Okullar İmalathane,
Öğretmenler Tekniker; Ya Öğrenciler?
Atalay Girgin*
Genel sistematik eğitimin yapıldığı her
okul, girdisi ve çıktısı belli olan, tipik bir açık örgüttür, tipik bir açık
imalathane. Meşruluğunu ve dayanağını, yapacağı eğitimi planlayıp programlayan
siyasal iktidardan, devletten alan, onun kendisine yüklediği işlevleri yerine
getirmek üzere tasarlanıp kurgulanmış bir alt örgüt, bir alt işletme.
Temel işlevi, gönüllü ya da gönülsüz,
çatısı ve yapısı içerisine giren herkesi, hem biçim hem de içerik düzeyinde
belirlenmiş kabuller temelinde, düşünmeye, söylemeye ve davranmaya
yöneltmektir. Bunu gerçekleştirmek için cezanın da ödülün de kullanıldığı bir
örgüt. Kendi özelinde bu örgütün görünür temel yapıtaşları, okul idaresi,
öğretmenler, hizmetlilerdir. Bu yapıtaşlarının işlemek ve “istendik davranışlar
kazandırarak”, işbirliği içinde biçimlendirmeye yöneldikleri, bir başka deyişle
mamul bir ürüne dönüştürmeye çalıştıkları malzeme de öğrencilerdir. Yani
hammadde… Ehh! Üretim dediğin de bir nesnenin, biçiminde, içeriğinde ya da
yerinde değişiklik yapmak değil midir ki zaten?
Okulda eğitim ya da değiştirme,
dönüştürme, biçimlendirme faaliyetinin içeriği ve biçimi, onu oluşturan
yapıtaşlarınca belirlenmez. Bir başka deyişle, bu faaliyetin özneleri ne
idaredir, ne de öğretmenler ve hizmetlilerdir. Onlar özelde birbirlerine,
genelde ise öğrencilere karşı, kendilerine tanınan hak, sorumluluk ve yetkiler
çerçevesinde göreli ve yanılsamalı bir hiyerarşik iktidara sahip oluşun
sakatlanmış bilinç haliyle, kendilerinden istenenleri, beklenenleri yapmak ve
yaptırmakla yükümlüdürler. Bazen yaptıklarıyla gururlanıp haz duyarak, bazen
ise içsel ya da dışsal çatışmalarla savrulup acı çekerek. Çünkü, bazen
yaptıkları yapmak istedikleridir. Bazen ise yaptıkları, söyledikleri, asla
yapmak ve söylemek istedikleri değildir. Ama bile isteye ya da hayırhah bir
yaklaşımla yapmışlardır.
Belirlenen işleyişi temelinde okul,
hangi toplumsal kesimden gelirse gelsin, hangi siyasal-ideolojik, sınıfsal
tercihlere, hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun, öğrenciden önce,
yapıtaşlarını ve onların içerisinde de öncelikle öğretmeni değiştirip
dönüştürmeye ve biçimlendirmeye yönelir.
Öğrenciden önce öğretmen, farkına bile
varmadan bazen Pavlov’un köpeği deneyinde olduğu gibi davranır. Anımsayın,
yalnızca öğrenciler için değil, öğretmenler için de zil çalar. Bazen Skinner’in
faresi gibi davranır. Ödüle ulaşmak ya da istediği bir şeyin olmasını
sağlayabilmek için, idarenin ve üst yöneticilerin hoşuna gidecek uygun
davranışı bulmaya ve onu gerçekleştirmeye yönelir. Çünkü bunu yapmazsa, cezaya
kadar uzanan sürecin başlayabileceğini bilir. Tıpkı sınıftaki, öğretmen
karşısında, uyarıdan, azarlanmadan ya da cezadan kaçınmak isteyen veyahut da
öğretmenin gözüne girmek, onun lütfuna, övgüsüne mazhar olmaya çalışan öğrenci
misali...
Dolayısıyla, sistemin egemenlerinin
“Nasıl bir toplum, nasıl bir gençlik, nasıl bir insan istiyoruz?” sorularına
verdikleri yanıtlar temelinde belirledikleri içerik doğrultusunda, klasik ve
edimsel koşullanma yoluyla öğrenerek, düşünme, söyleme ve davranışa yönelme hem
öğrenci hem de öncelikle öğretmen için geçerlidir. (Başta "Performans" değerlendirmesi olmak üzere siyasal iktidarca yapılan ve ne yazık ki birçok öğretmenin farkında bile olmadıkları bir dizi düzenlemenin neden alamet-i farikasının ne olduğunu sanıyorsunuz ki...) Çünkü öğrenciyi
biçimlendirmesi bekleneni biçimlendiremeyen hiçbir sistem başarılı olamaz. Ki
bunu da en iyi bilenler, sistemin efendileri ve onların her düzeydeki
işgüderleridir.
Sorunu salt ekonomik sorunları temelinde
algılayan öğretmense, boynunu, asıl olarak da benliğini çaresiz ve usulca
uzatır bu giyotine. Bir yanda ekonomik ihtiyaçları ve yitirmek istemediği
memurluğu vardır, diğer yanda ise benliği ve öğretmenliği… Ne yazık ki o, ne
denli gönüllü ya da gönülsüz olsa da ikincisinden vazgeçer ve yalnızca
kendisinden isteneni yapan bir teknikere, “Düzenin duvarındaki tuğla”ya
dönüşür. Oysa ikinciden vazgeçiş, birincide de kaybedişe kapıyı aralamaktır. Teknikerlik
ise öğretmenlikle bağdaşmaz. Tıpkı; okulun imalathaneye dönüştürülmesi gibi…
Ve sonrasında öğretmen, verilecek üç kuruşluk zam hesaplarına
endeksler yaşamını. Atilla İlhan’ın, “Bir yerde vahim bir yanlış yapılmıştır /
Ne söylemeye dilim varır / Ne düzeltmeye gücüm yeter / Meyyus bir papağan gibi
/ Söylenir dururum kendi kendime” dizeleri misali, sızlanır durur.
Eğer bir gün, benliğini kazanmaya ve
bilinçli ya da bilinçsizce bir deli gömleği gibi sırtına geçirilmesine sessiz
kaldığı teknikerlik zırhını parçalayıp atmaya yeltenirse öğretmen, işte o gün
okullar da imalathane olmaktan çıkmaya başlar. Ne var ki o gün hiç de yakın
gözükmüyor şimdilik!
Dolayısıyla, kimler üzülecek, kimler
sevinecek, kimler sorun edinecek bu durumu bilemiyorum ancak, öğrencinin,
teknikerlerin elinde imalathaneler için hammadde oluşu gerçekliği ve hakikati
de değişmeyecek yakın gelecekte. Sistemin her düzeydeki işgüderleri de gönül
rahatlığıyla, kına yakma partisi düzenleyebilirler artık. Teknikerlik
boyunduruğu hayırlı olsun efendim; vatana, millete ve ol dahi, bu süreçte el
pençe divan duranlara…
Birinci Soru: Memurdan Öğretmen Öğretmenden Memur Olur Mu?
İkinci Soru: Öğretmenlik Kişiye İtibar Kazandırır Mı?
Bu yazının daha geniş bir versiyonu, ELEŞTİREL
Pedagoji Dergisi’nin 25. Sayısında yer almaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder