08 Mayıs 2018

İktidarın Gizliliğe ve Yalana İhtiyacı Vardır


“Gizliliğe ve yalana ihtiyacı vardır iktidarın”[i]
Roberto Scarpinato (Palermo Başsavcısı)

Bugünkü savunmama başlığını veren sorun hakkında düşünmeye başladığımda, birkaç yıl önce vuku bulmuş bir olayı hatırladım. Bir Brezilya kentinde seyahatteydim ve sokakta yürürken ufak bir kilisenin girişinde büyük kırmızı harflerle yazılmış bir cümle gördüm. Şöyle yazıyordu: “Dünya, zalimler ve mazlumlar olarak ikiye ayrılır: Sen ki buraya giriyorsun, sen hangi taraftasın?”

Bu cümle, insanı kendi kendisi ve dünya karşısında hakikate bir davetti. Nitekim, üzerine her birimizin kendini sorgulaması ve seçim yapması gereken hakikat tam da budur: Dünya mazlumlar –şiddete, sömürüye, manevî ve maddî sefalete maruz kalanlar– ile zalimler, yani toplumsal adaletsizliği ve ilk baştakilerin ıstıraplarını doğuran iktidar sistemlerinin sorumluları şeklinde ikiye ayrılır.

Bu baskının failleri iktidar çehreleridir: adaletsizliği alenen sergileyen diktatörlerin açık çehreleri, kamu önünde cumhuriyetin meziyetlerini pohpohlayıp özelde iktidarı kendilerinin ve ortaklarının hesabına zenginleşme maksadıyla kullanan hayâsız kokuşmuş siyasî yöneticilerin riya ve yalan dünyasının maskeli çehreleri. Aynı zamanda da, ötekilere cehennemi yaşatarak kendi yeryüzü cennetlerini inşa eden büyük bankacıların ve hiçbir şeyi dert etmeyen kapitalistlerin çehreleri.

Dolayısıyla, hakikati düşünmek, adaletsizliğin yaratılmasında güçlülerin sorumluluğunu düşünmek demektir ve her birimizi tavır almaya çağırır. Ya zalimlerden yana, ya mazlumlardan yana, ya da –maalesef çoğunluğun olduğu gibi– umursamazlardan yana, yani ötekiler için kaygı duymaksızın sadece kendi tarafını tutanlardan yana. En büyük İtalyan siyasî filozoflarından Antonio Gramsci, vahim sağlık durumuna rağmen faşist diktatörlük tarafından on yıl boyunca tutulduğu hapishanede, adaletsizliğin baş suç ortakları olarak işaret ettiği umursamazlara karşı ateşli sözler sarf etmiştir.

"KABATAŞ YALANI"NI SAVUNANLARI UNUTMAYIN!

"Kabataş Yalanı"nı savunmak için yazılmış ve kendilerine gönderilmiş bir metni, birilerine "Emriniz olur efendim!" dercesine gazete köşelerinde yayınlamaktan zerre gocunmayan çemişleri unutmayın!

Unutmayın ve unutturmayın! Çünkü bu zerzevatlar, bu ülkede bir yalanı savunmak için muktedirlerin önünde ve ardında vecd içinde secde etmekte sınır tanımayanların ibretlik örnekleridir. 

Bunların hepsi namuslu, hepsi dürüst, hepsi Müslüman, hepsi büyük gazetecidir! Bir yalanı savunmak için yırtınıyor olmalarına rağmen, hepsi de yukarıdaki sıfatlarla arz-ı endam eylemektedirler. 

Bunlar kimler midir? İşte fotoğrafları...


"Kabataş Yalanı"nı ve yalancısını savunmak için " ‘Diliniz KABA, Vicdanınız TAŞ’ Başlığını Atanlara ilişkin "ti"ye alan bir değerlendirme yazısı:

Hükümete yakınlığıyla bilinen gazetelerden 13 köşe yazarının bugün aynı başlıkla çıkan köşe yazılarının ardından tartışmalar sürerken, söz konusu yazarlar bu kez de eleştirilere yanıt olarak atacakları ortak başlığı belirlemek üzere bir araya geldiler. Toplantı öncesi bir basın açıklaması düzenleyen köşe yazarları, emir ve sipariş üzerine tek elden çıkmış yazılar yazdıkları iddialarına karşılık olaraksa yazı fontları ve yazar fotoğrafları arasındaki farkları delil olarak gösterdiler.

Comic Sans da var, Times New Roman da

Kabataş’ta yaşandığı iddia edilen olayların geçtiğimiz yıl MOBESE görüntüleriyle çürütülmesinin ardından tartışmalar da büyük ölçüde sona ererken, seçim atmosferinde olayın tekrar gündeme taşınmasıyla birlikte Star, Yeni Şafak, Sabah ve Türkiye gazetelerinde de hummalı bir çalışma başladı. Bu doğrultuda aynı gün içinde ‘Diliniz KABA, Vicdanınız TAŞ’ başlığını kullanarak ısrarla olayın gerçekliğini savunmaya çalışan 13 yazar ise Türkiye'de günün en önemli gündem maddeleri arasına girdi.

Aynı başlığı kullanmalarıyla ilgili gelen eleştirileri yarın yine ortak bir başlıkla yanıtlayacak olan yazarlar, bu akşam saatlerinde bir araya gelirlerken, grup adına ilk sözü alan Star Gazetesi Yazarı Halime Kökçe oldu. Haksız ithamlar nedeniyle hem üzgün hem de kızgın olduklarını belirten Kökçe, “Yani sanki bir yerden talimat alıyormuşuz gibi bir hava oluştu. İnanın anlamak mümkün değil. Bir başlık sadece kullanılan harflerden mi ibarettir? Şu yazılardaki font farkını da mı görmüyorsunuz? Paragraf boşlukları bile bir değil?" diyen Kökçe, kendisinin Comic Sans kullanırken meslektaşı Ahmet Kekeç’in Times New Roman’dan vazgeçmediğini gösteren Word dosyalarını kamuoyuyla paylaştı.

28 Nisan 2018

Paradigmanın İflası


Paradigmanın İflası
Yordam Kitap Basımına 
Önsöz

Fikret Başkaya

Paradigmanın İflası Nisan 1991’de yayınlandı. Geride kalan dönemde köprülerin altından çok sular aktı ve nice alametler belirdi... 1991 yılında Kürt illerinde “olağanüstü hâl” yönetimi vardı. Bölge, bir “olağanüstü vali”nin insafına terk edilmişti... Şimdilerde “Misak-ı Milli”nin tamamında “olağanüstü hâl” rejimi geçerli ve üstelik, “olağanüstü hâl” olağanlaşmış, şeylerin “normal haline” gelmiş bulunuyor...
Paradigmanın İflası yayınlandığı günden beri kitapçı raflarından hiç inmedi. Kitabın mazhar olduğu bu istikrarlı ilginin nedeni, herhalde şeylerin gerçeğine dokunan bir kitap olmasıydı. Geride kalan dönemde kaç basımı yapıldığını bilmiyorum. Bugüne kadar da noktasına virgülüne dokunmadım, ne bir ek yaptım ve ne de bir önsöz yazdım. Ta ki, Yordam Kitap’ın yayın yönetmeni dostum Hayri Erdoğan, elinizdeki basım için benden bir önsöz yazmamı isteyinceye kadar...

Yolun sonu: sürdürülemezlik

O halde sadede gelebiliriz. Geride kalan dönemde iflas neden derinleşti, işler neden sarpa sardı, toplum yaşamının tüm alanlarında gösterge ışıkları neden kırmızıya döndü veya dönmekte? Neden ekonomik temel aşındı, sistem neden patinaj yapıyor? Neden tüm değerler aşındı, kültür çürüdü, etik değerler yerlerde sürünüyor? Neden “değer ölçüsü” ve “nirengi noktası” kayboldu? Neden toplum kimlikler temelinde kutuplaştı? Dinci gericilik neden toplumu ve devlet aygıtını kuşattı? Ve neden artık metalaşmamış, paralılaşmamış, özelleştirilmemiş, bir kâr aracına dönüştürülmemiş, soysuzlaşmamış bir şey kalmadı? Ekolojik yıkım neden hızını ve yoğunluğunu artırdı? Velhasıl toplumun üzerinde durduğu temel neden aşındı ve neden bir sürdürülemezlik durumu ortaya çıktı? Bütün bu sorular, şimdilerde neden despotik bir rejimin dayatıldığının cevabını da içeriyor olmalıdır... Artık “burjuva demokrasisi”nin kırıntısının bile esamesi okunmuyor!

Ülkenin gerçek “manzarası” böyle olsa da, egemen söyle farklı. İktidar sahipleri Türkiye’nin harikalar yarattığını söylüyor. Aslında ülkenin varını-yoğunu talan etme, yağmalama hususunda harikalar yarattıkları doğrudur... Boşuna, nereye bakıldığı değil, nereden bakıldığı önemlidir denmemiştir...

25 Nisan 2018

10 Nisan 2018

DEİZM ve GENÇLİK

DEİZM ve GENÇLİK

Yeşim Demir

ÖNCE Deist ne anlama geliyor ona bakalım:
Yaradancılık anlamına gelen Deizm, dünyaya veya evrenin işleyişine müdahale etmeyen “tek Tanrı” olduğuna inanan ve tüm dinleri reddeden bir inanç biçimidir. Deizm peygamber, kutsal kitap, cennet, cehennem, melek, şeytan gibi kavramları kabul etmez. Onlara göre mutlak bilgiye ulaşmanın yolu vahiy ve peygamberden geçmez. İnsan aklı yeterlidir, kitaplara gerek yoktur. Tanrı aracı kullanmaz!... “Evrenin bütünü Tanrı’dır” der. Hiçbir Deist, iyi birey olmak için peygambere ve kitaplara ihtiyaç duymaz.
İmam Hatipli öğrencileri bilmem ama gençliğin çoğu deist hatta Ateist. Çünkü onlar sorup sorguluyor ve akılcı cevaplar istiyorlar: 
Neden Tanrı’nın küçücük çocuklara tecavüz edilmesine sessiz kaldığını,
 Hayvanlara yapılan işkenceye müsaade ettiğini,
Dünyadaki kötülükleri neden topyekûn engellemediğini,
Din adamlarının ve kitapların aracılığına neden ihtiyaç duyduğunu,
Dindarların kendi aralarında dahi anlaşamadıkları bu konunun onların vasıtasıyla anlatılmasına nasıl izin verdiğini,
Yarattığı dünyaya ve insanlığa gönderdiği dinlerin savaşlara sebep olduğunu nasıl görmediğini...
Bunun gibi birçok neden sıralıyorlar.
Cevap verebiliyor muyuz!...
Ben şöyle düşünüyorum örneğin: Yaradılış ve varoluş düzleminde kafa yoranların ilk durağı Deizm (yukarıda açıkladım), okumalar ve düşünce düzlemi yükselince de Agnostisizm (Tanrı’nın varlığının ya da yokluğunun bilinemez olduğunu savunma [Bilinemezcilik/Laedriye]) giriyor devreye… Son durak da tahmin edeceğiniz gibi, “Ateizm”…
Gerçi bizim coğrafyamızda Ateist olmak, yani Tanrı’nın yokluğu temelinde yaşamak pek de kolay değil. Meşhur bir söz vardır, “Batan gemide Ateist olmaz!” şeklinde…
Ateizm temelinde en sıkı nutku attığınız günün ertesinde, çaresiz, zor bir durum karşı- sında kendinizi -hem de en hazin bir şekildeFatiha’yı okurken bulabilirsiniz?! Batı, yüzlerce yılda Ateizm’i içselleştirdi ama bizim için henüz aynı şey geçerli değil…
Bu yazının alındığı kaynak  ve devamı için tıklayın: YEŞİM DEMİR 

08 Nisan 2018

Nereye Gitti Bu Öğretmenler?


Nereye Gitti Bu Öğretmenler?

Atalay Girgin*

Öğretmenlik ve öğretmenler… Hakkında doğrularla yanlışların bu denli çok konuşulduğu kaç alan, kaç meslek vardır? Hem de yanlışların doğruymuş gibi telaffuz edildiği… Doğruların ise telaffuz edilmesinden hoşlanılmadığı…

Düşünün bir kez: Her ikisi üzerine de ilgili ilgisiz, yetkili yetkisiz, neredeyse herkesin söyleyecek bir sözü vardır. Kimileri ne denli meşakkatli bir iş yapıp ne denli az kazandığından dem vurur öğretmenlerin.

Oysa öğretmenlik ne ücreti az diye yapılmayacak ne de parası çok ya da “Hiç yoktan iyidir. İdare eder” denilerek kapılanılacak bir iştir.

Devlet ricali içindeyse sıfatına, statüsüne, makamına ve oturduğu koltuğun ardına sığınan birileri de  “laf söyledi bal kabağı” misali az çalışıp çok tatil yaptığından söz edip, bir biçimde öğretmenlere verilen paranın fazla olduğunu ima eder. Öğretmenlerin hangi koşullar altında çalıştığını düşünmeden… Ve iş gelip ekonomiye düğümleniverir.

Peki; işin aslı öyle midir? Her şey bu denli basit ve bu denli ekonomiye, alınan ya da verilen ücrete mi endekslidir?

06 Nisan 2018

Öğretmenlerin Cumhuriyet "Aşk"ı Neden ve Nasıl Bitti?


Öğretmenlerin Cumhuriyet “Aşk”ı
Neden ve Nasıl Bitti?
Atalay Girgin

Elin ağzı kese değil ki büzesin! Derler de derler: “Mutlu aşk yok”muş! “Her aşk biter”miş! Sizin ki nasıl bilmem.

Ancak başlıktaki “Cumhuriyet” kavramı sizi yanıltmasın! Cumhuriyet gazetesinden söz etmiyorum.  Öğretmenlerin  büyük bir çoğunluğunun, artık Cumhuriyet okumayı bırakmalarından, hatta doğru dürüst gazete alıp okumamalarından da… Aksine  Türkiye  Cumhuriyeti'nden söz ediyorum.

Her Şeyin Bir Sonu Vardır

 Her şeyin, her tekil varlığın bir sonu vardır. Tekil varlıklar arası kurulan tekil ilişkilerin de…

Bu durum, tıpkı tek tek insanlar arasında kurulan ilişkiler gibi, insanların kurumlarla kurduğu ilişkiler için de geçerlidir. Bu ilişkilerin adına ister karşılıksız, ödünsüz, gölgesiz ve çırılçıplak yaşanan bir aşk deyin; isterse karşılıklı menfaat ya da  dostluk  deyin; isterse mecburiyet... Hepsinin şu ya da bu nedenle mutlaka bir sonu vardır.
Ayrı dünyalara ait öğretmenlerle Cumhuriyet ilişkisi de bu sondan kaçamamıştır.

Elbette genellemelerin tehlikeli olduğunu bilirim. Bu konuda da istisna olanlar, nesnesini yitirmiş olsa da, bunu kavramadan Mecnun misali, Platonik bir ilişkiyi yaşadığını ileri süren ve buna inanan, “Hayır! Ben Cumhuriyete aşkla bağılıyım. Benim aşkım bitmedi, bitmeyecek!” diyen öğretmenler olabilir.