Fikret
Başkaya: ÇIKIŞ BURADAN…
Son kitabınız için “Paradigmanın İflası’yla başlayan yolculuğun önemli bir durağı” diyorsunuz. Resmi ideolojinin hurafelerini teşhir edip eleştirdiğiniz Paradigmanın İflası’ndan eko-sosyalist bir paradigmayı çözüm olarak işaret ettiğiniz son çalışmanız Çıkış Buradan:Perspektifi ve Paradigmayı Değiştirmek’e bir hat çizecek olursanız, ne söylersiniz?
Fikret
Başkaya: Mülkiye’den mezun olduktan sonra doktora yapmak
üzere 16 Mart 1966’daFransa’ya gittim.
Orada, Sorbonne’da, ilk yaptığım akademik çalışma Küba’da planlama
üzerineydi. Birleşmiş Milletler Örgütü 1960- 1970 aralığını “Birinci Kalkınma
Onyılı” ilan etmişti. BMÖ, Kanada eski Başbakanlarından LesterPearson
başkanlığında bir komisyondan 10 yılın değerlendirmesini istemişti. Rapor
1970’de yayınlandı… Hocam Jean Gabillard’da benden o raporla ilgili bir çalışma
yapmamı istedi… İkinci akademik çalışmam “Pearson Raporu ve Azgelişmişlik”ti… Az Gelişmiş Ülkelerde Sanayileşme
başlıklı doktora tezimle de doktora unvanını kazanıp Türkiye’ye döndüm.
Türkiye’ye döndükten sonra ilk yazdığım kitap Az Gelişmişliğin Sürekliliği oldu. Daha sonra, arada başka kitaplar
olmakla beraber, Paradigmanın İflası’nı
yazdım. Onu Yeni Paradigmayı Oluşturmak,
Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto, Çöküş – Kapitalizmin Nihai Krizi Üzerine Bir
Deneme ve Eko-Sosyalist Bir
Paradigma: Komünist Topluma Giden Yol takip etti. Son olarak da Çıkış Buradan’ı kaleme aldım.
Bütün bu kitaplardaki tema “mevcut durumdan nasıl çıkılabilir?” sorusuna odaklı aslında.
Dolayısıyla aralarında bir tamamlayıcılık ve süreklilik var. Amacım sorunlar ve
çözüm yollarına dair bir netleştirme sağlamak. Son kitabımı da bu bütünlük
içinde ele almak, bu dizinin sonuncusu olarak görmek gerekiyor. Kapitalist
dünya sistemi ve Türkiye’deki rejimin eleştirisini konu alan kitaplar bunlar… Velhasıl,
anlamayı ve aşmayı sorun eden kitaplar. Eleştirmek son derece önemli, ama radikal
eleştiri olmak kaydıyla….
Radikal
eleştiriden kastınız nedir?
Radikal olmayan eleştiri sorunun etrafında dolanmaya
yarar. Radikal eleştiriyse sorunların kaynağına iner ve kaynağında kavrar.
Entelektüelin misyonu sadece eleştirmek değildir yada eleştiri tek başına amaç
değildir. Eleştiri değiştirmeyi, dönüştürmeyi potansiyel bir olasılık haline
getirir… Tabii eleştiri radikal eleştiri… Amaç, çözüme giden yolu aralamaktır…
Paradigmanın
İflasının
birkaç yıl önceki yeni baskısına yazdığınız önsözde, kitabı şimdi yazsanız
adını “Çöküş” koyacağınızı söylüyorsunuz. Neden?
Paradigmanın
İflası’nda, yayınlandığı tarih itibariyle (1991), geride
kalan 90 yılın eleştirisi var. Aradan geçen zamanda kafamdaki sorun daha da
netleşti. Çöküş 30 yıl sonrasını daha iyi ifade ediyor…
“Türkiye
artık bir çöküş tablosuna hapsolmuş durumda”
diyorsunuz son kitabınızda da. Yaşananın bir “kriz” değil “çöküş” olduğunu
vurguluyorsunuz. Yaşananı kriz değil de çöküş olarak nitelemek neden önemli?
Kelimenin somut manasıyla farkı belki idrak edebiliyoruz ama derinine
indiğimizde fark nedir? Örneğin, bir krizden çıkış mümkün olsa da çöküş için aynı
şeyi söyleyemeyiz, değil mi?
Kriz verili denge durumundan, “normalden’ bir sapmayı ifade eder ama ‘geri dönüşü, normale dönüşü de imâ eder… ‘İşte kalp krizi, böbrek krizi, sinir krizi geçirmiş” denir. Potansiyel bir geri dönüşü ima eder… Çöküş dendiğindeyse artık geri dönüşü olmayan eşik aşılmıştır. Bu da artık işlerin eskiden olduğu gibi yürümesinin mümkün olmadığı demeye gelir… Eski önlemlerin, politikaların bir işe yaramadığı durumu ifade eder…