Darwin evrim kuramıyla hangi Tanrı
anlayışını yıkıyor?
Atalay GİRGİN*
“Darwin, bilimsel namus ve ahlâkın bir
heykeli sayılmaya değer.”A. Adnan ADIVAR
Eksiklikle kaim, tamlık ve mükemmellikten arî Tanrı tasavvuruna sahip kesimler, dogmalarının sorgulanmasına, sarsılmasına neden olan bilimsel kuramlar karşısında saldırganlaşırlar. Böylesi bilimsel kuramları ve onları ileri sürenleri hemen hedef seçerler. Kuramı ileri süren ve savunanları, ateistlik ve dinsizlikle, hatta daha da ileri gidip, din düşmanlığıyla itham ederler. (Yeri gelmişken belirtip geçeyim : Ateizm ve dinsizlik, yani varolan herhangi bir dine inanmama durumu, itham ya da suçlama konusu olacak birşey değildir. Aksine, ateizm de bir inançtır.)
Bilim tarihinde, ileri sürüldüğü andan başlayarak, toplumu sarsan ve daha sonraki kuşakların da düşünüşü, söyleyişi üzerinde etkisini sürdüren, yukarıda belirttiğim türden suçlamalara maruz kalan çok az kuram vardır. Bu tür kuramlar, toplumsal olarak egemen olan, otorite kabul edilen kurumların,-ki bunların başında din ve devlet gelir- kendi temel kabullerine ve insanlara sundukları paradigmalara karşıt olduğunu düşündükleri kuramlardır.
Onların düşünmeleri ve kuruntuları bir yana. Bazı yeni bilimsel kuramlar, egemen olan ve egemenliğini yitirmek istemeyen güçlerin, kurum ve otoritelerin, doğruluğu ve yanlışlığının bile sorgulanmasını düşünmedikleri, istemedikleri paradigmalara karşıt olabilir. Ancak hiçbir bilim adamı, bunun istisnası var mıdır bilemiyorum ama, araştırmalarını dinlerin / devletlerin paradigmalarını yıkmak kabulü üzerinden yapmaz. Eğer salt böylesi saplantılı bir kaygıyla hareket edenler ve gerçekliği kendi kabullerine, varsayımlarına uydurmaya çalışanlar varsa da foyaları kısa zamanda açığa çıkar.
Bunun temel nedeni, bilimin, akla dayalı bir biçimde, apaçık bilinen kabullerden hareketle ve bilimsel bir yöntemle, belli bir alanda gerçekleştirilen, eleştiriye, sorgulamaya açık bir etkinlik olmasıdır. Ki burada, kabuller ve yöntemler bile eleştirilip sorgulanabilir. Hatta değiştirilebilir bile… Dolayısıyla, insanların, insana, topluma, dünyaya ve evrene ilişkin daha önceki bakış açılarını, anlamlandırmalarını etkileyen, sorgulatan ve hatta değiştirmeye yönelten bilimsel temelli paradigmaların ortaya çıkmasına neden olan kuramlar din karşıtlığının sonucu olarak ortaya çıkmamıştır. Aksine bunların din karşıtı olduğunu ileri sürenler, ellerindeki dogmalar manzumesini ne yapacaklarını bilemeyenlerdir. Çünkü ne değiştirebilir ne de yeniden yazabilirler. Yaz boz tahtası olmadığı gibi karalama defteri de değil ki mübarek.
Paradigma yıkan iki bilimsel kuram
İşte bunlardan biri, Aristoteles’in kuramlaştırdığı, Batlamyus’un geliştirdiği Hıristiyanlık ve İslamiyet’in de dogmasına dönüşen “Yer merkezli, sonlu ve sınırlı evren anlayışı”nı, yıkan kuramdır. Ki bu, “Dünya dönüyor” dediği için Galileo’nun engizisyon mahkemesine çıkartılıp ölümüne dek ev hapsinde yaşamak zorunda kalmasına; bir adım daha öteye gidip, “Evren sonsuz ve sınırsızdır” diyen G. Bruno’nun yakılarak öldürülmesine neden olan kuramdır. Bugün hiçbir semavi din kurumu ve yetkilisi, Kopernik, Galileo ve Kepler’le gelişen ve genel kabul gören kozmolojik anlayışın doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmıyor artık. Ama ne hikmetse, bunun tam karşıtı olan kendi doğmalarını da basıp yazılı olarak yaymaktan vazgeçmiyor. Kutsal kitaplarda yazılı olanı silip değiştiremeyecekleri için de şimdilik, yalnızca tevillerini, tefsizlerini, yerin evrenin merkezi olmadığı ve evrenin sonsuz ve sınırsız olduğu kabulüne dayanan kozmoloji anlayışına uydurmaya çalışıyorlar. Bu, “deveye hendek atlatmaktan zor” olsa da, bilim dogma dinlemez ki…
Diğer kuram ise, başlıktan da anlaşılacağı üzere, Darwin’in Evrim kuramıdır. Bu kuram, kuramların genelliği prensibi gereğince, tüm canlıların, türlerin değişimi ve evrimine ilişkindir. Dahası, Darwin’in bu kuramı ileri sürdüğü günden bu yana geçen 150 yıl içinde yapılan bilimsel çalışmalar, “evrim düşüncesinin bir varsayım, bir kuram olmaktan öte, bir olguyu yansıtan bir gerçek olduğunu kanıtlamıştır.”1 da denilmektedir. Buna rağmen, asıl tartışma ve fırtına bir tür olarak insanın evrimi üzerinde kopmaktadır. Çünkü evrim kuramı, insanın Adem ile Havva’dan geldiğine ilişkin, tek ve aynı Tanrı kabulüne dayanan üç dinin temel yaratılış dogmasını yıkmaktadır; ona karşıttır. Ve aksine ilk insansıların ve evrimleşme sonucu da ilk insanların, bir tür olarak, yer kürenin değişik yerlerinde farklı zamanlarda ortaya çıkabilirliğini olanaklı kılmaktadır. Bunun ise semavi dinler tarafından kabul edilebilir her hangi bir yanı yoktur. Çünkü bunu kısmen bile kabullenmek, “yer merkezli, sonlu ve sınırlı evren” dogmasından sonra, “Adem ile Havva” doğmasından da vazgeçip, tabir-i caizse “tası tarağı toplama”ya girişmektir. Bu ise, öte dünya neyse de, bu dünyanın, iktidar başta olmak üzere iktidarla gelen bir çok nimetinden vazgeçmektir. Hem de çoookk nimetinden…
Ve onlar da vazgeçmediler zaten. İşte bu vazgeçmeyen ve tartışmanın tarafı olanlar, daha doğrusu bu kuramın karşısında konumlanarak bir tartışma başlatan ve kendilerini bunun muhatabı kılanlar, başta zamanın önde gelen Kiliseleri ve piskoposları olmak üzere, sonradan bunların peşinden giden dinsel temelli, saplantılı ve yanılsamalı siyasal-ideolojik bilinç halleriyle malûl Müslümanlar ve Yahudilerdir. Ki günümüzde bunlardan kimileri, bazı uluslararası kuruluşların yeşil dolarlı finanssal desteğiyle, Darwin ve evrim karşıtı olma çığırtkanlığında, yağlı güreşlerin ünlü “Çığırtkan Ali”sini bile geride bırakmışlardır. Efendilerine her cent’in hakkını nasıl verdiklerini göstermek istercesine, ucuz pahalı kitaplar basıp köşe başlarında bildiri misali parasız dağıtmaya dek vardırmışlardır işi. Artık şunu açıkça söylemek mümkündür : Darwin ve evrim karşıtlığı, ortaya çıkışından bu yana, dinin toplumun geniş kesimleri üzerindeki etkisini istismar ederek iktidar olmak ya da varolan iktidarlarını yitirmek istemeyen güçlerin siyasal, ideolojik hegemonya mücadelesinin temel argümanlarından biridir. Bilimsel herhangi bir değeri yoktur. Hatta mükemmellikten azade ve eksiklikle malûl Tanrı tasavvurlarına herhangi bir katkısı da…
Darwin ve evrimin yıktığı Tanrı anlayışı
Felsefede birbirinden farklı anlayışlar ve yaklaşımlar olsa da; genel olarak Tanrı / Allah, mükemmel ve kendisinde eksikliğin varolmadığı bir varlık olarak tasavvur edilir. Ne var ki Tanrı / Allah, neliği olup gerçekliği olmayan bir kavramdır. Bundan dolayı da gerçekliği olan değil, aksine salt düşsel, düşünsel bir varlığa tekabül eder. Tamlık, mükemmellik ve eksiklikten arî olmakla nitelenmesinin temel nedeni de budur. Bu niteliklerinin yanı sıra, hep kendi kendisiyle aynı kalandır. Tüm düşünsel varlıklar gibi, zamandan ve mekandan, dolayısıyla değişmeden, gelişmeden ve varoluştan da arîdir. Gerçekliğinin olmamasının nedeni de budur, bütün düşsel, düşünsel varlıklar gibi.
