Öğretmen Sorunları Maaşa İndirgenemez
Atalay Girgin*
Öğretmenin,
öğretmenliğin ve eğitimin sorunlarına ilişkin, çözüm diye ileri sürülecek ve
gerçekleştirilecek her şey durduğunuz ve baktığınız yere; yapmak istediğiniz,
olmasını arzuladığınız şeylere göre yeni sorunlar ve yeni çatışma alanları
yaratır. Çünkü eğitim alanı ve öğretmenlik, maaşa indirgenemeyecek denli önemli
ve asli olarak “Nasıl bir toplum, nasıl bir insan istiyoruz?” sorusuna yanıt
veren siyasal ve ideolojik aktörlerin açık ya da örtük mücadele alanıdır.
Hangi şatafatlı ve hamasi sözlerle süslenirse süslensin, öğretmen bu alanda cepheye sürülen, farkında olsun ya da olmasın, cephanesi ‘bilgi’ adlı ideoloji olan bir neferdir. Bu gerçekliği ve hakikati dikkate alarak şu iki temel ve genel belirlemenin altını çizmek gerekir:
Hangi şatafatlı ve hamasi sözlerle süslenirse süslensin, öğretmen bu alanda cepheye sürülen, farkında olsun ya da olmasın, cephanesi ‘bilgi’ adlı ideoloji olan bir neferdir. Bu gerçekliği ve hakikati dikkate alarak şu iki temel ve genel belirlemenin altını çizmek gerekir:
Birincisi,
Dünyada ve Türkiye’de içerisinde yaşanılan toplumsal gerçeklik, ekonomik,
sosyal, siyasal ve sınıfsal boyutlarıyla algılanıp anlamlandırılmadan öğretmen
ve öğretmenliğin sorunları, öncelik hangisine verilirse verilsin, salt maddeler
halinde sıralanmakla herkes için ortaya konulamaz. İkincisi, ulusal ya da
uluslararası düzeyde, mevcut sendikaların, kendi siyasal ve ideolojik seçim ve
önceliklerine göre belirledikleri sorun ve taleplerle de mevcut koşullar
içerisinde bu iş çözülemez. Çünkü sıralama nasıl olursa olsun, toplumsal,
siyasal ve ideolojik anlamda taraflardan birilerinin çözümü diğerlerinin
katmerleşen sorunu olacaktır ve olmaktadır da… Bundan, açıkça mücadele etmenin
dışında, kaçış yoktur.
Ancak hem toplumsal gerçeklik hem de mücadeleden kaçış, yanılsamalı bir biçimde tüm diğer sorun ve temel farklılıkların üzerine şal örtüp ötelercesine, öğretmenleri ekonomik sorun ekseninde ortaklaştırmaktadır. Birbirine taban tabana zıt anlayışlara sahip sendikaları bile aynı masada buluşturan, neredeyse tek sorun ekonomidir.
Ancak hem toplumsal gerçeklik hem de mücadeleden kaçış, yanılsamalı bir biçimde tüm diğer sorun ve temel farklılıkların üzerine şal örtüp ötelercesine, öğretmenleri ekonomik sorun ekseninde ortaklaştırmaktadır. Birbirine taban tabana zıt anlayışlara sahip sendikaları bile aynı masada buluşturan, neredeyse tek sorun ekonomidir.
Buna
bağlı olarak; günümüzde öğretmen, yaşadığı nesnel ve öznel sorunların da
etkisiyle, sembolik günlerde dile getirilen düşünce, talep, vaat ve
temennilerle, kadük ve kısır bir sendikal mücadele arasına sıkışmıştır. Bu
durum, bireysel ya da grupsal anlamda, neredeyse öğretmenlerin genelinin
ekonomik talep ve sorunlara, beklentilere yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Örneğin, her yıl yüzde kaç zam alınacağı, ek ders ücretlerinin, eğitim öğretim
ödeneğinin ne kadar olacağı, maaşının ne kadar artacağı, öte yandan bazı özlük
sorunlar, vb. bunlardan birkaçıdır.
Bu
örnekleri ne denli çoğaltırsak çoğaltalım, öğretmenlerin de bir parçası olduğu
işçi sınıfının genel talep ve sorunları (işsizlik, pahalılık, sigortasız,
sendikasız, sosyal güvencesiz çalışma, asgari ücretin altında işçi çalıştırma,
iş güvencesi, vb) bunların arasında kendisine hatırı sayılır bir yer bulamaz.
Çünkü öğretmenlerin ve sendikaların bir kısmı kendisini doğrudan işçi sınıfının
bir parçası olarak görmezken, kendisini kamu emekçisi diye niteleyerek sınıfla
ilişkisini deklare edenler de memurluğu yitirmek istemez. Ekonomik sorunun yanı
sıra yitirilmek istenmeyen memurluk da ortak bir payda olarak öne çıkar. Memurdan
öğretmen, öğretmenden memur olamayacağı hakikati bilinç düzeyine bile getirilmez.
Bunu düşünüp dert edinenler de bireysel olarak fazla bir şey yapamaz.
Oysa
öğretmenlerin faaliyet gösterdiği eğitim alanındaki çalışma, ücret, maaş,
ödenek, ek gösterge gibi, ekonomik sorun, talep ve beklentilerin başatlaştığı
bir işe indirgenemez. Ekonomik sorun ve talepler önemli olsa da öğretmenlik,
maaşının düşüklüğünden dolayı yapılmayacak ya da yüksekliğinden dolayı cansiperane
yapılacak bir iş değildir. Aksine bile isteye, koşulların zorluklarına rağmen,
bireysel ve toplumsal anlamda ve örgütlü bir biçimde yılmadan ve sabırla
mücadeleyi gerektiren bir iştir. Çünkü eğitim, özellikle de okullarda yapılan
sistematik eğitim, öğretmenin yanı sıra, asıl olarak yeni neslin, “Nasıl bir
toplum nasıl bir insan istiyoruz?” sorusuna egemenlerin verdiği yanıtlar
temelinde siyasal ve ideolojik açıdan biçimlendirilme, değiştirilip
dönüştürülme faaliyetidir. Burada müfredattan başlayarak, öğrenciye davranış ya
da kazanım adı altında aktarılması ve kavratılması istenen bilginin içeriği,
siyasal ve ideolojik göndermeleri, değeri ve niteliği de sorundur. Bununla
beraber okulda yapılmaması gerektiği halde yapılan, yapılması gerekip de
yapılmayan/yapılamayan, her biri itirazı ve mücadeleyi gerektiren birçok sorun
vardır.
Dolayısıyla
eğitim alanında insanlığın ve toplumun hem bugününü hem de geleceğini
ilgilendiren daha temel sorunlar dururken, öğretmenlerin ve sendikaların, sınıf
mücadelesi açısından da bir türlü avantaja ve genel kazanımlara dönüştüremedikleri
salt ekonomik soruna yönelmesi, bir yanıyla kafaları kuma gömmektir. Diğer
yanıyla ve asıl vahim olanı da kapitalist sömürü düzeninin siyasal ve ideolojik
temsilcilerince arzulanan insanı biçimlendirip yetiştirmek üzere mevziye
sürülen öğretmenlerin, sistemin gönüllü ya da “gönülsüz ve fedai ‘meçhul
asker’i” olmayı sineye çekmesi, düzenin duvarında tuğlaya dönüşmesidir. Ne
yazık ki eğitim sendikalarının düzenledikleri mitinglerde, basın
açıklamalarında söylenenler, dergilerinde, bildirilerinde, afişlerinde yazılanlar,
keza öğretmenlerin bireysel olarak eş, dost, arkadaş sohbetlerinde ağızlarından
dökülenler ne olursa olsun, okullarda fiilen yaşanan budur.
Türkiye’de
işçi sınıfının sendikalılık düzeyi yerlerde sürünürken, onun bir parçası olan
genelde kamu çalışanlarının, özelde ise öğretmenlerin sendikalaşma oranı, iki
bin yılından günümüze zirve yapmıştır. Ancak bu yükseliş bırakın sınıf
mücadelesi açısından gerçek bir örgütlenmeye, öğretmenin ve eğitimin asli sorunları
karşısında bile fiili bir duruşa tekabül etmemektedir. Çünkü sendikalı olan
kamu çalışanının aidatını bile devlet, yani işveren ödemektedir. Öğretmenlerin
büyük bir bölümü örgütlenme ve mücadele bilinciyle aidatını kendi cebinden
ödeyerek sendikalarını seçmemektedir. Aksine işim görülsün, yöneticilerle aram
bozulmasın, istediğim yere tayinim çıkabilsin, vb bireysel kaygı ve
düşüncelerle hareket etmekte, rüzgârın esişine göre yön tayin etmektedir.
Öğretmenlikle
zerre kadar bağdaşmayacak ve günümüzde öğretmenin aczini de sözüm ona itibar
sorununun sınırlarını da gösteren bu durum, asıl olarak eğitim sendikalarının,
geçmişe göre daha fazla zenginleşmesine, kasalarının dolmasına neden olmakta,
ancak mücadele güçlerini artırmamaktadır. Bu haliyle mevcut sendikaların,
örgütlenme düzeyleri ve sahip oldukları anlayışla öğretmen sorunlarının
çözümünde, siyasal iktidarın icazetini aşan düzeyde bir güç ve mücadele merkezi
olması da beklenemez. Çünkü kasanın anahtarı siyasal iktidarın elindedir. Eğer
herhangi bir iktidar, “Sendikalar üye aidatlarını üyelerinden kendileri
toplamalıdır. Üye aidatını iki ay ödemeyen üyenin üyeliği düşer.” kararını
verecek olsa, bugünkü sendikalı sayısı bir anda tuzla buz olur. Bu
ayrıcalıklarını yitirmek istemeyen sendika yöneticilerinin ve önde gelen
temsilci ve kadrolarının, sendikaları, fiili ya da potansiyel siyasal
iktidarların yedeğine takmaları, bir tür sarı sendikacılık olan, icazet
sendikacılığına soyunmaları kaçınılmazdır. Ne yazık ki mevcut kamu ve eğitim sendikalarının
birçoğunun durumu da budur. Ne memurluktan vazgeçmeyi göze alabilirler ne de
üye aidatlarını kendileri toplamayı… Dolayısıyla ham hayal görmeye gerek yok.
Bu koşullar altında hem eğitimin ve öğretmenlerin hem de sınıfın temel
sorunları ekseninde sendikal mücadele bir başka baharın işidir.
Oysa
yaşanan toplumsal koşullar altında, öğretmenler ve eğitim sendikalarının tümü
bile değil, yalnızca Eğitim-Sen ve üyeleri bile, kararlı bir biçimde okulu
mücadele alanı olarak seçseler, “pedagojik olanı daha politik ve politik olanı
da daha pedagojik yapma”1ya
yönelseler, kısa bir sürede siyasal, ideolojik ve sınıfsal anlamda birçok şey
değişmeye başlar. Bunun için yapılması gereken öncelikli iş, öğretmenin
yalnızca sözde değil, fiiliyatta da içerisinde yaşadığı topluma, öğrenciye,
veliye ve onun sorunlarına karşı toplumsal anlamda duyarlı olmayı seçmesi,
karşısındaki öğrenciye toplumsal gerçekliği ve sorunlarını, nedenleriyle
birlikte bütünsel olarak anlatması, göstermeye çalışmasıdır. Sistem öğretmenlik
mesleğini ne denli dönüştürmeye çalışırsa çalışsın, öğretmenin ekonomik
koşulları, çalışma zorlukları ne olursa olsun, bu yapılamayacak bir şey
değildir. İçerisinde yaşadığı topluma ve onun sorunlarına karşı, hem vicdani
hem etik boyutuyla sorumluluk bilincini taşıyan hiçbir öğretmen, adam sendeci
bir tutumla kendi kabuğuna çekilip düzenin ve egemenlerinin kayıtsız, şartsız
işgüderliğini, hizmetkârlığını seçemez ve seçmemelidir. Bunun gereklerini de
öğretmenler, asıl olarak sınıfta, okulda yapmalı, sesini ve itirazını yükseltmelidir.
Tasını tarağını toplayıp okulu terk etmemeli, adet sünnet yerini bulsun
dercesine basın açıklamalarında, mitinglerde slogan atmaya, boy göstermeye
indirgememelidir.
İşte,
eğer öğretmenler ve eğitim sendikaları bunu başarabilirlerse, hem öğretmenin ve
eğitimin sorunları, çözüm arayışları toplum nezdinde karşılığını bulup
genelleşir, hem de yakınılıp duran itibar/itibarsızlık sorunu gerçek anlamda
aşılır. Ve öğretmen, Henry A. Giroux’un dediği gibi, bulunduğu her ortamda
toplum için “kamusal entelektüel”2e
dönüşmeye başlayabilir. Aksi halde öğretmenler ve eğitim sendikaları, her 5
Ekim Dünya Öğretmenler Günü’nde ya da resmi olarak kutlanan 24 Kasım
Öğretmenler Günü’nde aynı sorunları konuşup, sözüm ona methiyelerle bezeli
benzer hamasi nutukları, bildirileri, mesajları dinlemeye devam eder. Yalan
söylemeyin, doğru sözlü, dürüst, ahlaklı, ilkeli ve sözünüzün sahibi olun
dedikleri öğrencilerin gözleri önünde, siyasal iktidara ve esen rüzgâra göre
sendikalar arasında rüzgârgülü misali döner dururlar. Bu mevcut koşullar
altında sorunlar ve onların çözümü de öğretmenlerin ve sendikaların itibarı da
düzenin ve efendilerin icazeti ve ayaklarının dibindeki minderde işgal
etmelerine izin verdikleri yer kadardır.
Bu
makûs talihi değiştirmek ise egemenlerin işgüderi olmamayı seçen öğretmenlerin
ve sendikaların sınıfta, okulda ete kemiğe bürünen, toplumsal, sınıfsal karşılığını
bulan örgütlenme ve mücadeleleriyle mümkündür. Mücadele ederek haklar elde
etmek yerine, ulufe ve icazet anlayışına sığınıp, hem de öğrencilerin önünde
ilkesiz ve tutarsız bir biçimde rüzgârgülüne dönüşüp durmalarıyla değil. Sonuç
olarak; sorun, düşük maaş, öğretmenlik mesleğinin dönüşmesi/dönüştürülmesi,
itibar/itibarsızlaştırmadan ibaret değildir. Aksine asıl sorun, genel olarak öğretmenin
kendisinde ve sendikalarının da sahip olduğu örgütlenme ve mücadele
anlayışındadır.
* Felsefe
Öğretmeni; http://atalaygirgin.blogspot.com.tr
1 Eleştirel
Pedagoji Dergisi, sayı 41, sf. 15.
2 Eleştirel
Pedagoji Dergisi, sayı 41, sf. 12.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder