“Önce
Ekmekler Bozuldu”; Ya Teftiş ve Müfettişler..?
Atalay
Girgin*
“Önce ekmekler bozuldu” der Oktay Akbal, aynı adı taşıyan kitabında, “Önce ekmekler bozuldu!” Ya sonra?
Peki;
ekmeklerin bozulması için, onun da öncesinde, ekmeği yapan fırıncının bozulması
gerekmez mi? Keza bu durum, bozulan ekmeğin satışına onay verenlerin bozulmuş
olmasını da gerektirmez mi? Peki; sorun
yalnızca fırıncıdan ya da ekmeğin yapıldığı undan, buğdaydan ve denetim
elemanlarından mı ibarettir? Elbette değil.
“Ekmek” Kavramından Düşünsel
Yolculuğa
Oktay
Akbal’ın bu kısacık cümlesindeki “ekmek” sözcüğü ve kavramı öylesine anlamlı ve
öylesine çağrışımlarla yüklüdür ki eğer isterseniz, bunun peşine takılıp
koskoca bir insanlık tarihinin derinliklerine doğru yolculuklara çıkabilir,
entelektüel açlığınızı giderebilirsiniz.
Eğer
isterseniz, düşünce ve bilim tarihinin okyanusuna dalıp onun köşe bucak
koylarında kulaçlar atarak arınabilir, zihinsel olarak beslenebilir ve hatta
düşünsel ufuk genişliği kazanarak, sorup sorgulayarak, var olanı yeniden
anlamlandırmaya girişebilirsiniz. Hatta kabullerinizi bile değiştirebilirsiniz.
Eğer isterseniz, “Peki; önce ekmekler bozulduysa sonrasında ne oldu?” diye sorabilir ve ardı sıra yaşanan toplumsal gerçekliği, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, vb boyutlarıyla birlikte ve olabildiğince bütünsel anlamda ele alıp sormaya, sorgulamaya, eleştirel bir biçimde değerlendirmeye yeltenebilirsiniz.
Ve
eğer bunu yaparsanız, toplumsal ve kültürel çürümenin tüm kurumlara sirayet
ettiğini görürsünüz. Ve bunun, kendini yeniden yeniden üreterek yarattığı ve her
geçen gün sizi de kuşatan bir ilişkiler ağının çarpıcı sonuçlarıyla
karşılaşırsınız. İşte o zaman, meselenin yalnızca ekmeklerin bozulmasından
ibaret olmadığını kavrarsınız. Ne yazık ki yaşanan bir an önce kesilip atılması
gereken tam bir toplumsal ve kültürel kangren durumudur. Acilen yapılması
gereken de bellidir aslında…
“Ekmek” Yalnızca Ekmek Değildir
Bu
“Eğer isterseniz…”leri, ilgi alanınıza ve yaptığınız işe, bulunduğunuz kuruma göre
dilediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz efendim. Ya da “Yahu niye bu kadar
uzatıyorsunuz ki altı da üstü de bir ekmek işte!” diyerek, “ekmek” sözcüğü ve
kavramını salt yeme-içmeye indirgeyebilir ve yukarıdaki satırların da başlıkla
hiçbir ilgisi olmadığını düşünebilirsiniz.
Tercih
sizindir elbette! Boşuna, “Her tercih bir vazgeçiştir”, denmemiştir ya… Dilediğinizden
vazgeçebilirsiniz. Ya da nelerden vazgeçmiş olduğunuzu bile düşünüp anlamadan,
gökyüzünün kuyunun ağzı kadar olduğunu sandığınız bir kuyunun dibinde ömrünüzü tamamlayabilirsiniz.
Karar sizindir!
Ekmekler Bozulmuşsa Gerisi
Çürümüştür
Ancak,
Oktay Akbal’ın “Önce ekmekler bozuldu” sözünü, MEB bağlamında ele alıp,
örneğin; “Önce eğitim bozuldu”, “Önce öğretmenler bozuldu”, “Önce müfettişler
bozuldu” ya da “Önce teftiş bozuldu” biçiminde ifade etmeye başladığınızda
başlıkla olan ilişki apaçık ortaya çıkar.