Mükemmel bir varlık olarak tasavvur edilen Tanrı / Allah her şeye kadirdir. Bir gün iyi, güzel, doğru, sevap, vb. dediğine, bir başka gün kötü, çirkin, yanlış günah, vb. demez; diyemez. Çünkü çelişkiden ve tenakuzdan da arîdir. Çelişki bir eksikliğin göstergesidir ve mükemmellikle bağdaşmaz. Tıpkı yalan söylemek gibi. Kendisinin dışındaki tüm varlıkların varlığa gelmesinin nedeni ve yaratıcısı olan Tanrı’nın yalan söylemesi gibi, kin gütmesi, kızıp öfkelenmesi de bir eksikliktir. Keza, kendi yarattıklarına tuzak kurması da… Öte yandan, her şeye kadir olmasına rağmen, kendi yarattığı bir varlığa, çoğalmak için, daha sonra günah olarak niteleyeceği ensest seçeneğinden başka çıkar yol bırakmamak da bir eksikliktir. Bu Tanrı’nın mükemmelliği ve tamlığıyla bağdaşmaz. Böyle bir Tanrı tasavvuru, Tanrı kavramının neliğine de aykırıdır. Tanrı’nın eksiklikli ve acz içinde olduğunu düşünmektir.
İşte “Adem ile Havva” kabulüne dayanan “yaratılış” yaklaşımı da tamlık ve mükemmellikten arî ve eksiklikle kaim bir Tanrı tasavvurunun ürünüdür. Çünkü her şeye kadir bir varlığın, kendi yarattıklarına günahtan başka seçenek bırakmaması ya da bırakmadığının düşünülmesi, “hikmetinden sual olunmaz” dense de, onun neliğine aykırıdır.
Buradan hareketle; Darwin, herhangi bir Tanrı anlayışını, tasavvurunu yıkmayı düşünerek başlamadı bilimsel çalışmalarına. Ama O, bunu düşünmese ve böyle bir kaygı taşımasa da, Evrim kuramıyla, Musevilikle başlayıp Hıristiyanlık ve İslamiyet’le devam eden bu eksiklikle malûl Tanrı anlayışını yıkmaktadır. Özellikle de insanın yeryüzündeki serüveni, yani “Adem ile Havva” konusunda geçerlidir bu. Çünkü evrim kuramı, insanın, hem “yaratılış mitosu” dışında varolabileceğini düşünmenin, sorgulamanın kapılarını açtı hem de salt düşünmeden öte, bunun varlığının akli, maddi ve bilimsel dayanaklarını ortaya koydu. Darwin’den günümüze yapılan çalışmalarla evrimin, artık bir olgu olarak kabul ediliyor olması da bunu pekiştirmektedir. Kuramdan olguya evrimin işaret ettiği de odur ki, zaten Tanrı, eğer varsa ya mükemmellik ve tamlıkla kaim olarak vardır ya da yoktur; bir hiçtir. Bundan dolayı, eksiklikle, mükemmellikten azadelikle, çelişki ve tenakuzla tasavvur edilip var kabul edilen Tanrı anlayışlarının, sırra kadem basma vaktidir artık.
A. Adnan Adıvar’ın, “bilimsel namus ve ahlâkın bir heykeli sayılmaya değer” dediği Darwin, Evrim teorisiyle, mükemmellikle kaim, tam ve eşsiz bir Tanrı anlayışını yıkmamıştır. Aksine, eksiklikle, çelişki ve tenakuzla malûl, öfkelenen, kızan, yarattıklarına tuzak kuran, bir gün mûbah saydığını bir başka gün günah sayan bir Tanrı / Allah tasavvurunu yıkmıştır. Bundan dolayıdır ki, Darwin ve Evrim teorisine en şiddetli tepkinin, hakaretlerle bezenen öfkenin, böylesi eksikli bir Tanrı tasavvuruna sahip kesimlerden gelmesi ne rastlantıdır ne de nedensiz.
Ama onlara rağmen, 2009 Darwin yılı ve 12 Şubat Darwin Günü şimdiden kutlu olsun, aklın ve bilimin aydınlığını yitirmeyen herkese. Çünkü bilim, Darwinler, Galileolar’la, aklını paranteze almışların dogmalarla yarattığı karanlığı, bu dogmaları yıka yıka aydınlatmayı sürdürüyor ve sürdürecek de… Hem de her şeye rağmen!
· Felsefe Öğretmeni; http://www.atalaygirgin.blogspot.com/
1 Adam Şenel, İnsan ve evrim gerçeği, sy.16, Özgür Üniversite Kitaplığı, 2004.
4 yorum:
Elinize sağlık, harika bir yazı. Bu yazıdan (ve blogunuzdan) bir arkadaşım sayesinde haberim oldu. Benim blogumda da uzun süre din ve bilim konularını tartışmıştık, keşke sizi o zaman bilseydik, tartışmaya felsefe üstadı olarak katılsaydınız.
Yazınızda dikkatimi çeken bir bilgi konusunda küçük bir uyarıda bulunmak istiyorum yanlız.
Şöyle demişsiniz:
"Ve aksine ilk insansıların ve evrimleşme sonucu da ilk insanların, bir tür olarak, yer kürenin değişik yerlerinde farklı zamanlarda ortaya çıkabilirliğini olanaklı kılmaktadır."
Aslında modern insanın kökeni konusunda iki hipotez var: "Out of Africa" ve "Multiple Origins". Out of Africa ilk insanın Afrika'da ortaya çıkıp bu kıtadan diğer kıtalara yayıldığını söylüyor. Multiple Origins ise sizin dediğiniz gibi, farklı yerlerde insan türünün birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkıp daha sonra göçlerle vesaireyle birbirine karışmış olabileceğini söylüyor.
Benim bildiğim kadarı ile (yanılma payım var) bu hipotezlerden en kabul göreni şu anda Out of Africa hipotezi. Hatta Nature dergisinde 2007'de yayınlanmış olan şöyle bir makale de var:
http://www.nature.com/nature/journal/v448/n7151/full/nature05951.html
Merhaba;
İlginiz için teşekkür ederim. Keza bilgilendirdiğiniz için de... Farklı hipotezler olduğunu biliyorum. Ama adı üzerinde şimdilik hipotez...
Bu arada, blogunuzun adresini ya da adını bildirirseniz yazılarınızı da okumak isterim.
İyi çalışmalar dileğiyle...
Hoşçakalın
Yazinizi gercekten etkileyici ve guzel buldum tabiki benim fikrim dogrultusunda belli eksiklikleri vardi ama herhalde 3 buyuk din konusundaki benim ozel dusuncemin dogru olma ihtimalimini en azindan dusuncemin bos olmadiginin bir gostergesi oldu benim icin.
Yaziniz icin tesekkurler oldukca aydinlatici bir calismaydi
Merhabalar,
Yukarıdaki Duygu isimli yorumcunun günlüğü şu adreste:
http://biyolokum.com/
Bahsettiği yazı da sanırım bu:
http://www.biyolokum.com/2009/02/darwin-gunu/
Bir felsefeci olarak şuradaki görüşler de ilginizi çekebilir:
http://www.biyolokum.com/2009/02/darwin-gunu/
:)
Selamlar.
Yorum Gönder