Adnan Oktar Gerçekleri
Çağlar
Ezikoğlu
"Tarafıma karşı "Atalay Girgin Yanılıyor" başlığıyla üfürükten bir yazı kaleme alan, İslam'ın ve Müslümanların mümtaz temsilcisi, müritlerine-Müslümanlara "sonsuz hayat kapısını aralayan" Adnan Oktar'a, yani nam-ı diğer Harun Yahya ya da "Adnan Hoca"ya dair gerçeklerden hareketle bir kaç hakikat...
Bugüne kadar kendisine ve televizyonunda İslam ve Müslümanlar için yaptıklarına karşı hiçbir kayda değer siyasetçinin tek bir kelime etmediği bu zat-ı muhteremin seçkin canlı yayın konukları arasında AKP iktidarının milletvekili, Anayasa profesörü Burhan Kuzu'nun da yer aldığını unutmayın! Keza İslam ve Müslümanlık üzerine ahkam kesen bir dizi zevatın da..."
Ve aşağıdaki yazıyı okurken düşünün: Neden, her önüne gelene dinden, imandan, manevi değerlerden söz edenlerin, milli ve yerli olmaktan dem vuranların Adnan Oktar ve avenesinin-müritlerinin yaptıklarına ilişkin hiç bir itiraz ve eleştiride bulunmadığını düşünün... Dahası, "din nedir" bunu da düşünün...
Son günlerin en tartışılan
figürlerinden birisi oldu Adnan Oktar. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ile
girdiği sözlü münakaşadan sonra, özellikle magazinsel bir figür olmasından
mütevellit toplumun bazı kesimleri tarafından şirin gösterilmeye çalışıldı.
Tıpkı, açık giyindiğini iddia ettiği kadınların taciz edilmesi gerektiğini
savunan fakat iktidar tarafından gözaltına alındıktan sonra ‘muhalif İslamcı’
diye pazarlanmaya çalışılan Alpaslan Kuytul gibi. Diyanet İşleri Başkanlığının
kurduğu çarpık düzeni yazmaya sayfalar yetmez elbet, ama sırf Diyanet ile
tartışmaya başladı diye Adnan Oktar’ı sütten çıkmış bir ak kaşık gibi
pazarlamak, tarihsel gerçekleri çarpıtmaktan başka hiçbir şeye hizmet etmez.
Peki nedir bu tarihsel gerçekler? Şöyle bir geçmişe dönelim, tarihin tozlu
sayfalarını yeniden açalım.
Tarih yaprakları 12 Kasım 1999’u
gösteriyordu. O gece emniyet güçleri, kamuoyunda ‘Adnan Hocacılar’ olarak
bilinen dini bir tarikate karşı operasyon başlattı. Tarikat evleri bir anda
basıldı ve tarikat lideri Adnan Oktar yani Adnan Hoca "uygunsuz" bir
haldeyken ele geçirildi. Hoca, o gece kendisine sunulan genç bir kızı koynuna
almaya hazırlanırken yakalanmıştı. O kız, henüz 19 yaşında Adnan Hocacıların
tuzağına düşmüş manken Tuğçe Doras’tı. Kendisi gibi manken olan yakın arkadaşı
Seçkin Piriler, erkek arkadaşından yeni ayrılan Tuğçe’yi, Adnan Hocacılar
grubunun içerisinde yer alan yakışıklı iyi giyimli genç erkekler ile görüştürmeye
başlamıştı. Bu çevreden ve Adnan Hocacıların ileride vaat ettiklerinden
etkilenen Tuğçe zaman ilerledikçe tarikate daha çok ilgi duymaya başladı.
Tuğçe, artık tarikatın dini toplantılarına katılıyor, Seçkin ile birlikte
"Kardeşler" denilen grupla görüşüyordu. Sonunda Adnan Hoca'yla
tanıştı. Genç kızı Silivri'deki çiftlikte gören Adnan Oktar'ın ilk sözü,
"Sende İslamı görüyorum" oldu. Ve Hoca, o akşam, Tuğçe'nin
Kandilli'deki villada kendisine getirilmesini istedi. Tuğçe, Adnan Hoca'nın
cariyesi olacaktı. Ancak, polis baskını genç kızı bu tuzağa düşmekten kurtardı.