Hangi
cümleyi alırsanız alın, öncesi, sonrası ve şimdisi vardır sizi bekleyen… Ve sırada
her biri bir diğerini üreten, sordukça çoğalan yeni sorular… Yeter ki sorun! Yeter
ki düşünsel yolculuğu bırakmayın! Ve elbette bir de yaşanan gerçeklik vardır. Dahası
o gerçekliğe dair, bir yanda üretilen yanılsamalar, diğer yanda o yanılsamaların
kesif sis bulutunun ardında, kavranılmayı bekleyen hakikat…
Oysa
gerçekliğin hakikati anda değerlidir. Anda değerini bulmayan hakikat
hükümsüzdür. Çünkü an geçer, gerçeklik değişir. Değişen gerçeklikle birlikte
hakikat de değişir. Bundan dolayıdır ki zamanını, mekânını ve nesnesini
yitirmiş bir hakikat, varlığın dününe aittir; dünde kalmıştır. Ve artık o
hakikat, gök kubbede bir hoş seda bile değildir. Hakikatin bir hoş seda bile
olamadığı yerde hükmü meri olan ise yalnızca yalanlar ve gerçekliğe dair
üretilen yanılsamalardır.
Eğitim Sistemi Bunun Parçasıdır
Bilin
ki bir yerlerde birileri ya da bir şeyler, mübalağa ve mugalatayla sarıp
sarmalanarak, destan ya da efsane diye pazarlanıyorsa, orada o şeyin
gerçekliğine dair kıyıda köşede kalmış hakikat kırıntıları bile süpürülmektedir.
Ve gerçekliğin hakikatinin üzerine yalanlar ve yanılsamalarla ilmek ilmek
örülmüş kapkaranlık bir şal örtülmektedir.
Ve
ne yazık ki eğitim sistemi de bu sürecin en önemli araçlarından biridir. Çünkü
böylesi bir düzenin muktedirleri eğitim alanını asla boş bırakmazlar. Eğer boş
bırakırlarsa ve kültürel çürümeye ayak uydurmayan, hatta buna karşı çıkan
nesillerin yetiştiği bir kurum olarak varlığını sürdürmesine seyirci kalırlarsa
kendi bindikleri dalı kesmiş olurlar. Bir nevi kendi mezar kazıcılarının yetişmesine
göz yummuş olurlar.
Peki;
bunu yaparlar mı? Yani, kendi mezar kazıcılarını yetiştirecek bir eğitim
sisteminin işlemesine izin verirler mi? Elbette hayır! Peki; ne yaparlar? Siz
bunları düşüne durun! Ben de bu sorulardan hareketle Türkiye’ye, Türkiye’de
eğitim gerçekliğine, mülakat ehli mahir müfettişlere ve bazı örneklere döneyim efendim.
Türkiye’de Eğitim İktidarların Oyun
Alanıdır1
İktidarların
eğitim alanındaki oyunlarının, yardımcı oyuncuları, figüranları ve oyunculara
sufle veren suflörleri, danışmanları vardır elbette. Bunların gizlisi saklısı
yoktur. Her biri adıyla sanıyla ortalıkta arz-ı endam eylemektedir. Ve bu alandaki
oyunların ana sahnesi MEB’dir. Hem de merkez teşkilatından taşra teşkilatlarına
dek…
Ancak
bunlar içinde iki birim öne çıkar. Bunlardan biri Personel Genel Müdürlüğü’dür.
Diğeri ise başlığımızla bağlantılı olan Teftiş Kurulu Başkanlığı’dır. Rantsız
oyunun tadı mı olur? Bir de bunları birbirine bağlayan rant çarkı ve rant
çeteleri vardır elbette…
Sayıştay’ın
tespit ettiği ama bir türlü bulamadığı “MEB’in 640 milyon Eurosu nerede?” sorusu neden hâlâ yanıtsız sanıyorsunuz ki…
Elbette bu, açığa çıkmış küçük bir ayrıntıdır MEB’deki rant çarkı açısından…
Bir de bunların yanına geçtiğimiz yıllarda uygulamaya konan mülakat sistemini ekleyin.
Mülakat deyip geçmeyin! Çünkü bu uygulama, toplumsal çözülme ve kültürel çürüme sarmalında savrulan ve çöken bir sistemin, özellikle eğitim alanında en azından her personeli kontrol etme isteğinin göstergesidir. Keza yıllardır teşkilatta görev yapan müfettişleri bile mülakattan geçirmek ve tabiri caizse bir kavun misali dibini koklayarak, sağını solunu mıncırarak Bakanlık müfettişliğine alıp almamaya karar vermek de bunun delaletidir.
Peki;
tüm bunlar, Personel Genel Müdürlüğü ve Teftiş Kurulu’nca, eğitim sistemini
çağın gereklerine ve toplumun ihtiyaçlarına uygun hale getirmek için mi
yapılmaktadır? Yoksa ahlaki değer erozyonuyla kendini gösteren kültürel
çürümenin, yozlaşmanın önüne geçmek için mi…? Ya da yalanın talanın hüküm
sürmediği, yolsuzluk, hırsızlık ve soygunun ortadan kaldırıldığı ve bu eylem ve
işlemleri yapanların yargılanıp cezalandırıldığı yeni bir toplumsal düzen yaratmak
için mi yapılmaktadır? Dahası bu tür eylem ve işlemlere karışan personelin
ayıklanıp bertaraf edilmesi için mi?
Yanıtı
olan var mı? “Evet” mi diyorsunuz, “Hayır” mı? Yoksa “Bilmiyorum! Fikrim yok!”
ya da “Yorum yok!” mu diyorsunuz? Düşünün! Lakin sizin yanıtınız ne olursa
olsun! Ben birkaç örnekle devam edeyim efendim.
İşte Size Birkaç Örnek ve Birkaç
Soru
Eğer
yukarıdaki soruların yanıtları “Evet” olsaydı; sizce Teftiş Kurulu Başkanı Atıf
Ala, yolsuzluk ve ihaleye fesat karıştırma operasyonunda gözaltına alınıp adli
kontrol şartıyla salıverilen ve görevden uzaklaştırılmış birini, aynı koşullara
tabi olan diğerlerinden ayırmak ve göreve başlatma yolunu açmak için düzenlenmiş
bir raporun altına imza atar mıydı? Hem de bakan adına, yani Milli Eğitim
Bakanı Ziya Selçuk adına…
Keza
eğer yukarıdaki soruların yanıtı “Evet” olsaydı; aynı Teftiş Kurulu Başkanı
Atıf Ala, bir yolsuzluk dosyasındaki kişiyi bir biçimde kurtarmak ya da aklamak
için “Münferit”tir hükmü taşıyan bir rapora
imza atar ya da onay verir miydi? Elbette yine bakan adına…
Öte
yandan; eğer yukarıdaki soruların yanıtı “Evet” olsaydı; Teftiş Kurulu’nun
mülakat ehli ve mahir Bakanlık müfettişleri, esas olarak mobbing iddiasıyla
başlayan İstanbul BİLSEM soruşturmasında, İl Maarif Müfettişlerince teklif
edilmiş idari ve disiplin cezalarını bertaraf edip, adli suç duyurusu önerisini
rafa kaldırabilir miydi? Hatta bu dosyanın müfettişlerine ceza teklifinde
bulunabilir miydi?
Bak
şimdi merak ettim. Çünkü İstanbul BİLSEM Müdiresi Hülya Özyürek, soruşturmayı
yürüten İl Maarif Müfettişlerince tespit edilen ve ifade edilen, hakkındaki
iddialara ilişkin şöyle demişti: Bakanlık müfettişlerince çürütülmüştür.
Sahi,
şu Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın mülakat ehli ve mahir müfettişleri, acaba, İl
Maarif Müfettişlerince tespit edilen ve hem disiplin cezası, hem idari tedbir,
hem de adli suç duyurusu tekliflerine konu olan iddiaları nasıl çürüttüler? Bir Bakanlık müfettişinin dediğine göre; hem
de soruşturma dosyası mobbing iddiasıyla açılmış olmasına rağmen, şikâyet
dilekçesi sahibi bir tek kişiyi bile dinlemeden bunu nasıl başardılar acaba?
Galiba
durduk yere mülakat ehli olmamışlar! Onları seçenlerin bir bildikleri varmış
demek ki… Boşuna seçmemiş malum seçiciler…
Neyse
efendim… Başlıkta demiştik ki “Önce ekmekler bozuldu”; ya teftiş ve müfettişler…?
Yanıt herkesçe malum işte… Bir de bu
malumu ben mi ilan edeyim? Yoksa siz mi söylersiniz birilerine…?
Yine
iş başa düştü galiba: Ekmeklerin bozulduğu yerde ne teftiş kalır bozulmadık ne
de müfettiş… Zaten müfettiş bozulmamışsa teftiş nasıl bozulabilir ki…?
****
NOT:
“Müfettiş ve müfettişler” sözümden dolayı bütün müfettişler alınmasın lütfen!
Çünkü hâlâ bu yazıları yazabiliyor ve hâlâ bu yazılardaki bazı bilgilere yer
verebiliyorsak, bunların hepsi, her şeye rağmen hâlâ ahlâki değerlerini koruyan,
hâlâ vicdanının sesine kulak veren o namuslu, o dürüst müfettişler
sayesindedir. İyi ki varlar… Ve iyi ki hâlâ çözülene ve çürüyene teslim
olmadılar.
* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
1”Eğitim İktidarların Oyun Alanıdır”
yazısı İçin: http://atalaygirgin.blogspot.com/2018/11/turkiyede-egitim-iktidarlarn-oyun-alandr.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder