Terk
Edilen Bir Mücadele Alanı: Okul
Eğitime ilişkin tüm
teorik tasavvurların, kararların uygulama alanı okuldur. Eğitimin başat
niteliği ve temel işlevi olan siyasal-ideolojik boyutunu (ki diğerleri kültürel
ve ekonomik işlevdir) dikkate aldığımızda, teorik ve pratik kararlarını
uygulama olanağına sahip olan güç, öncelikle ve asli olarak, egemen sınıf ya da
sınıflar kompozisyonunun temsilcisi, işgüderi olan siyasal iktidardır.
Siyasal iktidarların
eğitime ilişkin kararlarını koşullayan ise öncelikle üzerinde var oldukları,
varlık kazandıkları ekonomik, sosyal, siyasal yapıdır. İkincisi ise Althusser’e
atıfla söylendiğinde, onların siyasal ve ideolojik anlamdaki göreli
özerklikleridir. Siyasal iktidarlar, kitleleri peşlerine takmanın, onları var
olan sisteme tabi kılmanın aracı olan siyasal ve ideolojik söylemin gereklerini,
şu ya da bu ölçüde, toplumsal yapıyı ve sınıfsal güç ilişkilerini
değiştirmeksizin, hatta yeni bir düzlemde, eskinin simge ve sembolleriyle de
oynayıp, aşındırarak var olan sınıfsal hâkimiyeti pekiştiren bir meşruluğa
yönelirler.
Bir siyasal iktidarın,
kendisinden önceki dönemlerin simge ve sembolleriyle oynayabilmesi, onları
tamamen değiştirip ortadan kaldırabilme aşamasına gelemese de, aşındırmaya
yönelebilmesi, bir boyutuyla “Eski rejim”in miadını dolduruşunun üzerine “tüy
dikme” girişimidir. Diğer boyutuyla da, ister hüsnü kuruntu ve kof, gereksiz
böbürlenme olarak görülsün isterse gerçeklik, ne denli güçlü olduğunu içerde ve
dışarda tüm dostlarına ilan etmesidir.
Günümüz koşullarında
böylesi bir süreç, ülke ve dünya genelinde verili toplumsal, sınıfsal güç ve
iktidar ilişkilerini, ekonomik ve siyasal anlamda toplumun ezilen sömürülen,
tabii olan sınıfları lehine değiştirmeye, dönüştürmeye yönelmediği sürece, kısmi
itirazlar ve ayar vermeye dönük eleştirel yaklaşımlar dışında, egemen
kesimlerin ve temsilcilerinin karşı duruşlarına maruz kalmaz. Toplumun farklı
sınıf ve kesimlerinden benzer kaygıları taşıyan grupların siyasal ve ideolojik
temelli itiraz ve açıklamalarının ise, hangi kisve ve sıfat altında yapılmış
olursa olsun, kıymet-i harbiyesi yoktur. Özellikle de bu politikaların uygulama
alanı olan okullarda fiili bir karşılığı söz konusu değilse.
“Eski rejimin” simge ve
sembolleriyle oynamaya, siyasetin ve ideolojinin göreli özerkliği temelinde
davranmaya başlayan bir siyasal iktidarın, düşündüklerini ve kararlarını
uygulama alanına sokup hem var olan düzene tabiliğini sağladığı kitleleri
hoşnut edeceği hem de her kesimden siyasal ve ideolojik muarızını, toplumsal
olarak daha da sindireceği alanların başında eğitim gelir. Eğitim, yani genel
sistematik eğitim, siyasal iktidarlar için hem “Eski rejime” karşı yapılanların
hem de siyasetin ve ideolojinin göreli özerkliği temelinde alınan kararların,
toplumun yeni yetişen genç nesilleri ve dimağları nezdinde kuvveden fiile
dönüştürülüp, düşünce, söylem ve davranış boyutuyla bilinç kılınarak, ete
kemiğe büründürüldüğü, billurlaştırıldığı bir alandır. Ki bu işlemin sistemli
bir biçimde yapıldığı alanın adı, okuldur.
Okul
Değiştirir ve Dönüştürür
Genel sistematik
eğitimin yapıldığı her okul, girdisi ve çıktısı belli olan, tipik bir açık
örgüttür, tipik bir açık imalathane. Meşruluğunu ve dayanağını, yapacağı
eğitimi planlayıp programlayan siyasal iktidardan, devletten alan, onun
kendisine yüklediği işlevleri yerine getirmek üzere tasarlanıp kurgulanmış bir
alt örgüt, bir alt işletme. Temel işlevi, gönüllü ya da gönülsüz, çatısı ve
yapısı içerisine giren herkesi, hem biçim hem de içerik düzeyinde belirlenmiş
kabuller temelinde, düşünmeye, söylemeye ve davranmaya yöneltmektir. Bunu
gerçekleştirmek için cezanın da ödülün de kullanıldığı bir örgüt. Kendi
özelinde bu örgütün temel yapıtaşları, okul idaresi, öğretmenler,
hizmetlilerdir. Bu yapıtaşlarının işlemek ve “istendik davranışlar
kazandırarak”, işbirliği içinde biçimlendirmeye yöneldikleri, bir başka deyişle
mamul bir ürüne dönüştürmeye çalıştıkları malzeme de öğrencilerdir.
Okulda eğitim ya da
değiştirme, dönüştürme, biçimlendirme faaliyetinin içeriği ve biçimi, onu
oluşturan yapıtaşlarınca belirlenmez. Bir başka deyişle, bu faaliyetin özneleri
ne idaredir, ne de öğretmenler ve hizmetlilerdir. Onlar özelde birbirlerine,
genelde ise öğrencilere karşı, kendilerine tanınan hak, sorumluluk ve yetkiler
çerçevesinde göreli ve yanılsamalı bir hiyerarşik iktidara sahip oluşun
sakatlanmış bilinç haliyle, kendilerinden istenenleri, beklenenleri yapmak ve
yaptırmakla yükümlüdürler. Bazen yaptıklarıyla gururlanıp haz duyarak, bazen
ise içsel ya da dışsal çatışmalarla savrulup acı çekerek. Çünkü, bazen
yaptıkları yapmak istedikleridir. Bazen ise yaptıkları, söyledikleri, asla
yapmak ve söylemek istedikleri değildir. Ama bile isteye ya da hayırhah bir
yaklaşımla yapmışlardır.
Belirlenen işleyişi temelinde
okul, hangi toplumsal kesimden gelirse gelsin, hangi siyasal-ideolojik,
sınıfsal tercihlere, hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun, öğrenciden önce,
yapıtaşlarını ve onların içerisinde de öncelikle öğretmeni değiştirip
dönüştürmeye ve biçimlendirmeye yönelir. Öğrenciden önce öğretmen, farkına bile
varmadan bazen Pavlov’un köpeği deneyinde olduğu gibi davranır. Anımsayın, yalnızca
öğrenciler için değil, öğretmenler için de zil çalar. Bazen Skinner’in faresi
gibi davranır. Ödüle ulaşmak ya da istediği bir şeyin olmasını sağlayabilmek
için, idarenin ve üst yöneticilerin hoşuna gidecek uygun davranışı bulmaya ve
onu gerçekleştirmeye yönelir. Çünkü bunu yapmazsa, cezaya kadar uzanan sürecin
başlayabileceğini bilir. Tıpkı sınıftaki, öğretmen karşısında, uyarıdan,
azarlanmadan ya da cezadan kaçınmak isteyen veyahut da öğretmenin gözüne
girmek, onun lütfuna, övgüsüne mazhar olmaya çalışan öğrenci misali... Dolayısıyla,
sistemin egemenlerinin “Nasıl bir toplum, nasıl bir gençlik, nasıl bir insan
istiyoruz?” sorularına verdikleri yanıtlar temelinde belirledikleri içerik
doğrultusunda, klasik ve edimsel koşullanma yoluyla öğrenerek, düşünme, söyleme
ve davranışa yönelme hem öğrenci hem de öncelikle öğretmen için geçerlidir.
Çünkü öğrenciyi biçimlendirmesi bekleneni biçimlendiremeyen hiçbir sistem
başarılı olamaz. Ki bunu da en iyi bilenler, sistemin efendileri ve onların her
düzeydeki işgüderleridir.
Okul
Mücadele Alanıdır
Toplumun hangi
kesiminden olursa olsun, öğrencinin gönüllü ya da gönülsüz bir biçimde, var
olan ya da iktidarların istediği bir toplumsal, siyasal-ideolojik sistem için
değiştirilip dönüştürüleceği ve biçimlendirileceği bir mücadele alanıdır okul.
Bu mücadelenin ön safında da öğretmenler vardır.
Öğretmen, birilerince
belirlenmiş ve eline tutuşturulmuş bir içerik doğrultusunda, öğrenciyi
biçimlendirmesi, ona davranışlar kazandırması ya da son zamanların deyişiyle,
belli kazanımları edindirmesi gereken kişidir. Görevi, ne kendisinden isteneni,
ne de içeriği sorgulayıp eleştirmektir. Bu tür eylemleri, hele hele sınıf
ortamında ve öğrencinin karşısında yapmak ve onları şu ya da bu biçimde etki
altında bırakmak asla onun işi değildir. Çünkü bunun adı, “siyaset yapmak”
olarak konulmuştur. Öğretmen sistemce ya da siyasal iktidarca belirlenen ve elindeki
içeriğe içsel kılınanın dışında siyaset yapmamalıdır. Zaten sisteme ya da
siyasal iktidara uygun olanı dile getirmenin, anlatmanın adı da siyaset
değildir. Velhasıl bu konuda asli olarak ondan beklenen iki tür davranış vardır:
Bunlardan biri, okulda,
sınıfta, profesyonel bir işgüder ya da hizmetkâr gibi davranması, kendisine
aykırı gelse bile isteneni uygun bir biçimde yapması, öğrenciye belirlenen
kazanımları başarıyla kazandırmasıdır. İkincisi ve daha ideali ise profesyonel
hizmetkârlığını, belirlenmiş içeriği siyasal ve ideolojik anlamda da benimseyerek,
onu düşünüş, söyleyiş ve eyleyişini biçimlendiren, zenginleştiren bir bilinç
haliyle taçlandırması, görevini de bu bilinçle sahiplenip şevkle yapmasıdır.
İkinci davranış
kalıbına uyan öğretmen, dünyanın her yerinde, sistemin efendileri ve siyasal
iktidarca tadından yenmeyecek olandır. Çünkü bu, “Gönüllü kul”luğun ve
“ideolojik esir”liğin zirvesidir. Ne denli zeki ve çalışkan olursa olsun, tüm
bilinciyle varlığını, var olan düzene ve onun efendilerine “armağan etmeye”
hazır öğretmen tipidir. Ve kendisiyle barışık bir biçimde işgüderliğini,
hizmetkârlığını sürdürür.
Birinciler için ise
sorun büyüktür. Kendilerinden istenen profesyonel davranış ile yaptıkları işin siyasal-ideolojik
içeriği ve kendi kabulleri arasında sıkışırlar. Sıkıştıkça bir bilinç
yarılmasına, bir bilinç bölünmesine doğru savrulurlar. Bir tercih yapmak
durumundadırlar. Ya kendi kabulleriyle çelişen siyasal-ideolojik içeriği
karşılarındaki öğrencilere kazandırmaya ve onları biçimlendirmeye devam
edeceklerdir ya da işlerini kaybetmeyi göze alıp onu sorup sorgulayarak,
eleştirel bir tavır alarak görevlerini sürdüreceklerdir. Elbette başka
seçenekler de var: Örneğin, okulda ve sınıfta, kendilerinden istenen
profesyonelliğin gereğini yapıp, okul dışında bu yaptıklarının tam tersini
savunmak, dillendirmek; ya da içerisine düştüğü, yaşadığı açmazın ruh haliyle
giderek kendi kendini yiyip tüketen sinizme sürüklenmek. Bir başka seçenek ise
bu çatışma halini, bir biçimde meşrulaştıracak, yanılsamalı gerekçeler bulup
rahatlamak.
Birinci tür öğretmenler
arasında, yukarıda sayılan seçeneklerden herhangi birini seçen çok sayıda
öğretmen bulmak mümkün. Ama neredeyse genelinde gözlenen ortak özellik, okulun
dışına çıkmak, okulu terk etmektir. Sendikalısından sendikasızına, en
radikalinden en pasifistine bu tür öğretmenlerin karakteristik özelliği okulu
terk etmek, düşünsel düzeyde kendini ifade ve gerçekleştirme alanını dışarıda
aramak oluşturmaktadır.
Oysa okul bir mücadele
alanıdır. Değiştiren ve dönüştüren bir mücadele alanı. Her alan, kendi
kabulleri ve işleyişi temelinde, kapsamına aldığı her insanı, ne denli gönülsüz
ve istemeye istemeye de olsa bir kalıba sokar. Hele o alanda mücadeleyi
seçmiyor ya da erteliyorsanız. Hele o alan, siyasal-ideolojik bir faaliyetin
sistematik olarak gerçekleştirildiği bir alansa… Bir insan böylesi bir alanda
değiştirme ve dönüştürme mücadelesini bıraktığı an, kendisi (ne denli aksini
söylerse söylesin) onun tarafından şu ya da bu ölçüde değiştirilir, dönüştürülür.
Bundan kaçış yoktur. Ne yazık ki okullar, bir mücadele alanı olarak çoktan terk
edilmiştir. “Devrimci öğretmen”i uzun yıllardır “heyula”ya dönüştüren
nedenlerden biri de budur.
Tahakkümün
ve İtirazın Alanı
Genel olarak sistematik
eğitim ve özel olarak da onun faaliyet alanı olan okullar, “düzene uygun
kafalar”ın yetiştirildiği, siyasal-ideolojik anlamda tahakkümün üretildiği ve
egemen kılındığı alanlar olmasının yanı sıra, değiştirme, dönüştürme mücadelesinin
de alanlarıdır. Tüm mesele eğitimin neden, nasıl yapıldığı ve hangi amaçlar
için hangi içerikle donatıldığıdır.
İçeriğine ve
gerçekleştiriliş biçimine göre tahakkümün aracı olan, günümüzde dünya-evrensel
olarak, insanın insanı sömürüsüne dayanan kapitalist sömürü düzenini üreten
eğitim sistemi ve okullar, buna karşıt olanın bayraklaştığı alanlara da
dönüşebilir. Dünyanın her yanında toplumsal olarak varlığını sürdüren, insanın
insana sömürüsüne, eşitsizliğe, adaletsizliğe karşı çıkışın adı olan “Özgürlük çığlığı”nın
yükseldiği alanlar da olabilir. Elbette bunun yolu, bilumum neden ve gerekçenin
ardına sığınıp bu alanları terk etmemekten geçmektedir. Bu alanlarda kararlı,
ilkeli bir biçimde ve dayanışma içinde, değiştirme dönüştürme eylemliğinden
vazgeçmeksizin, sorarak, sorgulayarak, eleştirel bir tavır alışla var olmayı
gerektirmektedir.
Ancak, 12 Eylül’den bu
yana söz konusu alanlar, başlangıçta sessiz sedasız olmak üzere terk
edilmiştir. 1990 başlarında kısmen kendini gösteren yeniden var olma, kıpırdanma
süreci ise, ne yazık ki, bilinçli ya da bilinçsizce, sendikal oluşumların ve
çoğu grubun, medyatik olma ve “kitlesellik” gösterisi yarışına girmesinin de
etkisiyle hızla okul dışına taşınmıştır. Ve giderek sevkli ya da sevksiz okul
dışı eylemlerinde boy göstermek her şey olup çıkmıştır. Bir zamanlar birçok
öğretmenin okuduğu ve paylaştığı “Barbiana Öğrencilerinden Mektup” hızla
unutulup, anımsanmaz olmuştur. Velhasıl, düzenin gönüllü işgüderi ve “ideolojik
esiri” olmak istemeyen ya da olmadığını düşünen öğretmenleri, okullardan sırra
kadem basmışlardır; oralarda canlı cenazelere dönüşmüşlerdir. Hiçbir grup ya da
sendika aksini savunmaya ya da iddia etmeye kalkmasın. Çünkü gerçekliğin hükmü,
o iddiaları da iddia sahiplerinin de hükmünü çoktan tarih kıldı. Bugün
yapılması gereken, dünya-evrensel düzeyde, yeniden okulları değiştirme ve
mücadele alanı kılmaya yönelmek ve kılmaktır. Bunu gerçekleştirmenin dışında
söylenecek her söz laf-ı güzaftır.