İnsanların
nefes almasını da yasaklayabilir misiniz?
Fikret Başkaya
Müslüman
Kardeşlerin Türkiye versiyonu olan Politik İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi
(AKP), 3 Y ile mücadele vaadiyle iktidara geldi: Yoksulluk, Yolsuzluk, Yasaklar...
Daha sonra adını fiilen değiştirdi, AK Parti oldu... Herhalde bunu adaleti ve
kalkınmayı parantez içine almak için yapmışlardı. Adalet ve Kalkınma böylece
görünür olmaktan çıktı. Üstelik yeni adını söylemeyeni düşman saydılar... Bir bildikleri
varmış NETEKİM!... Geride kalan 15 yılda artık adaletin esamesi okunmadı. Zaten
kalkınma diye bir kaygıları da yoktu ve olamazdı... Politik İslamcı bir
iktidarın o tarakta bezi olması mümkün değildir. Zira Politik İslamcıların bir
toplum projesi yoktur. Kaldı ki, dünyayı anlamaktan da acizdirler. Çözümü geride,
eskide aramak gibi bir aymazlıkla malûldürler... Onlar kalkınmadan bu ülkenin
varını-yoğunu talan etmeyi, yağmalamayı, kendilerini ve kendilerine
benzeyenleri zengin etmeyi anlıyorlar... Ve artık yağmalanmamış, talan
edilmemiş bir şey de bırakmadılar. Akıl almaz bir "rant düzeni"
kurdular. Boş buldukları her yeri betonlaştırdılar, kentleri öldürdüler, 'Büyük
Projelerle' ekolojik dokuyu, eko-sistemi mahvettiler...
Bir de ülkeyi
'askeri vesayetten' kurtarmayı vadetmişlerdi. Tabii askeri vesayete halisane
özgürlükçü/demokratik kaygılarla karşı değillerdi. Kendi vesayetlerini tesis
etmede askeri vesayeti bir engel olarak gördükleri için... Gerçek niyetlerinin
ne olduğunun anlaşılması için fazla zaman gerekmedi. Bağnaz özgürlük ve
demokrasi düşmanı olan Politik İslamcıların öylesi kaygılara sahip olması zaten
eşyanın tabiatına aykırıdır. Hakların, özgürlüklerin, hukukun, adaletin
kırıntısına bile tahammülü olmayan bir dinci iktidarın kendi vesayetini
dayatmaktan başka bir kaygısı olabilir miydi? Netice itibariyle kendi
dinci/gerici/yağmacı/talancı vesayetlerini dayatmak için başkalarının
vesayetini bahane etmişlerdi...
Kendileri ve
çevreleri zenginleştikçe, toplum çoğunluğu yoksullaştı. Zaten kapitalizm
dahilinde başka türlü olamazdı... Birilerinin (azınlık) zenginleşebilmesi için,
başkalarının (çoğunluk) yoksullaşması gerekir... Lâkin, ekonomik büyüme rakamlarını
ve istatistikleri manipüle ederek, yoksulluğu ve skandal gelir dağılımı
dengesizliğini görünür olmaktan çıkardılar... Bu konuda "konunun
uzmanları" iyi iş gördü... Yalanı büyütüp-yaymakta kusur etmediler...
Tabii yalanla bir yere kadar denecektir. Yoksullukla mücadele vaadiyle yola
çıktılar ve hiç bir zaman olmadığı kadar yoksul ve yoksulluk yarattılar. İşsizlik
bahsinde de durum vahim olmak kaydıyla...
Yolsuzluklara
gelince, kırdıkları rekorla kimse boy ölçüşemezdi. "Uluslararası bir yarışma açılsa", açık ara şampiyonluğu
kimseye bırakmazlardı... Hiç bir hukuk, hiç bir kanun, hiç bir kural, hiç bir
ahlak kırıntısı, hiç bir ölçü, hiç bir sınır tanımadılar. Oysa etik, sınır demektir. Potansiyel olarak
yapılabilir olanı yapmamak, sakınmak anlamındadır. Fakat bir şeyi daha başardılar,
tüm yolsuzlukları, dini, İslam'ı referans göstererek "meşrulaştırma"
yoluna gittiler... Geride kalan dönemde din,
Müslüman çoğunluğu aldatmanın, kandırmanın etkili bir aracı oldu... Ne
demeli, tuhaf bir "meşrulaştırma" yöntemi... Bu amaçla fetvacı din
alimleri sahaya sürüldü ve o zevat, yapılan onca yolsuzluğu, hırsızlığı, yağma
ve talanı Kur'an ayetlerine ve hadislere dayandırarak 'meşrulaştırma',
kabullendirme yoluna gittiler... Öyle ya din alimi ne için var? Aslında din bir
ideolojidir ve yoruma tabidir... Yorumcu din aliminin, ulemanın insafına
kalmıştır...
