Milli
Eğitim Lime Lime Dökülüyor ‘Bakan’ Üfürüyor!
Atalay
Girgin*
Uzun süredir, boşuna toplumsal çözülme ve kültürel çürümeden söz etmiyoruz. Keza bunun, başta eğitim olmak üzere, yasamadan yargı ve yürütmeye dek tüm toplumsal kurum ve kuruluşları sarmalına aldığından ve bir enkaza, hatta bataklığa dönüştürdüğünden de…
Pazar
günü Mine Kırıkkanat değindi Cumhuriyet’teki köşesinde1…
Kendini ahlaki değer erozyonu ve yozlaşmayla dışa vuran kültürel çürümenin ve
buna eşlik eden ilişkiler ağının nereden nereye, kimlerden kimlere dek
uzandığına… Herkesin üzerine alınmasına gerek yok ama kendisine bel bağlanan muhalefet
de dâhil aynı bataklıkta kulaç atan ve debelenenlere…
MEB,
yani Milli Eğitim’se bambaşka bir enkaz yığını… Dökülüyor. Malum ‘bakan’ ise koltuğa
oturtulduğu, pardon atandığı ve çiçeği burnunda arzı endam eylediği günlerde “nicel
başarı hikâyesi” övgüleri düzdüğü eğitim enkazına, şimdi o enkazın en tepesinden
bakıyor. Hem de kayıtsızca… Belki de son kez temaşa eyliyor. Ne keyif ama…
Öyle bakıyor ki elinden bakmaktan ötesi gelmiyor. Zaten yapmaya, düzeltmeye mecali de yok! O da bakmaktan usanmış ya da can sıkıntısından bıkmış olmalı ki günün ve gündemin akıntısına bırakıyor kendini… Ve gecikmekten korkarcasına, kaygılı bir telaş içinde “Vesayet, demokrasi, millet egemenliği” söz ve kavramlarını üfürüyor. Ve “Buradayım efendim!” dercesine sosyal medyanın akışında gerçekleşen içtimaya yetişiyor.
Peki;
“Ağzından düşürmediği “Ahlak”, “Ahlaki değerler” ve “Ahlak telakkisi” gibi sözler
ne olacak” mı dediniz? Geçiniz efendim! Altı üstü bir söz işte… Ne demiş eskiler,
söz değil, “mal canın yongası”dır!
Söz,
sözünün sahibi olan insanlar için değerlidir. Kültürel ve ahlaki çürümenin
zirvesinde ya da bu bataklığın dibinde sözün ne hükmü vardır ki hele de sözünün
sahibi ol(a)mayanlar için…
Lakin
bir yanda bunlar olurken, dört bir yandan yeni haberler geliyor, Milli Eğitim
enkazına ilişkin… Çürüme baştan aşağı her yana sirayet etmiş ki her yer lime
lime dökülüyor. Hangi birini anlatsam
seçemiyorum. Ancak yine de içlerinden bir kısmını, uzun uzadıya olmasa da kısa
kısa aktarayım, şimdilik… Yeri geldiğinde daha teferruatlı yazmak üzere elbette…
İşte Gelen O Haberlerden Bir Demet
Korona
herkesin malumu… Sözüm ona yapılan onca açıklamaya rağmen, öğretmenlerin hâlâ
aşılanmamış olması da…
Lakin
salgın durmak bilmiyor. Öğretmenler bu hastalıktan ölüyor. Aşısız bir biçimde
sürdürülmek istenen ve okullarda yapıldığı iddia edilen yok hükmündeki kadük eğitimle
birlikte öğrencisinden öğretmenine vaka sayıları hızla artıyor.
Herkesin
malumu olan, bu can alıcı sorun karşısında en yetkili ağızlardan dökülen sözlerin
hükmü tarih bile değil artık. Tıpkı MEB ve ‘bakan’ın sözleri gibi…
Müdür Olarak Atanan Cinsel Tacizci
Korona
bir yana… Sizlere aktaracağım ilk haber, yıllardır eğitim camiasında kanıksanan
bir durum… İddiaya göre, öğrencisine cinsel tacizde bulunan biri yine müdür
olarak atanmış. Kısa bir zaman önce sosyal medyaya da düşen bu konu hakkında ne
söz konusu İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden bir ses var, ne de yapılan herhangi
bir işlem… Yetkililer ve sorumlular duymazlıktan bilmezlikten geliyor. Ancak
sorun orta yerde duruyor. MEB’i hiç sormayın!
İkincisi
ise “Dersimiz Domuzbağı Soruşturması”yla ilgili… Yani yine Diyarbakır… Eğitim
Bir Sen Diyarbakır Şube Başkanı Ramazan Tekdemir’in müfettişlerle tehdide kadar
vardığı iddia edilen ve bu durumun “tutanak”la kayıt altına alınmasına dek
uzanan ‘tartışma’sına da neden olan soruşturma süreci sonunda üç öğretmenin
ihraç edildiği söyleniyor.
Ancak
haklarında ihraç kararı verilen öğretmenlerin, mevzuata rağmen ilişikleri kesilmiyor.
İddiaya göre, yine Eğitim Bir Sen’in sendikacıları devreye giriyor. Soruşturma
sonucu verilen ihraç kararı uygulanmıyor ve Diyarbakır İl Milli Eğitim
Müdürlüğü yetkilileri bu duruma göz yumuyor ya da sessiz kalıyor. Peki; Bakanlık
ne mi yapıyor? Geçiniz efendim! ‘Bakan’ı ise hiç sormayın…
Marmaris’ten Sitemkâr Mesaj
Hem
de bir değil iki tane… Biri yazılı diğeri sözlü bir diyalog… Önce yazılısından
başlayalım.
Yazıyı
fazlaca uzatmamak için kısaca ve aynen aktarıyorum. Mesajın sahibi, sitemkâr
bir biçimde şöyle diyor, “Sayın Atalay bey… Marmaris’te Halit Narin Turizm
Otelcilik Lisesi’ndeki olayları yazdınız. 75. Yıl Mesleki ve Teknik Anadolu
Lisesi’ndeki olayları yazdınız. Neden, diğer okullardaki olaylara değinmediniz
ki? Örneğin, Sabancı Anadolu Lisesi…”
Ardı
sıra isim de vererek, şimdilik yazmayacağım bir dizi ayrıntı sıralıyor, sorular
yöneltiyor ve ekliyor: Daha yazılacak çok şey
vardaaaaaaaaaa…
Marmaris’te
olup bitenlere yeniden dönmeden önce ben de sorayım ve tüm muhataplarına
yönelik soru şurada dursun ve yanıtı olan buyursun: Marmaris Sabancı Anadolu
Lisesi’nde neler oluyor? Marmaris Sabancı Anadolu Lisesi’nde olup bitenlerin
asli sorumlusu kim?
Diyalog… Yine Marmaris’e İlişkin
İzmir’de
bir karşılaşma…
“Hocam”
diye söze başlıyor ve şöyle devam ediyor: Marmaris’te öğrencileri de yanına
alarak, gece yarısı ve içkili bir biçimde, tekneyle “mehtap gezintisi”ne çıkan
müdürden söz ettiniz. Hatta aynı gece o teknenin kurşunlanmasından da… Peki;
meşhur bir öğretmenin birilerinin teknesiyle denize açılmasından niye söz
etmediniz? O da kötü örnek…
“Hangi
meşhur öğretmen?” diyorum, “Hangi tekne… Bilgim yok ki… Bilsem bile bildiğim
her şeyden ve herkesten söz etmem de gerekmiyor.”
Benim,
Marmaris eğitim camiasında olup biten her şeyi bildiğimi sanıyor olmalı ki
şaşkın ve inanamaz bir yüz ifadesiyle soruyor: Gerçekten mi?
“Elbette…”
diye karşılık veriyorum.
Bunun
üzerine “meşhur öğretmen”in ismini zikrettikten sonra sözlerini şöyle sürdürüyor:
Hocam… Onu Marmaris’in geneli bilir. Öğretmen olduğuna bakmayın. O buraların
ünlü ve hızlı eskortlarındandır. İşadamlarının teknelerini, yatlarını az
şenlendirmemiştir. Özellikle bir ‘demirci’nin teknesiyle baş başa denize
açılmaları ise hala dillerdedir.
Kayıtsızca
elimi sallıyor ve “İyi de bu beni ilgilendirmez” diyorum, “Sonuçta onun özel
hayatı… Kimlerle ne karşılığında ne yapıp yapmadığından bana ne?”
Beklemediği
bu yanıt karşısında yaşadığı hayal kırıklığı yüzüne ve sözlerine yansıyor:
Yazmayacak mısınız yani…? Oysa hem eğitim hem de öğrenciler için çok kötü bir
örnektir kendisi… Keşke yazsaydınız…
Üstüne
basa basa karşılık veriyorum: Kusura bakmayın! Yazamam değil, yazmam. Benim
için bu anlattıklarınız onun özel hayatıdır. Eğer bu konuda bir şey yapılması
gerekiyorsa, bunu yapacak olan da Milli Eğitim Müdürlüğü’dür, Kaymakamlık’tır.
Buruk
bir tebessüm eşliğinde dökülüyor sözcükler dudaklarından: Peki; kimi kime şikâyet
edeceğiz? Derdimizi kime anlatacağız? Bunların üzerine gidecek herhangi bir
merci mi var hocam? Her yer kokuşmuş durumda…
Biliyorum
ama bir karşılık vermek yerine susmayı tercih ediyorum o an… O ise tam ayrılmak
üzereyken, aklına bir şey gelmişçesine duraksıyor ve ışıltılı gözlerle yüzüme
bakarak konuşuyor: Ya bazı öğrencileri de yaptığı işe dahil ediyorsa…
“Bakın!
İşte o zaman iş değişir” diyorum, “Hatta yazmam dediklerimi bile yazarım. Ama
bunun için sağlam bilgi ve belgeler gerek. Eğer bunları bulabilirseniz hiç
sorun değil.”
Ayrılmadan
önce “Tamam hocam! Teşekkür ederim” diyor, yüzünde gözlerinde beliren sevinçle,
“O halde bu iş bende artık…”
Anlaşılan o ki toplumsal çözülme ve ona eşlik eden kültürel ve ahlaki çürüme ve yozlaşma bitmediği sürece bunun ürettiği sorunlardan, pisliklerden, başta eğitim olmak üzere ne toplumsal kurum ve kuruluşların kurtulması mümkün ne de Marmaris’in…
* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
1 Okumayanlar için Mine Kırıkkanat’ın yazısı:
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/mine-g-kirikkanat/dar-pacali-danismanlar-ozel-dolma-kalem-mudurleri-ve-hokkalar-1825493
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder