Öğretmenler Neden Okulu Sevmez?
Atalay
Girgin*
Başlıktaki sorunun
hükmü birçok kişiyi şaşırtacaktır. Birçoklarını yadırgatacak… Birçok kişi için
de gerçekliğin hakikati olacaktır: Öğretmenler
okulu sevmez.
Biliyorum, her
genelleme tehlikelidir. Ve yine biliyorum ki, tek tek yanıtları alınıp
tespitleri yapılmamış her genellemenin istisnaları vardır. Bu anlamda
“Öğretmenler okulu sevmez!” genel hükmünün de istisnaları söz konusudur. Ve bu
istisnalar, yani her şeye rağmen okulu sevenler, adı üzerinde genelin kapsamı
dışındadır.
Bu kısa açıklamanın
ardından konumuza dönelim: Öğretmenlere, “Okulu seviyor musunuz?” diye bir soru
yöneltirseniz. Özü sözü bir, sözünü sakınmayan az sayıdaki öğretmen dışında,
hiçbir öğretmen “Hayır!” demeyecek, diyemeyecek, hayırhah bir tutumla “Evet!”
yanıtını verecektir.
Ancak gerçekliğin
hakikati hiç de öyle değildir. Bunu anlamak için, “idealist” diye nitelenip
küçümsenen öğretmenlerle, okul dışında var olmayı başaramamış ve oradan
çıktığında kendini çırılçıplak ve savunmasız hisseden öğretmenler
dışındakilerle samimi bir biçimde konuşmanız, onların hal ve hareketlerini
gözlemeniz, yaşamlarını nasıl kurguladıklarına bakmanız yeterlidir.
Bu söylenenleri
yaptığınızda, sorunun yanıtı, sorana, soruluş biçimine, yere, zamana, koşullara
ve ortama göre değişecektir. “Evet! Seviyorum!” yanıtlarının büyük bir
çoğunluğu “Hayır!”a dönüşecektir. Neden?
“Öğretmenler neden
okulu sevmez?” sorusu önemli. Hem mevcut gerçekliği ve onun hakikatini
anlayabilmek, hem de var olan gerçekliği değiştirebilmek açısından önemli. Kapsamlı
bir çalışmanın ilk taslağına dayanan bu yazıda her şeyi ayrıntılı bir biçimde
dile getirme olanağı yok. Ancak potansiyel olarak yanıtını içinde barındıran
bazı soruları yönelterek kısa bir değerlendirme yapmak mümkün.
Elbette bu açıklamanın ardından birçok kişi,
yanıtlarını çok farklı saiklerle verecek ya da vermeye çalışacaktır. Birçoğu
yanıtının ardı sıra, “Ama…” ya da “Ancak..” diyen açıklamalara yeltenecektir.
Tüm bunları göze alarak ve “Ama…”larla, “Ancak…”larla başlayan gerekçeleri ön
görerek sorularımı yöneltiyorum.
İşte
Sorulardan Birkaçı
Öğretmenler, her okulun
en önemli kararlarının alınması beklenen “Öğretmenler Kurulu” toplantılarına
severek ve isteyerek mi katılır? Önemli tartışmaların yapılıp toplantının
uzamak durumunda kalmasına sevinir, bundan mutlu olurlar mı? Yoksa bir an önce
bitse de gitsek kaygısıyla mı davranırlar? Gündeme ilişkin konuşmaya yeltenip
toplantının uzamasına neden olanlara yerine göre tatlı sert bakışlar fırlatıp,
yerine göre de homurdanırlar mı?
Öğretmenler,
dersleri biter bitmez okulu bir an önce terk etmenin yoluna mı bakarlar? Yoksa
dersleri bitse bile okulda kalıp kendilerini orada gerçekleştirmeye mi
çalışırlar? Veyahut da görevleri olmadığında ya da zorunlu tutulmadıklarında
okulun semtine bile uğramazlar mı?
Okul öğretmenler için
kendilerini gerçekleştirdikleri bir varoluş alanı mıdır yoksa para kazanmak
için gelmek zorunda kaldıkları bir işyeri mi? Okula aidiyet bilincinin
gerektirdiği sorumluluk bilinciyle mi gelirler, zorunluluğa dayanan görev
bilinciyle mi?
“Neden?”
Sorusunun Kısa Yanıtı
Yukarıdaki soruların
yanıtları, öğretmenlerin neredeyse geneli denilebilecek bir çoğunluğunun “Okulu
sevmiyor” olmalarının da gerekçelerini ortaya koyacaktır. Hatta bir adım daha
ileri gidip, şu da söylenebilir: Öğretmenlerin yine ezici bir çoğunluğu, haklı
ya da haksız, doğru ya da yanlış, okuldaki işleri angarya olarak görür.
Gelelim, “Öğretmenler
neden okulu sevmez?” sorusundaki hükmün gerekçelerinden birkaçına:
Bunlardan birincisi,
öğretmenlerin büyük bir çoğunluğunun çalıştıkları okula aidiyetleri yoktur. Okul
onlar için kendilerini gerçekleştirdikleri varoluş alanlarından biri değildir.
Aksine para kazanmak için geldikleri bir işyeridir. Bundan dolayı, aidiyete
dayanan bir sorumluluk bilinciyle değil, zorunluluktan kaynaklanan ve para
kazanmak için yapılması gereken bir iş, bir görev bilinciyle gelinen yerdir. İş
biter bitmez de terk edilmesi gereken bir yer.
İkincisi, okulların ve
okul idarelerinin geneli, öğretmenin aidiyet bilinci oluşturmasının,
geliştirmesinin önünde engeldir. Her öğretmenin kendi rengini ortaya koyarak,
bir renk harmonisi, bir gökkuşağı oluşturabileceği koşulların ortaya çıkmasını
istemez. Öğretmenlerin, bir tekniker ya da teknisyen edasıyla işlerini
yapmasını, verilen görevlerin dışında etliye sütlüye karışmamasını, tabir-i
caizse “eski köye yeni adetler getir”ip başlarına gereksiz işler
çıkarmamalarını ister. Bunun yanı sıra, öğretmenlerin “angarya”, “gereksiz” ya
da “kırtasiyecilik” olarak gördüğü raporları, evrakları zamanında teslim
etmeleri yeterlidir.
Bunları daha da uzatmak
olası, ancak şimdilik gerek yok. Sözün özü, öğretmenin, kendini gerçekleştirme
alanlarından birine dönüşmeyen / dönüştürülemeyen, aidiyet bilinciyle
taçlanmayan hiçbir okulu, öğretmenden sevmesini beklemek ve istemek de doğru
değildir.