Yasaklara gelince,
artık yasak olanları değil, olmayanları saymak daha mantıklı olurdu, zira,
yasak olmayan pek bir kalmadı... Yakında bazı sözcükleri sözlüklerden çıkarmak
için bir hamle yapmaları şaşırtıcı olmaz. Her halde ilk çıkarılacak olanlar da,
barış, özgürlük, hak, hukuk, adalet, demokrasi, vb. olurdu... Elbette bu ülkede
basın özgürlüğü her zaman sorunluydu ama hiç bir zaman AK-PAK iktidar
dönemindeki kadar yerlerde sürünmemişti. Politik İslamcı AK iktidar basın
özgürlüğünün köküne kibrit suyu döktü. Bir AK medya oluşturdu... Dünyada bir
örneği var mıdır bilinmez... Çok sınırlı bir kaç istisna dışında artık
gazeteler gazete değil, tabii gazeteciler de gazeteci değil. AK tetikçi...
Utanma ve arlanma duygusundan, asgari etik kaygıdan yoksun insanlara gazeteci
denemeyeceğine göre... Malûm, gazetelerin toplum çoğunluğunun, özelikle de
ezilen ve sömürülen sınıfların vicdanı olması gerektiği söylenir. Zira
egemenlerin gazeteye ihtiyaçları yoktur. Onlar haberleşmenin başka imkân ve
araçlarına sahiptirler. Tabii televizyonların durumu da vahim. Etkin bir yalan
makinası işlevi görüyorlar. İnsanları aldatma, kandırma, alıklaştırma misyonuna
koşulmuş durumdalar... Velhasıl, her şeyin varlık nedenine yabancılaştığı, karşıtına
döndüğü bir zamandayız... Acaba bu
ülkede utanma duygusunun bu kadar yerlerde süründüğü bir zaman olmuş mudur? Elbette
toplumun maruz kaldığı 'etik-ahlâkî çürümeyi' külliyen AKP'ye fatura etmek
doğru olmaz. Kapitalizm kültürü çürütüyor ve AKP de o zemin üzerinde dans
ediyor aslında...
İyi de neden bu
kadar yalan, bu kadar yasak, bu kadar baskı, bu kadar terör, bu kadar zulüm?
Zira, asgari hukuk, adalet, özgürlük ve
demokrasi... koşullarında yönetebilmeleri artık mümkün değil. Çünkü 15 yılda
ülkeyi 'yönetilemez' hale getirdiler... "Olağanüstü işler" yapmaya
devam edebilmeleri için, "olağanüstü hale" ihtiyaçları var... Bunun
için de "olağanüstü" bir şeylerin olması gerekiyor. 15 Temmuz
Fetullahçı darbe girişimi, AK iktidarın "olağanüstü hali" sürekli
kılmasını sağladı. Şimdilerde yeni bir "imkân" daha ortaya çıkmış
bulunuyor: Zeytin Dalı... Terörle
mücadele gerekçesiyle Afrin'e girmek, "olağanüstü hali" sürdürmenin
yeni gerekçesi olabilir... Artık barış demek yasak ve yasakların başında
geliyor...
"Olağanüstü halde"
ısrarcı olmalarının iki nedeni var: Birincisi, artık 'normal koşullarda',
'olağan koşullarda' yönetemiyorlar, yönetebilme yetenekleri aşındı, zira,
ülkeyi yönetilemez hale getirdiler...; İkincisi, 'normal koşullarda' yapılacak
bir seçimi kaybedeceklerini biliyorlar... O zaman ne yayıp-edip 'olağanüstü
hali' sürdürmek zorundalar! Zira, dış politikadan iç politikaya, ekonomiden
siyasete, tarımdan sanayiye, eğitimden sağlığa... tüm alanlarda tam bir iflas
tablosu ortaya çıktı... Gerçek durum böyle ama AK politikacıların, AK "uzmanların"
ve AK medyanın sunduğu fotoğraf farklı... Türkiye'nin harikalar yarattığı
yalanını yaymakla meşguller... Lâkin yalanla, baskıyla, şiddetle, terörle bir
yere kadar... Böylesi bir genel iflas tablosu ortaya çıkmışken ve kaçınılmaz
olarak kitlelerin memnuniyetsizliği de büyümekteyken, çareyi "olağanüstü
hali" olağanlaştırmakta" görüyorlar... Adı üstünde 'olağanüstü' ve
bir süre sonra 'olağana', 'normale' dönüşü ima ediyor... İşte o kaçınılmaz
sondan korkuyorlar ama 'korkunun ecele faydası yoktur' denmiştir... İnsanların
'nefes almasını' engellemek mümkün olmadığı gibi, baskıyla, terörle, zulümle
özgürlükleri yok etmek de özgürlük ve haysiyet bilincine sahip inanların
mücadelesini etkisizleştirmek de mümkün değildir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder