“Fabl, ironik ve
politiktir”
Gülistan Sinanoğlu
“Yazmak genel olarak kendini ifade etme
çabasıdır. Benim içinse yazmak, (…) bir insanın gördükleri,
bildikleri ve yaşadıkları karşısında hissettiği öfkenin aklını teslim almasına
karşı koyma ve bunun yerine öfkesini edebiyatla terbiye etme girişiminin
ürünüdür” yanıtını veriyor yazar Atalay Girgin “Yazmak nedir”
sorusuna.
1960, Alaşehir doğumlu yazar aslında felsefe
öğretmeni. Uzun yıllardan beri makaleler yazıyor. Bu makaleler Hürriyet Gösteri,
İLE, İnsancıl Dergileri ve Radikal Gazetesi Tartışı-yorum ekinde yayınlanmış.
Henüz yayınlanmamış öykü denemeleri de var.
Yıllardır makalelerle karşımıza çıkan
Atalay Girgin’in, “Kemeutopyalılar” roman dizisinin ilk iki kitabı
geçtiğimiz günlerde yayımlandı: Birincisi, Mehdi ve Mesih, ikincisi ise
Lağımpaşalı. Girgin, “Başbakanın Günlüğü” adını taşıyan
üçüncüsünün matbaadan çıkması içinse gün sayıyor. Dizinin kaç
kitap olacağına ilişkin sorulara, “Şu anda bilemiyorum. Ama ömrüm
yettiği, bedenim aklıma, aklım da bedenime ihanet etmediği
sürece yazmaya devam edeceğim” yanıtını veriyor.
Girgin, kitaplara ilişkin üç yıllık bir zihinsel, düşünsel
hazırlık, mayalanma” sürecinden söz ediyor. Bu süreç yazmaya kıyasla çok daha
uzun ve sancılı olmuş. Romanların ortaya çıkması ise daha
kısa bir sürede...
İronik ve Politik Bir Anlatı
Yazarın romanlarda kullandığı dil, oldukça
ironik. Hatta hem ironik hem de politik. Her iki roman da fabl
olarak tasarlanmış. Bunun nedenini şöyle açıklıyor Atalay Girgin:
“Fabl edebiyatın içindeki anlatı
türlerinden biri… İnsan, çevresinde olup bitenlere ilişkin, tarih boyunca
çok farklı nedenlerle, kaygılarla değişik canlıları, hatta cansız
varlıkları konuşturarak meramını anlatmaya çalışmıştır. Geçmişte
masallarda, günümüze yaklaştıkça öykü ve romanlarda, hatta filmlerde bile…
Örneğin; G. Orwell’in Hayvan Çiftliği roman, Behrengi’nin Küçük Kara Balık’ı
masal olmasına rağmen ikisini de severek okumuştum. Keza R. Bach’ın Martı’sını
da… Fabl, kendiliğinden ironik, hatta politik bir özelliğe sahip.
Ben de bu özelliklerinden yararlanmak istedim. Bazı açılardan anlatımda
kısıtlamaları beraberinde getirse de yazana daha rahat davranma olanağı veren
bir tür. Ben ikincisinden yararlandım. Çünkü fablla insanlara bir şeyler
anlatmanın daha çarpıcı olabileceğini düşündüm. Bu türü seçmemin nedeni de
bu...”
“Birincisi, bu otobiyografik bir roman değil. “Tumu”
karakterini oluştururken de kendimden esinlenmedim. İkincisi ise romanda gerçek
kişi ve olaylar yoktur. Sadece benim romanımda değil, biyografik olanlar hariç,
hiçbir romanda, öyküde de… Hatta hiçbir kitapta hiçbir gerçek yoktur. Gerçek bir
kişiyi, olayı anlatmaya çalışsanız da anlatamazsınız. Yalnızca anlattığınızı
varsayabilirsiniz. Okur da romanda karşılaştığı bir ya da birkaç kahramanla
gerçeklikte var olan kişiler arasında kurduğu şu ya da bu isim veya karakter
benzerliklerinden dolayı onun / onların gerçek olduğu yanılsamasına kapılabilir.
Ama bu ayan beyan yalnızca bir yanılsamadan ibarettir. Bir edebiyat türü olarak
roman, yazarın anlamlandırmaları, eğretilemeleri, ironi ve yer yer karikatürize
ederek eğip bükmesi temelinde yarattığı, tasarladığı, kurguladığı kahramanlar,
onların ilişkileri, ilişkilenme biçimleri ve olaylar ekseninde düşünsel bir
anlatıdır. Ama bu anlatı, aynı zaman ve mekân koşullarında yaşayan okurda
yarattığı çağrışımlarla onu düşle gerçek arasında gidip gelmeye, bağlantılar
kurmaya yöneltir. Aslında düşle gerçek arasında gidip gelen ve gerçekliği aşan,
aşmak zorunda olan yazardır. Çünkü yazar da aynı koşullar içinde
yaşamakta, okurun fark ettiklerini fark edip tanık olduklarına
tanıklık etmektedir. Her yazar, her sanatçı, her düşünür çağının çocuğudur.
İçerisinde doğup büyüdüğü etkilendiği çağın, toplumun rengini taşır. Bilim
kurgudan fantastik, ütopik roman ya da öykülere, şiirden resim, tiyatro ve
sinemaya dek, felsefe de dâhil olmak üzere, neredeyse tüm düşünsel üretim
süreçlerinde kendini gösterir bu durum. Sözün özü: Benim yazdıklarımda hiçbir
gerçek kişi ya da olay yoktur. Malum; ben farelerin dünyasını anlatıyorum,
insanların değil… Ama farelerin dünyasını insanlar için anlatıyorum. Çünkü
edebiyat, tüm kültürel etkinlikler gibi, insan içindir.”
Okumadan Yazılmaz
“Nelerden esinlenirsiniz” sorusuna ise, bir
fikrin, yaşadığı ya da tanıklık ettiği bir olayın, zaman zaman duyduğu
bir söz ya da okuduğu bir haberin etkisiyle kurgu yaptığını söyleyerek yanıt
veriyor. Dizinin üçüncü kitabı ve yakında yayınlanacak olan Başbakanın
Günlüğü’ndeki bir sorudan hareketle farklı bir roman tasarladığını da
ekliyor.
“Okumadan yazılmaz” diyor Atalay Girgin.
Hatta her okuyanın okuduğundan yeterince yararlanamayacağını ve
okunanlara eleştirel bir bakış açısıyla bakmak gerektiğini de
ekliyor. Okunanların değerlendirilmesi, hayatla bağının kurulması ve
sonuçlara ulaşılması gerektiğini savunuyor. Her ne kadar “Bir kitap okudum
hayatım değişti” gibi sözlerin geçerliliği olmadığını
belirtiyor olsa da okumanın, insanın hayata bakışını olumlu anlamda
etkileyip değiştirebileceğini söylüyor.
Yıllardır yazıyor olmasının tecrübesiyle Girgin,
“yazmak zor değildir” diyor ve devam ediyor: “Aksine,
sözünün sahibi olmak kadar kolaydır. Ya da tam tersi, sözünün
sorumluluğunu taşımamak ona sahip çıkmamak kadar basit. Birincisi,
edebin, etik tutarlılığın; ikincisi ise “Ben söyledim” ya da “Ben yazdım” deyip
geçmenin, ilkesizliğin, etik tutarlılıktan yoksunluğun tezahürü.
Oysa her edipten edepli olması beklenir."
Edebiyatın Amacı ve Görevi
Yoktur
Yalnızca edebiyatla değil, felsefe, siyaset,
tarihle de yoğrulmuş bir yaşam Atalay Girgin’in yaşamı. Felsefeyle ele
alıp sorgulamanın ve değerlendirmenin de etkisi altında,
edebiyatı, kendine özgü özellikleri olan bir anlamlandırma ve
anlatma etkinliği olarak tanımlıyor. Ancak, edebiyatın amacı olduğunu
savunanlara itirazı var. Girgin’e göre edebiyatın amacı yok! Bunu da
şöyle ifade ediyor:
“Bugüne dek, birçok kişi edebiyata amaçlar ve
görevler yüklemiştir. Bunlar edebiyatı neliği ve gerçekliğinden bağımsız
olarak değerlendirme yanılsamasını yaşamaktadırlar. Bu yanılsamanın etkisiyle,
edebiyattan hayatı biçimlendirmesini, onu değiştirip yönlendirmesini
beklemektedirler. Oysa genel olarak edebiyatın böylesi bir gücü ve etkisi hiçbir
zaman olmamıştır ve olamaz da… Çünkü edebiyatın herhangi bir amacı ve
görevi yoktur. Yalnızca yapmak isteyip de kendi yapamadıklarını ona yükleyen
insanlar vardır. Hadi “Edebiyatın amacı vardır” diyenler, ona görev
biçenler alınmasın, kendinde bir şey olarak felsefenin de amacı ve görevi
yoktur.”
Romanlara İçşelleşen Felsefe ve
Etik
Yazmanın doğuştan gelen bir yetenek olamayacağını ve
çalışarak yazar olunabileceğini belirten Atalay Girgin’in her iki
romanında da, felsefe ve bir problem alanı olarak etik
içselleşmiş. Ele aldığı birincil ve ikincil temaların
neredeyse geneli felsefi bir kavrayışla anlamlandırılmış. İktidardan dine dek
değinilen tüm konularda etik problemleri ortaya koyma çabası öne çıkmış.
Yanılsama arttıkça, gerçekliğin hakikatinin sırra
kadem bastığını söyleyen Girgin, günümüzde, yanılsamadan beslenen ve
kutsallık şalına bürünen karanlığın, aklın aydınlığını
boğmasına, onu bir mum ışığına dönüştürmesine karşı mücadelenin
ertelenemez bir önem taşıdığını belirtiyor. Ve bunun
yaşamın her alanında, insanların düşünce, söylem ve davranışlarına
yön veren bireysel ve toplumsal bilinç haline getirilmesi gerektiğini
vurguluyor.