Asgari
Ücret ‘Kumpanya’sı
Atalay
Girgin*
Her
Aralık’ta bir kumpanya kurulur Ankara’da… Ve genelde dört gösterimlik bir oyun
sahnelenir. Çok önemli ve değişik bir şeyler olacakmışcasına ‘kumpanya’yı
yakından izleyen televizyon kameralarına, gazete ve haber ajanslarının foto
muhabirlerine bol gülücüklü pozlar verilir.
Her
gösterimde ilk sözü ev sahiplerinin söylediği, gerisinin aynı minval üzre bir
teferruattan ibaret olduğunu anımsatan repliklerin yinelendiği, karşılıklı iltifatların
ve ikramların eksik olmadığı bir oyun… Aslında, üç aşağı beş yukarı sonucun da
öncesinden tahmin edilebilir olduğu, her şeyin ‘koyun pazarlığı’ mizanseninde
sahnelendiği bir oyun…
Dostlar
alışverişte görsün yeter! Ne de olsa can onların canı değil! Ha üç aşağı ha beş
yukarı! Koyun dediğin sonunda kesilecek! Üç-beş koyun için üzmeye değer mi
birbirini… Değmez tabii ki… Ve iş ‘tatlıya bağlanır’. Pazarlık dediğin nedir ki
zaten? Bir kez başlanırsa üç vakte kadar sona erer. İçlerinde sözüm ona bir
burukluk kalsa da işin esası anlaşmaya varmaktır. Onlar da anlaşırlar!
Alan
memnun, satan memnun! Pazarlığı ve satışı, pardon anlaşmayı kolaylaştıran
memnun! Gerisini satılan düşünsün! Koyun dediğin de ne diye düşünsün ki… Kader,
mukadderat işte! Makûs talih! Allah’ın kaderine yazıp bir kenara koyduğunu
yaşamaktan öte ne gelir ki elinden! Alınacak, satılacak, kesilecek! Kimi
etinden, kimi sütünden, yününden yararlanacak! Kimi de geriye kalan
kuzularından… Daha ne olsun ki altı üstü bir can! Ömür dediğin de meleye meleye geçip gidecek
sonunda! Hepi topu üç günlük dünya! Üzülmeye değer mi hiç?
Asgari Ücret Masasında Olmayan Kim?
Asgari
ücret tespit süreci bir kumpanya havasında başlar. Ne yalan ne de doğru
söyleyen rakamlar, istatistik veriler üzerinden bir dizi laf üretilir
toplantılarda… Ve bir sizde bir bizde derken sayılı günler çabucak biter. Milyonlarca
insan bu çalışmaları yürüten komisyonun rakamı bildiren açıklamalarını bekler,
dört gözle.
Komisyon
denilenin de kâğıt üzerinde üç tarafı vardır: İşveren, hükümet ve sözüm ona
işçi tarafı olarak da malum konfederasyon (ve dolgu malzemesi olan saz
arkadaşları). Şimdi neden “malum konfederasyon” dediğimi de anlatırdım. Lakin uzun sürer. Belki başka bir zaman
konuşuruz. Aslında ilgililer bilir de işin aslını… Bilmezlikten gelir!
Ne
var ki bu tarafların, yani heyetlerin içersindeki hiçbir zat, asgari ücretle
yaşamaz ve mevcut koşullarda asgari ücretle yaşamanın ne demek olduğunu bilmez.
Yani asgari ücretle çalışıp yaşamak zorunda olan asgari ücretlinin olmadığı bir
masadır, her Aralık’ta Ankara’da kurulan.
Ve
onlar, asgari ücretlinin olmadığı bir ortamda karar verirler: Yaşamak için
asgari ücretle de olsa çalışmaya mahkûm olanların, iş güçlerini kaça
satacaklarına… Ve “Senin iş gücü bedelin şu kadar” derler, yoksulluk
bataklığında çırpınan asgari ücretliye!
Asgari Ücret Allah Kelamı Gibidir!
Asgari
ücretin, en genel ve basit haliyle, kısaca iki anlamı vardır:
Birincisi,
o ücretin, yani asgari ücretin altında hiç kimse çalıştırılamaz, demektir. Bir
başka deyişle kanun hükmündedir. Bunu ihlal eden, bu kuralı çiğneyen herkes
suçludur.
İkincisi,
çalışan bir kişinin yaşamını sürdürebilmesi için gereken en düşük ücrettir. Bir
kişiye bu ücretin altında bir ücreti vermek bir yana, teklif dahi edilemez,
demektir.
Lakin
hakikat bambaşkadır. Çünkü asgari ücret kimine göre tavan ücrettir. Onun
altında her şey mümkündür. Kimine göre de Allah kelamı gibidir asgari ücret: yerine
göre hiç değişmez! Ondan aşağısını vermekte bir mahzur yoksa da daha ötesi
verilemez. İşine gelirse… İşine gelmezse de başka kapıya! Nasıl olsa dışarıda,
daha azına da çalışmaya hazır tonla işsiz vardır! Ve yaşamak için, yaşamını
sürdürebilmek için iş gücünü satmaktan başka çaresi olmayan için boyun eğmekten
öte bir seçenek yoktur.
Bundan
dolayı, Türkiye’nin dört bir yanında asgari ücretin altında bir ücretle, yüz
binlerce insan çalıştırılır. Yalnızca özel sektörde değil, resmi kurumlarda
bile… Bunların başında da MEB gelir! Ücretli öğretmen olarak çalıştırılanların
çoğuna asgari ücretin altında bir ücret verilir.
Bu Suçla Kim Mücadele Edecek?
Asgari
ücretin altında bir ücretle işçi çalıştırmanın bu kadar yaygın olduğu
koşullarda, buna karşı kim mücadele edecek? Bunu kim ya da hangi kurumlar
önleyecek?
Asgari
ücret tespit komisyonunda oturan ve asgari ücreti belirleyen taraflara bakarsak
aslında soruların yanıtı çok açıktır. Çünkü yasalara, kurallara uymak ve onlara
uyulup uyulmadığını gözetmekle, çiğnenmesini engellemekle yükümlü olan yürütme
organı olarak hükümetin temsilcileri masadadır. Sözüm ona asgari ücretliyi
temsil ettiği, işçi haklarını savunduğu iddiasında olan malum konfederasyon da
oradadır. İşveren temsilcileri, yani asgari ücretin altında ve sigortasız iççi
çalıştıran, sigorta primini gerçek ücretten ödemeyen bir kısım işveren de dâhil
olmak üzere tüm işverenleri temsil edenler de aynı masadadır. Keza asgari
ücreti belirleyen ve bunu imza altına alan ve kamuoyuna açıklayanlar da
bunlardır.
Bu
durumda asgari ücretin altında, sigortasız işçi çalıştırılması ve sigorta
priminin gerçek ücretten ödenmemesiyle mücadele etmesi ve bunu önlemesi gereken
asli ve tartışılmaz muhatap, aralarında hükümetin de yer aldığı bu üçlüdür. Ama kıllarını bile kıpırdatmazlar!
Üçü
de bu ihlaller karşısında kör, sağır ve dilsizdir. Çünkü onlar, yaşamak için çalışmaya
ve iş gücünü, asgari ücrete, hatta asgari ücretin altında bir ücrete bile satan
ve satmak zorunda olan işçilerin temsilcisi değildir. Aksine onlar yalnızca iş
gücünün alınıp satılmasına, rayiç bedel tespit eyleyen ve sözüm ona gerisine hiç
karışmayan saz arkadaşlarıdır! İnandınız mı?!!! Geçin efendim!
Bitirirken…
Biline
ki asgari ücret, asgari ücretle çalışan, çalışmak zorunda kalanların kendi
seçtikleri temsilcilerince belirlenmediği ve örgütlü güçleriyle korunup savunulmadığı
sürece asgari ücretlinin makûs talihi değişmeyecektir. Her yıl açlık ve sefalet
ücretine, hatta asgari ücretin bile altında sigortasız ve sosyal güvencesiz
çalışmaya mahkûm olacaklardır. Eğer bu zorlu süreci geçip, aldıkları ücretin
yüzde 28’ine emekliliğe hak kazanabilirse de karın tokluğunu ve açlık deryasına
demir atacaklardır.
Acaba
bunlar, asgari ücret ‘kumpanyası’ aktörlerinin ve figüranlarının zerre umurunda
mı?
*Ankara
Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…” kitaplarının
yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece;
http://atalaygirgin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder