18 Ocak 2013

ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ DÖNÜŞTÜRÜLÜRKEN...


Öğretmenlik Mesleği Dönüştürülürken  Öğretmenler Neden Susar?

Atalay Girgin*

“Gün doğarken bülbül susar!1 der bir yazar. Bülbülün neden sustuğu, anlamlandırmalara bağlı olarak değişir. Çünkü ne denli sorsanız da bülbül söyleyemez size bunun nedenini.

Ancak öğretmenler, bülbül değildir. Onlar akıl sahibi varlıklar olarak, düşünüp, anlamlandırabilir; sorup sorgulayabilir; dahası bu eylemlerini söze dökerek taçlandırabilir. Elbette düşünme, sorma, sorgulama eylemlerini eleştirel ya da kabullenme anlamında söylemle taçlandırabilme, farkındalıkla mümkündür. Farkındalığın olmadığı, olup biteni sorgulamanın gerçekleşmediği yerde ise ağızdan kelimeler, sözler dökülse bile, aslında derin bir sükûnet hüküm sürer.

Herhangi bir konuda ve yerde, derin bir sessizliğin, derin bir sükûnetin meriliğine ilişkin Türkçe’de birkaç söz vardır. Bunlardan birincisi, “Söz gümüşse sükût altındır.” sözüdür ki bunun konumuzla ilgisi yoktur. İkincisi ise “Sükût ikrardan gelir.” bir diğeri ise “Fırtınadan önceki sessizlik”tir.

Öğretmenliğin dönüştürülmesi bağlamında bizi ilgilendiren son iki sözdür. Öğretmenlik mesleğinin, farkında olunsun ya da olunmasın, 1970’li yıllardan başlayarak önce yavaş yavaş, 2000’li yıllarla birlikte ise hızlı bir biçimde dönüştürülmesi karşısında öğretmenlerin suskunluğunu, sessizliği neye yormalı, nasıl anlamlandırmalı? Belki de daha temel bir soru, öğretmenler, öğretmenlik mesleğinin dönüştürülüşünün farkındalar mı?

Eğer öğretmenler, bu dönüştürülüşün farkındalarsa, var olan sessizliklerini, bir kabullenme olarak anlamlandırıp, dönüştürenlerle aynı paralelde düşündüklerine yormak ve gelişmeleri “Sükût ikrardan gelir” dercesine onayladıklarını söylemek gerek. Bu durumda “Fırtınadan önceki sessizlik” sözünün, öğretmenlik mesleğinin dönüştürülüşü sürecinde hiçbir hükmü yoktur.

Ancak kanaatim odur ki, öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu, dönüştürülme sürecinin farkında değildir. Keza neyin, neden, nasıl ve hangi amaçlarla dönüştürüldüğünü de bilmemektedir. Günlük maişet derdi içerisinde kafaları meşgul olan öğretmenlerin, ne olup bittiğini öğrenme çabasına yönelip yönelemedikleri ise apayrı bir sorundur. Dolayısıyla farkında olmadıkları bir sorun hakkındaki sessizliklerinin, yukarıdaki iki sözle de uzaktan yakından bir ilişkisini kurmak olası değildir.

“Öğretmenlik Mesleğinin Dönüşümü”2

Öğretmenlerin büyük bir çoğunluğunun farkında olmadığı için sorun edinmediği, “Öğretmenlik mesleğinin” dönüştürülmesi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi Ahmet Yıldız ve yüksek lisans öğrencileri tarafından araştırılma ve inceleme konusu yapıldı. ELEŞTİREL Pedagoji Dergisi’nin de 25. sayısında dosya konusu yapıp yayınladığı bu çalışmada dönüşümün / dönüştürülmenin nedenlerine yer verildi.

Bu kapsamlı çalışmayı burada aktarmak söz konusu olamasa da, bazı tespitlerine satır başlarıyla değinmek ve paylaşmak mümkün. İşte onlardan birkaçı:
70’li yıllarda başlayan dönüşümün, “1980 sonrası eğitimde yaşanan neoliberal” politikalarla ilgili olduğu ve yalnızca Türkiye’de değil, “son otuz yılda küresel düzeyde” etkili olduğu vurgulanmakta.

Buna bağlı olarak, “Tanım ve nitelikleri küresel ölçekte yeniden belirlenen bu öğretmen”in, “öğrencinin bütünsel gelişimiyle ilgilenmek yerine, maaşındaki artışları daha doğrudan etkileyen performans hedeflerine” yöneleceği belirtilmektedir. Bu dönüşümle birlikte ortaya çıkan “mekanik süreçte öğretmen”in “idealist öğretmenden teknisyen öğretmen” haline getirildiğinin ve bunu geçmişten günümüze çekilen filmlerde de izlemenin mümkün olduğunun altı çizilmekte ve filmlere atıfla da şöyle denilmektedir:

İdealist öğretmen, ‘şimdi’ ile bağlantısız, nostaljiyle anımsanan bir geçmişe hapsedilmiştir; yakın dönem filmlerde ise, ya yoksulluğu, geçim sıkıntısı vurgulanarak toplumsal saygınlığını yitirmiş, geçmişte idealleri yüzünden zorluklar çekmiş ve hala zorluk çeken, buruk, mutsuz ve yalnızlaşan bir öğretmen ya da beceriksizliği, paragözlüğü, çıkarcılığı ile alay konusu olan bir öğretmen figürü öne çıkmıştır.”

Yazıdan bir başka tespit: “Neo liberal ideolojiye göre öğretmen sürekli denetim altında tutulması gereken, mesleği üzerinde herhangi bir özerkliğe sahip olmayan bir teknisyendir.” Çünkü ondan istenen ve beklenen, özerk düşünen, özerk inisiyatifler geliştirip eyleyebilen, entelektüel olarak kendisini geliştirip, entelektüel düzeyde de öğrencilerinin düşünsel ufuklarını genişleten bir öğretmen olmak değildir.

Peki; nasıl bir öğretmen olmasıdır? İşte temel soru budur. Bununla bağlantılı bir diğer soru da, “Öğretmen geçmişte nasıl bir öğretmendi ki, neyi, neden, niçin, nasıl ve kimin için yapıyordu?” sorusudur.

Ne hazindir ki, sonuncu soruyu düşünüp, gerçekliğin hakikatine uygun yanıtı veremeyenlerin, öğretmenlik mesleğinin dönüştürülüşünün farkına varıp, temel soru ve sorun karşında ağızlarını açabilmeleri mümkün değildir.

Kim bilir ki belki de öğretmenlik mesleği dönüştürülürken, öğretmenlerin derin bir sessizliğe gömülmelerinin ardındaki asıl neden budur. Kim bilir, belki de öğrenilmiş ve bilinçlerine kazınmış çaresizliktendir suskunlukları. Ya da bir başka ihtimal, işgüderliğin fevkine varıp, “Efendiler neylerse güzel eyler. Bize söz düşmez” diye düşünmelerindendir.

Hangi nedenle olursa olsun, günümüzde öğretmenler, “Gün doğarken bülbül”ün susuşu misali, mesleklerinin dönüştürülüşü karşısında “Dut yemiş bülbül” kesilmişlerdir. 



* Felsefe Öğretmeni; http://atalaygirgin.blogspot.com
1 Elsa Triolet, Gün doğarken bülbül susar, Çev. Okay Gönensin, Adam Yayınları.
2 ELEŞTİREL Pedagoji Dergisi, sayı 25, sayfa 5.

Hiç yorum yok: