Eğitim Bir Toplum
Mühendisliğidir
Atalay
Girgin*
Eğitim ve öğretimdeki çöküş, her yıl ağırlaşarak öylesine bir enkaza dönüştü ki artık en sıradan velisinden, karşılarındaki öğrenciye ve kendilerine karşı saygı ve vicdani sorumluluğunu yitirmemiş eğitim yöneticisi ve öğretmenine dek herkes, bu durumdan kurtulmak için ne yapılması gerektiğine ilişkin çaresizce sorular soruyorlar.
Öylesine çaresizce ki hem “Hangi
eğitim? Nasıl bir eğitim?” sorularından ve bunların yanıtlarından bağımsız
olarak, “Eğitim şart!” diye yineliyorlar hem de sanki sağından solundan yama
yapar gibi bazı değişikliklerle sorunu çözmek mümkünmüş gibi, “Eğitim ve
öğretimdeki değiştirilmesi gerekenler nelerdir?” diyorlar. Ama toplumsal
gerçekliğin geneline ve bunun eğitimle ilişkisine bile bakmıyorlar.
Varolan toplumsal gerçekliği ve
onun temel bir bileşeni ve unsuru olan mevcut eğitim sorununu, neliği ve
gerçekliği temelinde, olabildiğince bütünsel olarak kavramadıkça da ne sav
sözler yerini buluyor ne de sorular uygun ve doğru yanıtını... Bundandan dolayı
öncelikle sistematik eğitimin ve bu faaliyet sürecinde öğretmenin işlevinin ne
olduğunu anlamak ve algılamak gerek. O halde kısaca değinelim...
Eğitim Siyasal ve İdeolojik Bir Toplum
Müdendisliğidir
Eğitim, her toplumda varolan temel toplumsal
kurumlardan biridir. Özellikle de konumuz açısından okullarda yapılan
sistematik eğitim, esas olarak siyasal ve ideolojik amaçlarla, düşünüş,
söyleyiş ve davranış düzeyinde düzene uygun kafalar yetiştirmek için gerçekleştirilen
bir toplum mühendisliği faaliyetidir. Hem de bu eğitimi planlayan, içeriğini
belirleyen, öğrencilere neyin öğretilip öğretilmeyeceğine, hangi kazanım ya da
davranışların kazandırılıp
kazandırılmayacağına, kendilerinin dünde kalmış siyasal, ideolojik ve
dinsel kabulleriyle karar verenlerin, egemenlerin talep ve arzuları
doğrultusunda gerçekleştirilmesini sağladıkları bir faaliyet...
Bunun neden, nasıl, niçin ve kimler için yapıldığı sorularına değinebilir, yanıtlarını da verebiliriz elbette. Ama bu yazının daha da uzamasına neden olur. Bundan dolayı, birilerinin bir papağan misali tekrarlayıp durduğu, hamaset kokan “Toplum için, millet için, ümmet için, vatan için, Allah için, din için, iyi vatandaşlar olmaları için, vatana, millet, devlete sadık bireyler olmaları için, vb” sözlere kanmadan, bu soruların yanıtlarını kendiniz düşünün, kendiniz verin. Sizler düşünürken kaldığımız yerden ben devam edeyim...
‘Öğretmen’ler
Toplum Mühendisliğinin Amelesidir
Bu faaliyetin en alttaki aparatı ‘öğretmen’lerdir. Onların işi, görevi okulda ve sınıfta karşılarına gelen çocuğa-öğrenciye, sistematik olarak yürütülen siyasal, ideolojik, hatta dinsel toplum mühendisliğinin gerekleri temelinde birilerinin ya da sistemin ve onun efendilerinin istediği yönde aktarımda bulunmak, onları eğitmektir.
Günümüz memur ‘öğretmen’lerine sorsanız,
neredeyse yüzde 90-95’i bunu kabul etmeyecek, kendilerinin siyaset yapmadığını
söyleyecektir. Çünkü bunu kabul etmeyenlerin büyük bir bölümü ya asli işlev ve
görevlerinin bile bilincinde değildir ya da işlerine öyle gelmektedir. Hele de
düzen ve düzenin egemenleriyle saf tutuyorlarsa ve bilinçleri düzeni
meşrulaştırmak için pompalanan egemen ideolojiye esir olmuşsa...
Ancak hakikat şudur ki öğretmenler kabul etsin
ya da etmesin, farkında olsun ya da olmasın, bir toplumda, sistemin
öğretmenlerden istediği şey, branşları ne olursa olsun, öncelikle düzenin
siyasal ve ideolojik beklentilerine uygun düşünen, söyleyen ve eyleyen
öğrenciler yetiştirmektir. Elbette başarabildikleri kadar...
İktidarından
Muhalefetine Dek...
Ancak düzenin iktidar kanadından düzeniçi muhalefet
kanadına kadar her soydan, her boydan, her cenahtan ve inançtan aparatları,
işgüderleri ve stepneleri egemenlerin işlerini kolaylaştırmak için bu uğurda
gereken her desteği sunuyor olsalar da evdeki hesap çarşıya uymuyor. Tıpkı,
Heisenberg’in “Belirsizlik Kuramı” misali, her şeyi hesaplasalar bile her şeyi
belirleyemiyorlar. Çünkü gerçeklik galebe çalıyor. Gerçekliğin hükmü karşısında
tüm hesaplar bozuluyor. Tüm hayaller tuzla buz oluyor.
Mülakatla, özene bezene dibini koklaya koklaya
bir kavun seçercesine, yıllardır memur ‘öğretmen’ alıyorlar, olmuyor. Cemaat,
tarikat ve diyanetle işbirliği yapıyorlar, yine olmuyor. “2023 Eğitim Vizyonu”
diyerek şaşaayla göreve bir ‘bakan’ getiriyorlar, yine olmuyor. “Fikri bir
buhran içinde çırpınıyoruz” diyerek ne
halde olduklarını cümle aleme ilan ediyorlar ve elinde “2023 Eğitim Vizyon
Belgesi”yle koltuğa oturttukları ‘bakan’ı koltuğundan kaldırıp bir başkasını
oturtuyorlar yine olmuyor. Onun yerine, özel mi özel bir kararnameyle ‘Rektör’
sıfatı verdikleri birini, bu kez de ‘bakan’ sıfatıyla koltuğa yerleştiriyorlar.
Ama nafile, yine olmayacak... Ne yaparlarsa yapsınlar... Ayrık otları her şeye
rağmen yine yeşermeye, yine boy vermeye devam edecek... Hem de düzenin siyasal
ve yasal bilinç sınırlarına hapsolup, iktidarın stepnesine, onun meşruluğunun
dolgu malzemesine dönüşen düzeniçi muhalefete ve “sarı” sıfatının bile iltifat
sayılması gereken sözde eğitim ve memur ‘öğretmen’ ‘sendika’cıklarına rağmen...
Yapılması
Gereken Yeni Bir Toplumsal İnşa Projesidir
Buradan hareketle, “Eğitim ve öğretimdeki
neler değiştirilmelidir?” sorusunun yanıtı topyekun yaşanmakta olan toplumsal
gerçeklik dikkate alınmadan verilemez. Bu gerçeklik, her alanda toplumsal
çözülme ve kültürel çürümenin damgasını taşımaktadır. Hatta tepeden tırnağa buna
teslim olmuştur. Toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin girdabına düşmüş
toplumlarda, yasamadan yargı ve yürütmeye, ekonomiden siyaset ve dine dek tüm
toplumsal kurum ve kuruluşlar bundan nasibini alır.
Türkiye toplumu da bunlardan biridir. Ve
yasamadan yargı ve yürütmeye kadar her şey, herkesin gözü önünde yerle yeksan
eylenmiştir. Toplumsal çözülme ve kendini ahlaki değer erozyonu ve her alanda
yozlaşma olarak gösteren kültürel çürüme en tepeden en aşağıya dek, başta
iktidar ve muhalefet olmak üzere, tüm toplumsal kurum ve kuruluşları da
sarmalına alıp, neredeyse bir bataklığa dönüştürmüştür. Buna eğitim de
dahildir. Cumhuriyetin bile yalnızca adı kalmıştır. Tabelalarda “Türkiye
Cumhuriyeti” ibaresini görenler, bunlara bakıp bakıp onun varolduğu
yanılsamasını yaşamaktadırlar. Lakin bir şeyin adının olması ya da telaffuz
edilmesi, o şeyin gerçek bir şey olarak varlığına delalet etmez.
Var olan bu gerçekliği dikkate aldığımızda, temel
toplumsal kurumlardan biri olan genel olarak eğitim ve özel olaraksa okullarda
yapılan sistematik eğitim, ekonomi, siyaset, yasama, yargı, din, vb gibi diğer
toplumsal kurumlardan bağımsız düşünülemez. Eğitim-öğretimde yapılabilecek,
önerilebilecek her şey diğerleriyle bir koşutluk ve uyum içinde olmak
zorundadır. Ki bugünkü koşullar içinde ve altında Türkiye toplumunun ihitiyacı
olan şey, tüm diğer toplumsal kurumlar gibi eğitimin de ayrılmaz bir parçasını
oluşturduğu “Yeni Bir Toplumsal İnşa Projesi”dir. Konumuz açısından, bu
projenin eğitim-öğretim alanında yapılması gerekenleri koşullayan ise “Nasıl
bir toplum, nasıl bir insan istiyoruz?” ya da “Nasıl bir insan, nasıl bir
toplum istiyoruz?” sorusunun yanıtıdır.
İktidarın
Yanıtı Belli, Ya Diğerlerinin...?
Bu soruya iktidarın verdiği yanıt, en yetkili,
hatta tek yetkili isim tarafından yıllar önce cümle aleme ilan edildi ve
biliniyor: “Dindar ve kindar nesiller...” Yani dindar ve kindar insanlardan
oluşan bir toplum istiyorlar. Yıllardır da bunun için canla başla çalışıyorlar.
Ancak başta düzenin siyasal ve yasal bilinç
sınırlarına mahkum olan ve bu çözülen ve tüm toplumsal kurum ve kuruluşlarıyla
çüürüyen düzeni tahkim etmek ve yaşatmak için seferber olan düzeniçi muhaletin
herhangi bir yanıtı yok... Acaba neden? Yoksa onlar da iktidarla aynı şeyi mi
istiyorlar?
Eğitimdeki
Sorun Yöntem Değişikliğine İndirgenemez
Hal buyken ve iktidarın “Nasıl bir insan,
nasıl bir toplum?” sorusuna yanıtı, arzuladıkları toplum doğrultusunda icra
eyleniyorken, eğitim ve öğretimde yapılan ya da yapılabilecek her öneri ve
değişiklik palyatif olmaktan ve buna hizmet etmekten öte gitmez. Düşünün,
eğitimde birilerinin yere göğe koyamadığı “Montessori Yöntemi” bile bu düzenin
arzularına uygun insan yetiştirmek için kullanılıyor günümüzde... Elbette
istedikleri toplumda potansiyel yönetici adayı olarak yetiştirmeyi düşündükleri
kendi çocukları için...
Dolayısıyla, mevcut düzen koşullarda
eğitim-öğretimde yapılabilecek ya da yapılması gereken öneriler sorusu, salt
eğitim yöntemine, salt öğretmen yetiştirmeye, salt mülakatın kaldırılıp
kaldırılmamasına, vb indirgenemez. Keza birilerinin ağızlarına pelesenk
ettikleri “bilimsel-laik, demokratik eğitim”, vb talep ve sav sözlerine de
indirgenemez.
Çünkü eğitim-öğretim, “Yeni Bir Toplumsal İnşa
Projesi”nin temel bir unsuru olarak değerlendirilip, diğer temel toplumsal
kurumlarla birlikte, baştan ayağa yeniden örgütlenmesi gereken bir alandır.
Aksi halde yapılan her şey var olanı yeniden üretmeye hizmet etmekten öte
gitmez. Tıpkı, “Montessori Eğitim Yöntemi” gibi... Çünkü onunla bile sürü
bilincine sahip kitlleler yetiştirilir. Onunla bile işkenceciler, kitle imha
silahı üreten-satan silah ve kan tacirleri yetiştirilir.
Unutmayın ki en mükemmel eğitim-öğretim yöntem
ve teknikleri bile düzenin egemenleri ve iktidar tarafından nasıl bir toplum,
nasıl bir insan isteniyorsa, esas olarak, ona hizmet eder. Gerçeklikten bağımsız bir
biçimde yüceltilen eğitim-öğretim yöntem ve tekniklerinin keramati kendinden
menkuldür. Daha ötesi değil...
OKUYUN: Mülakat ÖĞRETMEN Seçme Sistemi Değildir.
* Ankara Üniversitesi,
DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”,
“Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat
Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Güncel
Ve Düşünsel; https://atalaygirgin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder