Sivas
Katliamı; İlinek İnsanın Zaferi
Atalay
Girgin*
Her acı bireysel
yaşanır. Hangi sözcükleri seçerseniz seçin, hiçbir acı anlatılamaz. Olsa olsa
yaşanan acıya ilişkin yalnızca bir duygulanım hissettirilebilir yazılanlar ve
gösterilenlerle. Boğazınızda bir düğüm, gözlerinizde taştı taşacak bir gözyaşı
birikintisidir oluşabilecek olan.
Anlatılara sığmaz
hiçbir acı… Yaşanmamışsa bilinmez! Yaşansa da hiç kimsenin acısı bir diğerinin
aynı değildir. Diri diri yanmanın… Diri diri yakılmanın, saniye saniye, çevreden
yükselen dumanlar ve yanık et kokuları arasında, yana yana öldürülmenin acısı
nasıl anlatılabilir ki, dört bir yanı kuşatan alevler içinde kalmamış ve hiç
yanmamış olana…
Yananlar, yakılanlar
varsa, yakanlar da vardır. Kibriti çakanlar, benzini döküp ateşi tutuşturanlar
da… Uzaktan ya da yakından yükselen alevleri izleyen, yükselen canhıraş
çığlıkları dinleyenler de… Zafer çığlıkları ve nidaları arasında kendilerinden
geçenler, muzaffer bir edayla ortalıkta dolaşanlar da… Yananların bedeninden
yükselip dağılan yanık et kokularını içlerine çeke çeke beslenenler de… Onlar
hâlâ aramızda dolaşıyor!
Sivas’tan söz ediyorum.
Bu toplumun tarihine som altından harflerle eklenen, Sivas katliamından… Sivas’ta bir zafer kazanılmıştır. Sivas’ta
bir insanlık suçu işlenmiştir. Hem de tüm toplumun gözleri önünde… Zaferin adı;
Sivas katliamıdır. Nevi; insanlık suçu…
Atalarının yolundan,
insanlık dışı, insanlık düşmanı düşüncelerin, din temelli siyasal-ideolojik
anlayışların peşinden gidenler, gelecek nesillere örnek bir zafer
bırakmışlardır. Camilerde namazlarını kılıp, Allah’ın takdir ve inayetiyle,
zaferlerini mübarek kere mübarek kılarak ateşe vermişlerdir diri diri
insanları. Ama insanı ve insanlığı paranteze alarak…
Sivas katliamı,
insanın, insanlığın, ilinek insanın karşısındaki makûs talihidir. İnsan ile
ilinek insan ya da ilinekleşen insan arasında temel bir fark vardır. Söz konusu
makûs talihin nedenlerinin başında da bu fark gelir.
İlinek insan, kendi
değerini kendisinden başlatmayan, başlatamayan insandır. Yalnızca kendisinin
değil; aynı zamanda karşısındaki insanın değerini de… Bundan dolayı, hem
kendisini, hem de karşısındaki insanı, değeri ve değerleriyle kişi bütünlüğüne
sahip bir birey olarak görmez. İlinek insan, her zaman, değerini, kendi
dışındaki bir varlıktan başlatır. Bu değeri onunla ilişkisinin yakınlığı veya
uzaklığı temelinde belirler. Kabullerini de reddediş ve yok sayışlarını da belirleyen
budur.
Bu varlık kimi ilinek
insana göre Allah’tır, dindir, ölü ya da diri dini bir lider, kutsal varsaydığı
bir varlıktır. Kimine göre devlettir, millettir. Kimine göre statü, kurum ya da
saygın kabul edilen bir kişi, vb.dir. Kimine göre de aynı anda bunların bir
kısmı ya da tümüdür. İlinek insan için kendisinin ve karşısındakinin değerini
belirleyen bunlarla olan ilişkisinin yakınlığı, uzaklığıdır. Dolayısıyla
kişinin değerinin olumluluk veya olumsuzluğunun ölçütü de…
İnsan ise, ilinek
insanın tam zıddı bir kabule sahiptir. Temel hareket noktası şudur: Her insanın
değeri ve değerleri vardır1. Etnik
kökenine, inanıp inanmayışına, diline, dinine, kılığına kıyafetine, statüsüne,
vb. bakmaksızın, karşısındaki kişiyi, öncelikle kişi bütünlüğüne sahip değeri
ve değerleri olan bir insan olarak değerlendirir. Çünkü o, hem kendisinin hem
de karşısındaki kişinin değerini ve değerlerini kendisinden başlatır. Kendisi
dışında var olan ya da var olduğu varsayılan, gerçek ya da düşsel, düşünsel
varlık ya da varlıklardan değil. Dolayısıyla onlarla ilişki düzeyinin ne olup
ne olmadığının hükmü yoktur.
Hiçbir insan yavrusu,
anasının karnından ilinek insan olarak doğmaz. Ancak, insanın insanı sömürüsüne
dayanan toplumlarda, cinsel, dinsel, siyasal, ideolojik, ekonomik, vb. ilişki,
sömürü ve tahakküm mekanizma ve kurumları, insan yavrusunu hızla kuşatır. Onu
her geçen gün kendi kabulleri temelinde, insanı, toplumu, dünyayı ve evreni
anlamlandırmaya zorlar. Bazıları sormaya, sorgulamaya kapalı, yani dogmatik
kabulleri temelinde, iyi-kötü, olumlu-olumsuz, vb. değerler atfedilip nesneleştirilmiş
bir dünya sunar.
Bunlar arasında yol
alıp, kendi aklıyla düşünen, kendi kabullerini oluşturan, değerini ve
değerlerini kendisinden başlatan, kişi bütünlüğüne sahip bir birey, bir insan
olabilmek zordur. Ancak, var olan sömürü ve tahakküm sistemini korumak ve
varlığını devam ettirmek üzere sunulan kabulleri veri alıp içselleştirerek,
değerini ve değerlerini kendi dışındaki bir varlıktan başlatmak, kısacası
ilinekleşmek, ilinek insan olmak kolaydır.
İşte bundan dolayıdır
ki, ikinciler tarih boyunca toplumların çoğunluğunu oluşturmuştur. Tarih
boyunca sürüler halinde güdülmüş, savaşta eğer ölürlerse şehit, öldürür ve
zafer kazanırlarsa da kahraman olacaklarına inandırılmışlardır. Hâlâ da buna
inanırlar ve bundan sonra da inanmaya devam edeceklerdir. Çünkü ilinek insan,
ilinekleştirilen insan, egemenlerin, egemenliklerini sürdürmek isteyenlerin
hava gibi, su gibi, yaşam kaynaklarından biridir. İlinek insanın tükenişi
onların kâbusudur. Bundan dolayı, dünyanın her yerinde egemenler, dinsel,
siyasal, ideolojik, vb. kurumlarıyla seri olarak ilinek insanlar üretir.
İlinek insan her
toplumda her dönem vardır. Sinsi bir sırtlan, sinsi bir çakal gibi, büyük ya da
küçük efendilerinin işaretini bekler. Dünyanın her yerinde, her toplumda,
yerine ve zamanına göre benzer ya da farklı farklı sıfatlar altında arz-ı endam
eyler. Sözüm ona farklı farklı kutsal
görevler ifa eder.
Örneğin; zamanın
iktidarının ve işbirlikçilerinin tezgâh, tertip ve sözlerinin peşinde, 6/7
Eylül’de, “gavur”ları yıldırıp kovmak üzere, zincirlerinden boşanmışcasına
İstanbul sokaklarına salındıklarında, evlerini, işyerlerini talan edip,
kadınlarına tecavüz ettiklerinde, ilinek insanın sıfatı, “Türk ve Müslüman”dı.
Keza; Kahramanmaraş’ta,
yüzlerce insanı, alevi ve solcu oldukları için katledip, gözleri görmeyen, bir
yerlere kaçamayan yaşlı bir kadının, başını bahçedeki tuvalet çukuruna sokup,
sonra da bacaklarının arasına araba okunu yerleştirdiklerinde, Allah ve Türklük
yolunda kutsal bir savaş veren ilinek insanın sıfatı, “Müslüman-Sunni-Türk-Milliyetçi-Ülkücü”ydü.
Velhasıl; Sivas’ta,
camilerde topluca kıldıkları namazların ardından Madımak’a saldırıp ateşe vererek,
içeridekileri diri diri yaktıklarında, ilinek insanın sıfatı, “Müslüman-Sunni”ydi.
Her birinde zafer
ilinek insanın oldu. İnsanın ve insanlığın üstü çizildi. İlinek insanı üreten,
insanı kitleler halinde ilinekleştiren kurumlar ve iktidar ilişkileri, varlık
koşullarıyla birlikte ortadan kaldırılmadığı sürece de bu gerçek ve gerçeğin hakikati
değişmeyecek. Hele hele, her katliamının yıl dönümünde yükselen “UNUTMAYACAĞIZ!
UNUTTURMAYACAĞIZ!” sözleri, bunu hiç mi hiç değiştirmeyecek.
Çünkü, hangi toplumda
olursa olsun, hesabı sorulmayan, bedeli ödetilmeyen her katliam, her insanlık
suçu yapanların yanına kârdır. Kurumsal süreklilik anlamında ise bunu yaptıran,
güdüleyen, dinlerin, ideolojilerin, etnik toplulukların hanesine yazılan bir
zaferdir.
Hesap sorulmadan, bedel
ödetilmeden geçen her yıl döneminde yinelenen “UNUTMAYACAĞIZ! UNUTTURMAYACAĞIZ!”
sözlerininse, beni bağışlayın ama, kıymet-i harbiyesi kendinden menkuldür.
İnsanlık suçları
karşısında asıl yapılması gereken, öncelikle hesabın sorulup bedelin
ödetilmesi, sonra da bunlarda fail rolünü oynayan ilinek insanı üreten
toplumsal kurumları ve toplumsal koşulları ortadan kaldırmaktır. Bundan ötesi
laf-ı güzaftır!
1 “İnsanın
değeri ve değerleri” konusunda daha geniş bilgi için, İoanna Kuçuradi’nin
“İnsan ve Değerleri”, “Etik”, “Çağın Olayları Arasında”, “Uludağ Konuşmaları
–Özgürlük, Ahlak, Kültür Kavramları-“ kitaplarına bakılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder