03 Şubat 2012

"Fabl İronik ve Politiktir"

“Fabl, ironik ve politiktir”

Gülistan Sinanoğlu

“Yazmak genel olarak kendini ifade etme çabasıdır. Benim içinse yazmak, (…) bir insanın gördükleri, bildikleri ve yaşadıkları karşısında hissettiği öfkenin aklını teslim almasına karşı koyma ve bunun yerine öfkesini edebiyatla terbiye etme girişiminin ürünüdür” yanıtını veriyor yazar Atalay Girgin “Yazmak nedir” sorusuna.

1960, Alaşehir doğumlu yazar aslında felsefe öğretmeni. Uzun yıllardan beri makaleler yazıyor. Bu makaleler Hürriyet Gösteri, İLE, İnsancıl Dergileri ve Radikal Gazetesi Tartışı-yorum ekinde yayınlanmış. Henüz yayınlanmamış öykü denemeleri de var.

Yıllardır makalelerle karşımıza çıkan Atalay Girgin’in, “Kemeutopyalılar” roman dizisinin ilk iki kitabı geçtiğimiz günlerde yayımlandı: Birincisi, Mehdi ve Mesih, ikincisi ise Lağımpaşalı. Girgin, “Başbakanın Günlüğü” adını taşıyan üçüncüsünün matbaadan çıkması içinse gün sayıyor. Dizinin kaç kitap olacağına ilişkin sorulara, “Şu anda bilemiyorum. Ama ömrüm yettiği, bedenim aklıma, aklım da bedenime ihanet etmediği sürece yazmaya devam edeceğimyanıtını veriyor. Girgin, kitaplara ilişkin üç yıllık bir zihinsel, düşünsel hazırlık, mayalanma” sürecinden söz ediyor. Bu süreç yazmaya kıyasla çok daha uzun ve sancılı olmuş. Romanların ortaya çıkması ise daha kısa bir sürede...

İronik ve Politik Bir Anlatı

Yazarın romanlarda kullandığı dil, oldukça ironik. Hatta hem ironik hem de politik. Her iki roman da fabl olarak tasarlanmış. Bunun nedenini şöyle açıklıyor Atalay Girgin:

“Fabl edebiyatın içindeki anlatı türlerinden biri… İnsan, çevresinde olup bitenlere ilişkin, tarih boyunca çok farklı nedenlerle, kaygılarla değişik canlıları, hatta cansız varlıkları konuşturarak meramını anlatmaya çalışmıştır. Geçmişte masallarda, günümüze yaklaştıkça öykü ve romanlarda, hatta filmlerde bile… Örneğin; G. Orwell’in Hayvan Çiftliği roman, Behrengi’nin Küçük Kara Balık’ı masal olmasına rağmen ikisini de severek okumuştum. Keza R. Bach’ın Martı’sını da… Fabl, kendiliğinden ironik, hatta politik bir özelliğe sahip. Ben de bu özelliklerinden yararlanmak istedim. Bazı açılardan anlatımda kısıtlamaları beraberinde getirse de yazana daha rahat davranma olanağı veren bir tür. Ben ikincisinden yararlandım. Çünkü fablla insanlara bir şeyler anlatmanın daha çarpıcı olabileceğini düşündüm. Bu türü seçmemin nedeni de bu...”

Girgin’in her iki romanı da fareler dünyasını anlatıyor. Ancak romandaki karakterler tamamen yaşadığımız dünyadanmış hissini bırakıyor okuyucuda. Kişiler değil sadece, olaylar da öyle. O kadar iyi tanıyoruz ki onları; sanki bir varmış, bir yokmuş gibiler. Hatta bazı okuyucular ilk romandaki kahramanlardan Tumu ile yazar arasındaki benzerlikten bahsediyor. Yazar ise buna şöyle yanıt veriyor:

“Birincisi, bu otobiyografik bir roman değil. “Tumu” karakterini oluştururken de kendimden esinlenmedim. İkincisi ise romanda gerçek kişi ve olaylar yoktur. Sadece benim romanımda değil, biyografik olanlar hariç, hiçbir romanda, öyküde de… Hatta hiçbir kitapta hiçbir gerçek yoktur. Gerçek bir kişiyi, olayı anlatmaya çalışsanız da anlatamazsınız. Yalnızca anlattığınızı varsayabilirsiniz. Okur da romanda karşılaştığı bir ya da birkaç kahramanla gerçeklikte var olan kişiler arasında kurduğu şu ya da bu isim veya karakter benzerliklerinden dolayı onun / onların gerçek olduğu yanılsamasına kapılabilir. Ama bu ayan beyan yalnızca bir yanılsamadan ibarettir. Bir edebiyat türü olarak roman, yazarın anlamlandırmaları, eğretilemeleri, ironi ve yer yer karikatürize ederek eğip bükmesi temelinde yarattığı, tasarladığı, kurguladığı kahramanlar, onların ilişkileri, ilişkilenme biçimleri ve olaylar ekseninde düşünsel bir anlatıdır. Ama bu anlatı, aynı zaman ve mekân koşullarında yaşayan okurda yarattığı çağrışımlarla onu düşle gerçek arasında gidip gelmeye, bağlantılar kurmaya yöneltir. Aslında düşle gerçek arasında gidip gelen ve gerçekliği aşan, aşmak zorunda olan yazardır. Çünkü yazar da aynı koşullar içinde yaşamakta, okurun fark ettiklerini fark edip tanık olduklarına tanıklık etmektedir. Her yazar, her sanatçı, her düşünür çağının çocuğudur. İçerisinde doğup büyüdüğü etkilendiği çağın, toplumun rengini taşır. Bilim kurgudan fantastik, ütopik roman ya da öykülere, şiirden resim, tiyatro ve sinemaya dek, felsefe de dâhil olmak üzere, neredeyse tüm düşünsel üretim süreçlerinde kendini gösterir bu durum. Sözün özü: Benim yazdıklarımda hiçbir gerçek kişi ya da olay yoktur. Malum; ben farelerin dünyasını anlatıyorum, insanların değil… Ama farelerin dünyasını insanlar için anlatıyorum. Çünkü edebiyat, tüm kültürel etkinlikler gibi, insan içindir.”

Okumadan Yazılmaz

“Nelerden esinlenirsiniz” sorusuna ise, bir fikrin, yaşadığı ya da tanıklık ettiği bir olayın, zaman zaman duyduğu bir söz ya da okuduğu bir haberin etkisiyle kurgu yaptığını söyleyerek yanıt veriyor. Dizinin üçüncü kitabı ve yakında yayınlanacak olan Başbakanın Günlüğü’ndeki bir sorudan hareketle farklı bir roman tasarladığını da ekliyor.

“Okumadan yazılmaz” diyor Atalay Girgin. Hatta her okuyanın okuduğundan yeterince yararlanamayacağını ve okunanlara eleştirel bir bakış açısıyla bakmak gerektiğini de ekliyor. Okunanların değerlendirilmesi, hayatla bağının kurulması ve sonuçlara ulaşılması gerektiğini savunuyor. Her ne kadar “Bir kitap okudum hayatım değişti” gibi sözlerin geçerliliği olmadığını belirtiyor olsa da okumanın, insanın hayata bakışını olumlu anlamda etkileyip değiştirebileceğini söylüyor.

Yıllardır yazıyor olmasının tecrübesiyle Girgin, “yazmak zor değildir” diyor ve devam ediyor: Aksine, sözünün sahibi olmak kadar kolaydır. Ya da tam tersi, sözünün sorumluluğunu taşımamak ona sahip çıkmamak kadar basit. Birincisi, edebin, etik tutarlılığın; ikincisi ise “Ben söyledim” ya da “Ben yazdım” deyip geçmenin, ilkesizliğin, etik tutarlılıktan yoksunluğun tezahürü. Oysa her edipten edepli olması beklenir."

Edebiyatın Amacı ve Görevi Yoktur

Yalnızca edebiyatla değil, felsefe, siyaset, tarihle de yoğrulmuş bir yaşam Atalay Girgin’in yaşamı. Felsefeyle ele alıp sorgulamanın ve değerlendirmenin de etkisi altında, edebiyatı, kendine özgü özellikleri olan bir anlamlandırma ve anlatma etkinliği olarak tanımlıyor. Ancak, edebiyatın amacı olduğunu savunanlara itirazı var. Girgin’e göre edebiyatın amacı yok! Bunu da şöyle ifade ediyor:

              
“Bugüne dek, birçok kişi edebiyata amaçlar ve görevler yüklemiştir. Bunlar edebiyatı neliği ve gerçekliğinden bağımsız olarak değerlendirme yanılsamasını yaşamaktadırlar. Bu yanılsamanın etkisiyle, edebiyattan hayatı biçimlendirmesini, onu değiştirip yönlendirmesini beklemektedirler. Oysa genel olarak edebiyatın böylesi bir gücü ve etkisi hiçbir zaman olmamıştır ve olamaz da… Çünkü edebiyatın herhangi bir amacı ve görevi yoktur. Yalnızca yapmak isteyip de kendi yapamadıklarını ona yükleyen insanlar vardır. Hadi “Edebiyatın amacı vardır” diyenler, ona görev biçenler alınmasın, kendinde bir şey olarak felsefenin de amacı ve görevi yoktur.”

Romanlara İçşelleşen Felsefe ve Etik

 
Yazmanın doğuştan gelen bir yetenek olamayacağını ve çalışarak yazar olunabileceğini belirten Atalay Girgin’in her iki romanında da, felsefe ve bir problem alanı olarak etik içselleşmiş. Ele aldığı birincil ve ikincil temaların neredeyse geneli felsefi bir kavrayışla anlamlandırılmış. İktidardan dine dek değinilen tüm konularda etik problemleri ortaya koyma çabası öne çıkmış.

Yanılsama arttıkça, gerçekliğin hakikatinin sırra kadem bastığını söyleyen Girgin, günümüzde, yanılsamadan beslenen ve kutsallık şalına bürünen karanlığın, aklın aydınlığını boğmasına, onu bir mum ışığına dönüştürmesine karşı mücadelenin ertelenemez bir önem taşıdığını belirtiyor. Ve bunun yaşamın her alanında, insanların düşünce, söylem ve davranışlarına yön veren bireysel ve toplumsal bilinç haline getirilmesi gerektiğini vurguluyor.
 

Hiç yorum yok: