Siyasal ve Felsefi Bir Roman: Başbakanın
Günlüğü
Ya Yarın Olmasaydı
Demeter TOPRAK*
“Yarın; yaşanmayan, yaşanması umulan en güzel sevdaların,
küçüğünden büyüğüne beklentilerin, fethedilemeyen yurdu…”
“Yarın; beklenen zaferin, o mutlu günün adresi…”
“Yarın… Yarın… Yarın…”
“Ya yarın olmasaydı?”
Elimden bırakamadan bir oturuşta okuduğum romanın son
cümlesiydi: Ya yarın olmasaydı?
Roman bitmişti. Esrik bir hüzün ve eksiklik bırakarak…
Oturduğum koltuktan kalkmadan, gözlerimi kapadım. Düşündüm: O son cümleyi, o
son soruyu düşündüm. İçerisinde yaşadığımız ülkeyi… Her gün tanık olduğumuz,
tüm toplumun gözleri önünde yaşanan siyasal-ideolojik hesaplaşmaları… Özel
mahkemeleri… Mahkemelerde yaşananları düşündüm. Sorular birbiri ardına sökün
ediyordu.
Sahi! Yarın olmasa, yarın umudu, yarın beklentisi olmasa, ne
yapardık? Bunca haksızlığa, bunca adaletsizliğe, acıya, şiddete, açlığa
katlanır mıydık? Yoksa bir an bile beklemeden, nasıl olsa bu günler de geçer
diye düşünmeden, geleceğe ertelemeden, hadsize haddini bildirir miydik? Yoksa,
bir gün daha fazla yaşayalım da nasıl yaşarsak yaşayalım mı, derdik? Tanık
olduklarımız karşısında, bana bulaşmasın da ne olursa olsun mu, derdik?
Toplumsal varlığımıza inat, sesimizi kesip, boynumuzu eğerek, hâlâ
bireyselliğimize mi sığınırdık? Dağlar, taşlar, yollar gibi suskunluğa mı
gömülürdük?
Ve dünyayı düşündüm: Anlamak bilmekten daha acıdır, demişler
ya… Tek başınalığın çaresizliğiyle, acıyan yüreğimi, acıyan bilincimi bastırıp,
bilgisayarıma yöneldim, “Hiçbir şey yapamasam da yazabilirim” diyerek…
Düşle Gerçek Arasında
“Başbakanın Günlüğü” Atalay Girgin’in üçüncü romanı… Kendi
sözleriyle, “Öfkesini edebiyatla terbiye etmeye girişen” bir yazarın romanı.
“Kemeutopyalılar Roman Dizisi” adını verdiği serinin son kitabı. Girgin’in
romanında anlatılanlar “Kemeutopya” adını verdiği bir dünyada geçiyor.
Kemeutopya’nın ve adı geçen tüm ülkelerin sakinleri, Anadolu’nun bazı
kesimlerindeki adıyla “keme” ya da “fare”… Elbette yöneticileri de…
Girgin’in fabl türü dizisinin son romanı olan “Başbakanın
Günlüğü”nde, fablın ironik ve politik dili her aşamada kendini gösteriyor.
Romanın son cümlesine dek düşten gerçeğe, gerçekten düşe savrulup duruyorsunuz.
Bir an geliyor, kahramanların o denli bilindik olduğunu düşünüp, tam “Evet! Bu
şudur” derken, bir de bakıyorsunuz ki tanımadığınız biri çıkıyor karşınıza.
Danışmanlarının hazırladığı konuşma metinlerine bağlı hareket
eden, entelektüel bir görüntü çizmeye çalışan bir başbakanın içler acısı halini
de sergiliyor Girgin. Gündem değiştirme, gündem belirleme sevdasıyla, eline
tutuşturulan metindeki “ontolojik, epistemolojik, aksiyolojik” kavramlarının
büyüsüne kapılıveren başbakanın içine düştüğü duruma da ironik bir anlatı eşlik
ediyor.
“Başbakanın Günlüğü” baştan sona anlatısı, olay örgüsü ve
kişileriyle siyasal çağrışımlar içeriyor. Okuru düşle gerçek arasında
düşündüren, sorgulatan bir yolculuğa çıkarıyor. Bir macera, bir polisiye romanı
olmamasına rağmen, anlatının akıcılığı, söz dizimleri ve yer yer uzunluğuna
rağmen cümlelerin yapısı okuru sürüklüyor.
Romanda öne çıkan unsur, yalnızca siyasal çağrışımlar, ironik
ve politik anlatı değil. Aynı zamanda olayların kurgulanışı ve olaylar
karşısında kişiler arası ilişkiler de belirgin. Keza kişiler arası ilişkilerin
etik boyutu, değer sorununu da bir problem olarak tartışma gündemine taşıyor.
Özellikle etik tutarlılık, etik ilişki açısından, kişilerin ve davranışlarının
sergilendiği anlatım ve diyaloglar, bunların yanı sıra, iktidara yakınlık ve
statü karşısında kişilerin durumlarının, Tanrı’nın neliğinin betimlendiği
bölümler, romanın genelini sarıp sarmalayan felsefeyi billurlaştırıp daha da
belirgin kılıyor.
Dahası alttan alta arka planda sınıfsal olanı, sınıfsal,
siyasal-ideolojik çelişkileri, bağırmadan, slogan atmadan hissettiriyor Girgin.
Çünkü Girgin, dizinin ilk iki romanında olduğu gibi, “Başbakanın Günlüğü”nde de
Erol Toy’un “Sınıf bilinci yok” dediği yazarlardan biri olmadığını sergiliyor.
Bir öğretmen olmasına rağmen, gizlemeye saklamaya gerek de duymadan.
Felsefi ve siyasal olan “Başbakanın Günlüğü”nde birbirinden
koparılamayacak denli, iç içe geçmiş iki unsur. Siyasal roman diye sunulup
“etliye sütlüye” dokunmayanlardan değil, “Başbakanın Günlüğü”. Alınsalar da
alınmasalar da düşle gerçek arasında, çok ama çok kişiye dokunan bir roman. Çok
ama çok kişiyi kızdıracak… Ancak çatlasalar da patlasalar da, öfkeden
kudursalar da yapacak bir şey yok. Çünkü nihayetinde Girgin’in anlattıkları da,
kişileri de fareler dünyasına ait. O ne bu dünyadan, ne de bu ülkeden ve
yöneticilerinden söz ediyor. Kime ne değil mi?
Zaten Atalay Girgin de, “Kemeutopyalılar roman dizisi”ne
ilişkin “Kısa meramım” başlıklı bir açıklamasında şöyle yazmıştı: Bu çalışma, bir insanın,
gördükleri, bildikleri ve yaşadıkları karşısında hissettiği öfkenin, aklını
teslim almasına karşı koyma ve bunun yerine, öfkesini edebiyatla terbiye etme
girişiminin ürünüdür. Yüzme bilmemesine rağmen, okyanusun orta yerinde
kaldığında bile boğulma pahasına boy verip derinliği bilmek istemesi ve boy
vermişken de dalıp onun dibinden bir avuç kum çıkarabilme girişimi…
Yazıyı sonlandırırken belirtmeliyim ki
şimdiden merak ve sabırsızlıkla beklemeye başladım: Acaba Girgin, yeniden boy
verip daldığında okyanusa, bakalım hangi kum tanelerini avuçlayıp çıkaracak? Ve
hangi kum tanelerini bırakacak avuçlarımıza yeniden?