Öğretmenlik
Mesleği Dönüştürülürken Öğretmenler Neden
Susar?
Atalay
Girgin*
“Gün
doğarken bülbül susar!”1
der bir yazar. Bülbülün neden sustuğu, anlamlandırmalara bağlı olarak değişir.
Çünkü ne denli sorsanız da bülbül söyleyemez size bunun nedenini.
Ancak öğretmenler,
bülbül değildir. Onlar akıl sahibi varlıklar olarak, düşünüp,
anlamlandırabilir; sorup sorgulayabilir; dahası bu eylemlerini söze dökerek
taçlandırabilir. Elbette düşünme, sorma, sorgulama eylemlerini eleştirel ya da
kabullenme anlamında söylemle taçlandırabilme, farkındalıkla mümkündür. Farkındalığın
olmadığı, olup biteni sorgulamanın gerçekleşmediği yerde ise ağızdan kelimeler,
sözler dökülse bile, aslında derin bir sükûnet hüküm sürer.
Herhangi bir konuda ve
yerde, derin bir sessizliğin, derin bir sükûnetin meriliğine ilişkin Türkçe’de
birkaç söz vardır. Bunlardan birincisi, “Söz gümüşse sükût altındır.” sözüdür
ki bunun konumuzla ilgisi yoktur. İkincisi ise “Sükût ikrardan gelir.” bir
diğeri ise “Fırtınadan önceki sessizlik”tir.
Öğretmenliğin
dönüştürülmesi bağlamında bizi ilgilendiren son iki sözdür. Öğretmenlik
mesleğinin, farkında olunsun ya da olunmasın, 1970’li yıllardan başlayarak önce
yavaş yavaş, 2000’li yıllarla birlikte ise hızlı bir biçimde dönüştürülmesi
karşısında öğretmenlerin suskunluğunu, sessizliği neye yormalı, nasıl
anlamlandırmalı? Belki de daha temel bir soru, öğretmenler, öğretmenlik
mesleğinin dönüştürülüşünün farkındalar mı?
Eğer öğretmenler, bu
dönüştürülüşün farkındalarsa, var olan sessizliklerini, bir kabullenme olarak
anlamlandırıp, dönüştürenlerle aynı paralelde düşündüklerine yormak ve
gelişmeleri “Sükût ikrardan gelir”
dercesine onayladıklarını söylemek gerek. Bu durumda “Fırtınadan önceki sessizlik” sözünün, öğretmenlik mesleğinin
dönüştürülüşü sürecinde hiçbir hükmü yoktur.
Ancak kanaatim odur ki,
öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu, dönüştürülme sürecinin farkında değildir.
Keza neyin, neden, nasıl ve hangi amaçlarla dönüştürüldüğünü de bilmemektedir.
Günlük maişet derdi içerisinde kafaları meşgul olan öğretmenlerin, ne olup
bittiğini öğrenme çabasına yönelip yönelemedikleri ise apayrı bir sorundur. Dolayısıyla
farkında olmadıkları bir sorun hakkındaki sessizliklerinin, yukarıdaki iki
sözle de uzaktan yakından bir ilişkisini kurmak olası değildir.
“Öğretmenlik
Mesleğinin Dönüşümü”2
Öğretmenlerin büyük bir çoğunluğunun farkında
olmadığı için sorun edinmediği, “Öğretmenlik mesleğinin” dönüştürülmesi, Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi Ahmet Yıldız ve yüksek lisans öğrencileri tarafından araştırılma ve
inceleme konusu yapıldı. ELEŞTİREL
Pedagoji Dergisi’nin de 25. sayısında dosya konusu yapıp yayınladığı bu
çalışmada dönüşümün / dönüştürülmenin nedenlerine yer verildi.
Bu kapsamlı çalışmayı
burada aktarmak söz konusu olamasa da, bazı tespitlerine satır başlarıyla
değinmek ve paylaşmak mümkün. İşte onlardan birkaçı:
70’li yıllarda başlayan
dönüşümün, “1980 sonrası eğitimde yaşanan neoliberal” politikalarla ilgili
olduğu ve yalnızca Türkiye’de değil, “son otuz yılda küresel düzeyde” etkili
olduğu vurgulanmakta.
Buna bağlı olarak,
“Tanım ve nitelikleri küresel ölçekte yeniden belirlenen bu öğretmen”in,
“öğrencinin bütünsel gelişimiyle ilgilenmek yerine, maaşındaki artışları daha
doğrudan etkileyen performans hedeflerine” yöneleceği belirtilmektedir. Bu
dönüşümle birlikte ortaya çıkan “mekanik süreçte öğretmen”in “idealist
öğretmenden teknisyen öğretmen” haline getirildiğinin ve bunu geçmişten
günümüze çekilen filmlerde de izlemenin mümkün olduğunun altı çizilmekte ve filmlere
atıfla da şöyle denilmektedir:
“İdealist öğretmen, ‘şimdi’ ile bağlantısız, nostaljiyle anımsanan bir
geçmişe hapsedilmiştir; yakın dönem filmlerde ise, ya yoksulluğu, geçim
sıkıntısı vurgulanarak toplumsal saygınlığını yitirmiş, geçmişte idealleri yüzünden
zorluklar çekmiş ve hala zorluk çeken, buruk, mutsuz ve yalnızlaşan bir
öğretmen ya da beceriksizliği, paragözlüğü, çıkarcılığı ile alay konusu olan
bir öğretmen figürü öne çıkmıştır.”
Yazıdan bir başka
tespit: “Neo liberal ideolojiye göre
öğretmen sürekli denetim altında tutulması gereken, mesleği üzerinde herhangi
bir özerkliğe sahip olmayan bir teknisyendir.” Çünkü ondan istenen ve
beklenen, özerk düşünen, özerk inisiyatifler geliştirip eyleyebilen,
entelektüel olarak kendisini geliştirip, entelektüel düzeyde de öğrencilerinin
düşünsel ufuklarını genişleten bir öğretmen olmak değildir.
Peki; nasıl bir
öğretmen olmasıdır? İşte temel soru budur. Bununla bağlantılı bir diğer soru
da, “Öğretmen geçmişte nasıl bir öğretmendi ki, neyi, neden, niçin, nasıl ve
kimin için yapıyordu?” sorusudur.
Ne hazindir ki, sonuncu
soruyu düşünüp, gerçekliğin hakikatine uygun yanıtı veremeyenlerin, öğretmenlik
mesleğinin dönüştürülüşünün farkına varıp, temel soru ve sorun karşında
ağızlarını açabilmeleri mümkün değildir.
Kim bilir ki belki de
öğretmenlik mesleği dönüştürülürken, öğretmenlerin derin bir sessizliğe
gömülmelerinin ardındaki asıl neden budur. Kim bilir, belki de öğrenilmiş ve
bilinçlerine kazınmış çaresizliktendir suskunlukları. Ya da bir başka ihtimal,
işgüderliğin fevkine varıp, “Efendiler neylerse güzel eyler. Bize söz düşmez”
diye düşünmelerindendir.
Hangi nedenle olursa
olsun, günümüzde öğretmenler, “Gün doğarken bülbül”ün susuşu misali,
mesleklerinin dönüştürülüşü karşısında “Dut yemiş bülbül” kesilmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder