyorsunuz denmez miydi? Üstüne üstlük alınan vergi bir de
suyu satan kapitaliste “teşvik” adı altında hediye edilir miydi? Hangi insan
aklı, hangi mantık suyun özelleştirilmesini, bir kâr aracına dönüştürülmesini
haklı gösterebilir? Ortada basbayağı bir insanlık ayıbı, bir insanlık suçu yok mu?
Bundan büyük ayıp, bundan büyük suç olur mu?