Gözaltına alınanlar arasında Tuğçe de vardı. İlk başta konuşmak istemedi. Ama
diğer genç kızların durumunu görünce nasıl bir uçurumun kenarından döndüğünü
anladı. Ve tarikatın çirkin yüzünü bir bir anlattı.
Tuğçe’nin itiraflarına ve tarikatın
gerçek yüzüne geçmeden evvel birkaç kelam edelim. Adnan Hoca ve tarikatının
gerçeklerini yazmak aslında bu ülkenin basın yayın organlarında pek fazla
görülmemiş bir husus. Muhalif medya organlarında veya o organlarda köşeleri
olan yazarların da Adnan Oktar meselesi konusunda ne kadar ketum olduğunu
görüyoruz yıllardır. Zira Adnan Oktar kendisi hakkında eleştiride bulunanları
dava veya başka yollarla yıldırma politikasını ısrarla sürdürüyor. Ama son günlerde
yeniden gündem oldu Adnan Oktar ve tarikatı. Viyana’da yaşayan Türk bir baba
kızlarının Adnan Oktar ve tarikatı tarafından zorla alıkonulduğunu iddia edip
Türkiye’ye gelerek gerekli mercilere şikayette bulundu. Ama her ne hikmetse
hala istediği sonucu alamadı. Size daha vahim bir noktayı söyleyeyim. Son
birkaç aydır Adnan Oktar, ‘kedicik’ olarak adlandırılan kadın müritleri ile
neredeyse kucak dansına varacak erotik danslar eşliğinde programlar yapıyor.
Bırakın Adnan Oktar ve tarikatı hakkında yaptırımı, bugün televizyon
ekranlarındaki alkolü buzlayan, küfürü bipleyen siyasi iktidarın
temsilcilerinden hiçbirisi Adnan Oktar hakkında bir çift laf dahi edemiyor.
Bahane olarak, ‘ama internetten yayın yapıyorlar, bir şey yapamıyoruz’ diyen
RTÜK yetkilileri bu ülkede tek bir imza ile istenilen her internet sitesinin
rahatlıkla kapatılabileceğini bilmiyorlar m? Her fırsatta dinden, ahlaktan,
muhafazakarlıktan dem vuran o yandaş medyanın yazar çizer tayfası bir Allah’ın
günü Adnan Oktar’ı köşelerine yazamadılar. Peki nedir bu korkunun sebebi? Ya da
nedir bu Adnan Oktar’ın dokunulmazlığı?
Şöyle bir geçmişe dönelim, 12 Eylül
1980 sonrası döneme. 12 Eylül sonrası ağırlığını yavaş yavaş hissettirmeye
başlayan Türk-İslam sentezinin doğası gereği Türkiye sathında yükselen bir
anti-semitizm ve muhafazakarlık dalgası vardı. Bu dalganın farkında olan ve
dinle ilgilenen bazı gençler, kafayı daha çok Yahudilik ve masonluk üzerine
yormaya başlamışlardı. Bunların başında da Adnan Oktar geliyordu. Yahudilik ve
Masonluk üzerine ilk kitabını yayınlayan Adnan Oktar, o dönemde dini propaganda
suçlaması ile 19 ay hapis cezasına çarptırılır, fakat bu cezasını Bakırköy Ruh
ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde geçirir. Kendisini tanıyanlar, bu cezadan
kurtulmak için deli taklidi yaparak rapor aldığını iddia ederler. Bu başarısız
denemeden sonra, Adnan Oktar yükselmesi için daha fazla çevre ve paraya
ihtiyacı olduğunun farkına varır.
90’lı yıllarda Refah Partisi’nin
yükselişi ona bu şansı sağlayacaktır. Dönemin konjonktürel faydalarından
yararlanan Oktar, ‘Harun Yahya’ takma adıyla, Yahudilik ve masonluk üzerine
cilt cilt kitaplar yazmaya başlar. Tabi tek hedefi mütedeyyin kesimler
değildir, kendisi Türkiye’deki bütün siyasetçiler üzerinde etki sahibi olmak
istemektedir. Bunun yolunu da çok daha farklı bir yöntemle gerçekleştirmeye
çalışır. Zengin, kısmen meşhur, kültürlü iyi ailelerden gelen genç kızları,
tarikatına bağlı yakışıklı genç erkekler vasıtasıyla kandırmak ilk hedefidir.
Akabinde ise bu kadınları kendisine cariye yapar ve sonrasında bu cariyeleri
cinsel bir obje olarak kullanıp hedeflediği gazetecileri, siyasetçileri veya
diğer önemli isimleri şantajla tehdit etmeye başlar. Gerisini 12 Kasım 1999’da
polis tarafından yakalandıktan sonra verdiği ifadelerden okuyalım;
“İSTANBUL Polisi'nin 12 Kasım
1999'da 50 adrese birden düzenlediği baskınlar sonucu başında bulunduğu şantaj
çetesi çökertilen Adnan Oktar, sindirmek istediği
kişilere ‘imamlar’ı aracılığıyla komplo düzenlettiğini itiraf
etti. Oktar, polisteki ifadesinde, imamlarına emir vererek, cinsi
münasebette bulunurken gizli video görüntülerini çektirdiği ya da pornografik
görüntülere fotomontaj yaparak basın kuruluşlarına ve yakın çevrelerine
göndererek sindirmeye çalıştığı kişilerin listesini açıkladı. Oktar,
Emniyet'teki ifadesinde, manken Ebru Şimşek, dansözler Leyla
Adalı ve Tanyeli'ye ‘fahişe oldukları için’ şantaj
yaptırdığını itiraf etti. Oktar'ın itiraflarına göre, şantaj listesinde
politika dünyasından Mesut Yılmaz, Mehmet Ağar, Celal Adan, Meral
Akşener; basın sektöründen de Dinç Bilgin, Zafer Mutlu, Fatih
Altaylı, Ayşe Özgün, Ayşe Arman ve Savaş Ay'ın adı yer aldı. Hoca'nın
imamları, Semra Özal'ın papatyalarından Nadire İçkale ile Eyilik
Ailesi'ne de şantaj yapmışlar.”[1]
Seçkin Piriler, Tuğçe Doras ve diğer
mağdurların ‘tarikat içerisinde cinsel ilişkiye zorlandıklarına ve istismara
uğradıklarına’[2] dair ifadeleri neticesinde Adnan Oktar tutuklanarak cezaevine
gönderilir. Fakat bu süreçte kuvvetle muhtemel bahse konu şantaj malzemeleri
gücünü hissettirecek, Mehmet Ağar’dan Celal Adan’a, Seçkin Piriler’den Tuğçe
Doras’a bütün mağdurlar şikayetlerini bir bir geri çekeceklerdi. Bunun
neticesinde de Adnan Oktar yaklaşık 2 yıl sonra tahliye edilecekti.
Sütten ağzı yanan Oktar o günden
sonra daha ihtiyatlı hareket etmeye başladı. Dönemin iktidarı AKP’nin ilk
yıllarında beklediği desteği de bulamayan Oktar bir süre kendini inzivaya
çekti. Bu esnada da cariye politikasını da değiştirmeye başlayacaktı. Artık
ünlüler veya mankenler hedefinde değildi. Tarikatındaki yakışıklı erkekler,
artık üniversitede okuyan, paraya ihtiyacı olan veya zengin yaşama hayalleri
kuran, alımlı ama çok da gösterişli olmayan kısacası tarikate muhtaç olabilme
potansiyeline sahip kızları gözlerine kestiriyorlardı. Böylesi bir tabloda, bu
tip genç kızların Adnan Oktar tarikatinin sağlayacağı ihtişamlı hayata
kanabilme potansiyeli çok daha fazla olacaktı. Bugün ‘kedicik’ olarak
adlandırılan kızların hayat hikayelerine baktığınızda hepsinin iyi eğitimli
olduğunu ama sıradan ailelerden geldiklerini görebilmekteyiz. Oktar bu kızları
kendi hayalindeki ‘güzel kadın’ imajı ile türlü estetik operasyonlarla tek tip
hale getirerek kendi cariyesi haline getirecekti. İşin bu boyutu dışında, Adnan
Oktar 11 Eylül 2001 sonrası değişen konjonktür ve Batılıların ‘Ilımlı İslam’
arayışına da cevap vermekte gecikmedi. Yahudi düşmanlığı yerini dinler arası
diyaloğun temsilciliğine bırakacaktı bu süreçte. 2009 yılında Adnan Oktar
hakkında oldukça çarpıcı ve detaylı bir analiz kaleme alan Halil Arda, Oktar’ın
oportünistliğini şu şekilde anlatıyor;
“Oktar’ın ideolojik ve siyasal
görüşlerindeki karışıklık gerçekten de bir inancı bulunmadığı, müritlerin
önerdikleri yolu izleyerek ününü arttıracak konulara saldıran bir oportünist
olduğu iddiasını doğrular gibidir. Eski bir müridinin bana aktardığı gibi,
“Herkes için bir şeyler vardı: Atatürk, namaz, yaratılış ve gerekirse,
kokain.”[3]
Böylesi bir tabloda, hapiste yattığı
süre zarfında gücü zayıflayan Oktar’ın gücünü yeniden toparlaması çok da zor
olmadı. Bu süreçte AKP iktidarı ile de ilişkilerini sıklaştıran Oktar, hem AKP
iktidarına hem de onun eski ortağı FETÖ’ye yönelik ılımlı ve destekleyici
mesajlarla her iki aktörün de sempatisini kazanmaya çalıştı. İşte bütün bu
stratejiler, kurulan çarpık ilişkiler, tehdit ve şantaj ağları vs. Adnan
Oktar’ın bugünün Türkiye’sinde aleni bir şekilde cariyelerine ‘kucak dansı’
yaptırıp bunu tüm Türkiye’ye izletmesine yol açıyor. Bütün muhalif güçlere her
fırsatta esip gürleyenler, her gördüğüne ‘sen kimsin ya’ diye çemkirenler, her
fırsatta muhalefetin ‘Anadolu’nun ve İslam’ın geleneksel değerlerine aykırı’
hareket ettiğini söyleyenler, bugün aleni bir şekilde erotik yayın yapacak
noktaya ulaşan Adnan Oktar ve tarikatına yönelik tek bir laf dahi edemiyor! O
zaman da insan soramadan edemiyor, Adnan Oktar kendisini böylesine dokunulmaz
kılacak ne gibi bilgilere, belgeler veyahutta başka tehdit-şantaj unsuru
oluşturacak şeylere sahip de, AKP iktidarını muma çevirebiliyor? Belki o yandaş
medyanın tetikçi kalemlerinden birileri bu husus hakkında cevaben bir şeyler
yazabilir örneğin kendisinin A9 kanalına her fırsatta çıkan ve Adnan Oktar ile
çok ‘yakın’ ilişkiler kuran ‘Küçük’ tetikçiler gibi, tabi cesaretleri varsa…
* Bu yazı ABC Gazetesi’nden
alınmıştır. http://www.abcgazetesi.com/adnan-oktar-gercekleri-77730h.htm
[1]
http://www.hurriyet.com.tr/sok-eden-itiraflar-39125407
[2]
http://www.hurriyet.com.tr/motorlar-sistemi-yendi-39173254
[3]https://newhumanist.org.uk/articles/2177/seks-sinek-ve-videokasetleri-harun-yahyan%C4%B1n-gizli-hayat%C4%B1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder