“Öğretmeni
Torpil Dilenen Toplum Sürünür!”*
Söyleşi: Şahin Aybek-Atalay Girgin
Biliyorsunuzdur: Son günlerde Sedat Peker’in açıklamalarıyla siyaset ve mafya ilişkilerinin hangi boyutlara eriştiği gözler önüne serilmeye başladı. Buradan hareketle sormak istediğim şudur: Bu türden ilişkilerin, yani rant ve çeteleşme ilişkilerinin MEB ve eğitimde olmadığını söyleyebilmek mümkün mü? Ya da MEB ve eğitimde de bu tür ilişkiler var mıdır?
Gerçek
Gündem’deki yazılarımda ısrarla üzerinde durduğum ve vurguladığım bir konu var:
Toplumsal çözülme ve kültürel çürüme. Bu çürümenin en tepeden en alt düzeye dek
tüm toplumsal kurum ve kuruluşları kuşattığı, hatta kuşatmaktan öte
içselleşerek, söz konusu kurum ve kuruluşları felç ettiği bir vakadır. Çözülme
ve çürüme eşliğinde gerçekleşen ve olağanüstü bir nitelik taşıyan bu toplumsal
bunalım döneminde, birçok kişinin ve grubun “toplumsal kültürel ayakkabıları
vurmaya” başlamıştır.
Hangi
neden ya da saiklerle olursa olsun, Sedat Peker de yaptığı açıklamalara istinaden
“toplumsal kültürel ayakkabıları vurmaya” başlayanlardan biri olarak sahnede
yerini almıştır. Ve iddialara göre, zamanlaması manidar bir biçimde, sanki
birilerinden “konuş” talimatı almışçasına ortaya çıkmış ve yılların
“Youtuber”larını kıskandırırcasına, söyledikleriyle toplumun geniş kesimlerinin
ilgi odağına dönüşmüştür.
Aslında söyledikleri, toplumsal çözülme ve kültürel, ahlaki çürüme ve yozlaşmanın yasamadan yargı ve yürütmeye dek tüm toplumsal kurumları sarmalına alıp savurduğu koşullarda, okyanusta bir damla kabilindendir. Onun kendi at koşturduğu alana ilişkin telaffuz ettiği olaylar ve ilişkiler, uzun yıllardır siyasetten ekonomiye, dinden eğitime dek toplumsal kurum ve kuruluşların geneline egemendir. Hem de şu ya da bu oranda muhalefet ve muhalefet içerisinde yer alan birileri de bu sarmalın içindedir.
Dolayısıyla,
MEB ve eğitim de benzer rant ve çeteleşme ilişkilerinin, bu doğrultuda
kadrolaşmanın arz-ı endam eylediği alanlardan biri olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bunlar sır da değildir. Rantın olmadığı alanlarda taraflar arasında
bu denli çetin bir kapışma, keskin bir siyasal ve ideolojik mücadele dışında
gerçekleşmez.
“Bunlar sır değildir” derken ne
kastediyorsunuz?
Yani
her şey alenidir. Olup biten her şey iktidardan, MEB merkez teşkilatında
örgütlü sendikalara dek herkesin gözleri önünde, hatta bilgisi dâhilinde gerçekleşmektedir.
Bu çeteler birbirlerine düşmedikleri sürece, yapılanlar bilinse ya da tahmin
edilse bile yapanların kimler olduğu fazlaca konuşulmaz. Ancak çıkarları
çatıştığı ya da birbirlerine düştükleri anda bilgiler ve iddialar ortalığa
saçılır.
Örneğin;
geçtiğimiz Eylül ayında birbiri ardına iki metin yayınlandı. Bunlardan biri “MEB’de Büyük Operasyon” başlığını
taşıyordu. Bu metin iktidarın en tepesinde oturan Recep Tayyip Erdoğan’dan
başlayarak, Süleyman Soylu’sundan Abdülhamit Gül ve Ziya Selçuk’a kadar
neredeyse ilgili ve yetkili olduğu varsayılan her kişiye ve kuruluşa iletildi.
Hatta bunların dışında, muhalefet partilerinin genel başkanlarına, bazı
milletvekillerine ve tüm sendikalara ve bazı gazetelere, gazetecilere bile…
MEB’de yapılanlardan yapılmak istenenlere dek birçok olay ve bunların
müsebbipleri isim isim belirtiliyordu.Ve bunlar yalnızca İdari değil, aynı
zamanda adli soruşturma konusuydu.Ancak haber bile olmadı.
İkinci
metin ise bu gruba karşı kaleme alınmıştı ve “Adım Adım Ziya Selçuk Operasyonu” başlığını taşıyordu. Bu metin de
ilgili ilgisiz, yetkili yetkisiz birçok kişi ve kuruma gönderildi. Metinde tek
tek isimler sıralanıyor ve birileri ifşa ediliyor, bilgi ve iddialar dile
getiriliyordu. Ne var ki, TBMM’de CHP
Milletvekili
Yıldırım Kaya tarafından verilen bir “Soru Önergesi” dışında, her iki grup
hakkında da adli ve idari olarak herhangi bir işlem gerçekleştiğine dair hiçbir
emare ve bilgi ortaya çıkmadı. “Soru önergesi” ise baştan savma bir yanıtla
geçiştirildi. Tabir-i caizse, bu belge ve içeriğinde yer alan bilgi ve
iddialara rağmen ilgili ve yetkili birileri kulağının üstüne yattı. Hatta MEB
Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı, bu konuda ‘bakan’ Ziya Selçuk’tan inceleme ve
soruşturma talebi gelmediğini, kendilerinin de talep gelmeden bir soruşturma
başlatmalarının söz konusu olamayacağını belirtti. Yani durumu biliyorlardı
ama…
Bu metinleri yazanlar kimlerdi? Bu
belgelerde hangi isimler ifşa ediliyordu?
Bu
metinleri yazanların kimler olduğuna dair tarafların değişik iddiaları söz
konusu. Ancak bundan daha önemlisi ise şudur: Her iki grup da kendisini AKPli
olarak niteliyor, karşıtlarını ise AKP’ye zarar vermekle itham ediyordu. Her
iki grup da karşıtlarını “FETÖ’cü”lükle itham ederken, kendilerinin “FETÖ’cü”
olmadığını dile getiriyordu. Yine bunların yanı sıra karşıtlarını Ziya Selçuk’a
operasyon çekmekle suçlarken, kendilerinin Ziya Selçuk’u savunduğunu yazıyordu.
Hatta her iki grup da kendilerinin ne denli vatansever, Müslüman olduğunu ve
yüreklerinin vatan-millet-devlet aşkıyla çarptığını anlatıyordu. Bunlardan
birisi ise kendilerini “devletten başka hiçbir güce boyun eğmeyen”, “ülkücü-Türkçü”AKPliler
olarak nitelerken, karşıtlarını da Kürtçü olmakla niteliyor, aslında itham
ediyordu. Ama hiçbiri enkaza dönüşmüş eğitimin niteliği, bu enkazdan nasıl
çıkılacağı, bunun için neler yapılması gerektiği konusunda tek bir öneri bile
getirmiyordu. Anlaşılan oydu ki ucunda rant ve koltuk olmayan eğitim, dertler
ve öncelikler sıralamasında bir dert bile değildi, bu“Müslüman”, “gerçek vatansever”
ve yüreği “vatan-millet- devlet” aşkıyla çarpan
“Kürtçü-ülkücü-Türkçü” öz hakiki AKPliler için.
Peki; isimler? Hiç mi isim telaffuz
edilmiyordu bu metinlerde? Bunlardan da söz edebilir misiniz?
Elbette…
Daha önce belirttiğim gibi, her iki grubun da ortak payda olarak dile getirdiği
ve neredeyse, yalnızca kendilerinin cansiperane bir biçimde savunduğunu
söylediği Ziya Selçuk’u bir yana alırsak… Üç bakan yardımcısından söz ediliyor.
Yani Reha Denemeç, Mustafa Safran ve Mahmut Özer. Hatta “MEB’de Büyük
Operasyon” metninde dile getirilen iddiaya göre bunlardan birine kumar ve
‘ziyafet’ hizmeti verildiği, bunun için Kıbrıs kumarhanelerine götürüldüğü ve
yaklaşık 50 bin dolar masraf edildiği belirtiliyor. Aynı kişinin 1 milyona ev
aldığı da… Bunlar MEB’deki rant düşünüldüğünde küçük rakamlar. Ve MEB
bürokrasisinde bunlar da sır değil. Öyle ki konuştuğum bir daire başkanı, söz
konusu kişinin kumar için götürüldüğü Kıbrıs’ta kaldığı otelden aldığı kibrit
kutusunu ceketinin cebinde taşıdığını, arada sırada birilerine gösteriş
yaparcasına cebinden çıkarıpelinde oynadığını söylüyordu.
“MEB’de
Büyük Operasyon” metninin hemen sonrasında, MEB bakan yardımcısını kumar
oynamaya götürdüğü iddia edilen karşıt grup, yine kendilerinin olduğu ileri
sürülen internet siteleri üzerinden, alelacele harekete geçtiler. “MEB’de Büyük Operasyon”un Şifrelerinin
Deşifresi” gibi iddialı bir başlıkla buna yanıt verdiler. Hem saldırı hem
de kendilerini savunma kaygısıyla kaleme alınıp “Özel Haber” ibaresiyle
yayınlanmış olan bu metin, laf salatasından öte bir değer taşımıyor olsa da bir
sırrı ifşa ediyordu. Sanki “Görün işte! Biz ‘Devlet’in, emniyetin ya da
istihbaratın içindeki ‘derin mahfiller”le birlikte çalışıyoruz” deniliyordu.
Çünkü kısa zamanda yayınladıkları “Özel Haber” ibareli açıklamada, “MEB’de
Büyük Operasyon” metninin kimin adına kayıtlı, hangi telefon numarasından
paylaşıldığına, bu telefon numarasının ne zaman, nereden alındığından hangi
saatte ve nerede aktif hale getirildiğine dair tüm teknik detaylar
sergileniyordu.
Diğerleri
değilse de işte bu bir sırdı. Bu teknik ve özel bilgileri sözüm ona hangi
‘derin ya da kutsal devlet’in elemanları, neyin ya da nelerin karşılığında MEB
içerisindeki bir rant ve koltuk çetesine servis etmişti? Rant ve koltuk
çetelerine hizmetleri yalnızca teknik bilgi desteği ve servisinden mi ibaretti?
Yoksa yeri geldiğinde, bu rant çetesi
için birilerini tehdit etmek ya da birilerine karşı yapılan tehdit ve
şantajcıları koruyup kollamak da verdikleri hizmetler içinde miydi? Malum
rant pastası büyüdükçe, onun kırıntısı uğruna bile her türlü kutsal, ağızlarda
sakız olmanın ötesinde, tedavülden kalkar. Tıpkı devlet, vatan, millet,
milliyetçilik, Allah/Tanrı, din, kitap, vb gibi, ilinek insanın ve efendileri
karşısında ilineğin ilineğine dönüşmekte ve ilinekleşmekte sınır tanımayan
insanların, yaptıkları pislikleri örtmenin sığınağına, sorgulanmaz zırhına
dönüşür yalnızca.
Neyse…
Olup bitenler salt bunlarla sınırlı kalmadı.
Sonra ne oldu?
“MEB’de
Büyük Operasyon” metninde dile getirilen iddiaları üzerine alınan birileri,
bunun “Şifrelerinin Deşifresi”yle yetinememiş olmalı ki kısa bir süre sonra, bu
kez “Adım Adım Ziya Selçuk Operasyonu”nu yayınladılar. Bu açıklamada yer alan
bilgi ve iddialar içerisinde bir isim öne çıkıyor ve ısrarla bunun altı
çiziliyordu. “MEB’de Büyük Operasyon”u yazanın da bu kişi olduğu ileri
sürülüyordu.
Bu kişi kim? Yani “MEB’de Büyük
Operasyon”u yazdığı ve bununla MEB içerisinde operasyon yapmak istediği
söylenen kişi kim?
Bu
kişi, uzun yıllar MEB Personel Genel Müdürlüğü yapan ve sonra da Aksaray’a vali
olarak atanan, geçtiğimiz günlerde de adı, Deniz Zeyrek tarafından, MEB’e
atanabilecek bakan adayları arasında olduğu yazılan Hamza Aydoğdu. “Adım Adım
Ziya Selçuk Operasyonu”nu yazanlara göre, Hamza Aydoğdu, kendi döneminde
yaptığı kadrolaşma üzerinden MEB içinde bir operasyon planlıyor ve “MEB’de
Büyük Operasyon”u kaleme alıyor. Hem de isim isim… Elbette işaret edilen
yalnızca Hamza Aydoğdu değil. Bir bakan yardımcısından daire başkanları ve
danışmanlara kadar birçok isim var. İşin ilginç tarafı her iki rant çetesinin
önde gelen isimlerinin kısa bir zaman öncesine dek, neredeyse yediklerinin ve
içtiklerinin bile ayrı gitmediğinin, hatta aynı masada okey oynayacak kadariçli
dışlı olduklarının da söylenmesi.
Ancak
rant, koltuk ve kadrolaşma başında çıkar çatışması başlayınca birbirlerine
düşüyorlar. Ve MEB Personel Genel Müdürlüğü’nden Valiliğe yükseltilen Hamza
Aydoğdu’nun bir operasyon metnini kaleme aldığını ileri sürebiliyorlar. Aslında
bu MEB’de kadrolaşmanın ve elde edilen makamları yitirmemenin ne denli önemli
olduğunu ortaya koyan bir örnek…
MEB’de kadrolaşma neden bu kadar
önemli?
Şöyle
söyleyeyim: Her iki grubun da aynı cenahta, yani AKPli olduğunu beyan ettiği;
MEB merkez teşkilatında örgütlü sendikaların sendikacılarıyla iş tuttuğu;
aslında, eğer ne kadar varsa artık, aralarındaki ideolojik ayrımların ihmal
edilebilir olduğu koşullarda, taraflar arasında çatışmaya yol açacak denli
paylaşılamayan nedir? Kadro ve rant. Bundan dolayı kadrolaşma önemlidir. Çünkü
kadrolaşma ranta erişme ve rant musluklarını kontrol etmenin en önemli
aracıdır.Hem de merkez teşkilatından taşra teşkilatlarına dek.
Kadrolaşma
ve elde edilen kadroları koruma birincil öneme sahiptir. Burada da MEB’deki
başat iki birim Personel Genel Müdürlüğü ve Teftiş Kurulu’dur. Merkez
teşkilatının dışına çıkıldığında ise İl Milli Eğitim Müdürlükleri ve hem büyük
hem de rantı yüksek İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri ve onun altında da proje
okul müdürlükleri için kadrolaşma çekişmesi başlar. Her şey, ama kelimenin
gerçek anlamında her şey bu hiyerarşik yapı içinde işler. Elbette usulüne uygun
ya da değil, yapılan her şeyin, her iş görmenin de bir karşılığı vardır. Bazı
koltuklara oturtulanlar, nedendir bilinmez yıllarca yerinden kıpırdamaz ya da
kıpırdatılmaz. Sanki özenle korunurlar.
Bunu
söylemişken anımsadım. Aklıma gelmişken söyleyeyim. İşte bunlardan biri: 2002
yılında Marmaris İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atanan Züleyha Aldoğan, olup
biten onca olaya rağmen 19 yıldır aynı koltukta oturur. Kaymakamlar, İl Milli
Eğitim Müdürleri, valiler gelir gider ama o hep yerinde kalır. Bakanlar,
hükümetler değişir ama nedendir bilinmez, o hiç değişmez. İnsan sormadan
edemiyor: Hamisi mi çok özel ve çok güçlü biridir yoksa eğitim alanında,
kamuoyunun bilemediği özel meziyetleri mi vardır?
MEB’de rant, birilerini kapışmaya
yöneltecek ve bu uğurda, sizin deyişinizle devletin ‘derin mahfiller’inden
teknik destek alınacak kadar büyük mü?
Hem
de nasıl! Merkezi bütçeden MEB’e ayrılan ve büyük bir bölümü personel
giderlerine harcanan miktarı bir yana ayırsak; inşaattan, kitap basımına ve
okullardaki taşımacılık ihalelerine, taşınmaz kiralamalarına dek tüm
yapılanları bir başka yana bıraksak; özel okullarla, cemaat ve dini vakıflarla
kurulan her türden maddi ve manevi ilişkileri hiç saymasak bile… Salt Avrupa
Birliği’yle yapılan projeler kapsamında, neredeyse her yıl hibe yoluyla
aktarılan milyarlarca Euro var ortada… Keza bunlara, bazı ülkelerden, yine hibe
olarak gelen milyonlarca doları da eklemek gerek… Bunun yanı sıra bankalar ve
bazı özel kuruluşlarla yapılan akçeli işbirliklerini de unutmamak gerek. Bu
kalemler, rant çetelerinin ağzının suyunu akıtacak ve anlaşamadıklarında
birbirleriyle çatışmaya girecek denli devasa bir büyüklük oluşturmaktadır.Buna
ilişkin rakamlar birçok kez birbirini takip eden yıllarda Sayıştay raporlarıyla
ortaya konulmuştur.
MEB’in 640 Milyon Euro’su Nerede?
İşte
küçük bir örnek: 2020 yılında CHP Adana Milletvekili Orhan Sümer tarafından
“Soru Önergesi”ne de konu olan ve nerede olduğu Sayıştay tarafından bile tespit
edilemeyen bir 640 milyon Euro sorunu var. MEB’e uluslararası fonlardan 1
milyar 150 milyon Euro gelmiş. Bunun 510 milyon Euro’su harcanmış ama geriye
kalan 640 milyon Euro’nun nerede ve kimlerde olduğu tam bir muamma.
Bulunamıyor.Sayıştay tarafından tespit edilemiyor.Sayıştay’ın geçmiş yıllardaki
raporlarına göre de bu tür paralar, kim oldukları bilinmeyen ve aynı zamanda
yetkileri de olmayan kişilerin bankalardaki özel ve vadeli hesaplarında… Ancak
bunların hangi bankalar olduğu da muamma… Çünkü bunlar MEB bütçesinin ve
muhasebeleştirme sisteminin de dışında…Mahir MEB bürokrasisi işini biliyor!
Vadesiz hesapları muhasebe sistemine dâhil ederken, vadeli hesapları ve
bunlardan elde edilen faizleri de muhasebe sisteminin dışına alıyor ki Sayıştay
raporlarında bunlar ifade ediliyor.
Orhan
Sümer, yazılı “Soru Önergesi”nde, Ziya Selçuk’a işte bu 640 milyon Euro’nun
akıbetini, nerede ve kimlerin hesaplarında olduğunu soruyor. Ancak Ziya
Selçuk’un verdiği yanıtta 640 milyon Euro’nun nerede ve kimlerin özel ve vadeli
hesaplarında olduğuna dair herhangi bir bilgi kırıntısının esemesi bile
okunmuyor. Bu konuda adli ve idari olarak herhangi bir inceleme soruşturma talebinde
bulundu mu, o da bilinmiyor. Nedendir bilinmez hiç kimse de bunu sormuyor ve
sorgulamıyor.
Tabir-i
caizse, bu haliyle, tam bir yolgeçen hanı ya da yağma Hasan’ın böreği MEB. Hem
de rant çetelerinin arayıp da kolay kolay bulamayacağı cinsten bir yolgeçen
hanı. Aslında Türkiye’nin küçük bir örneği…Bu koşullarda eğitimin halini ise
hiç sormayın. Çünkü tam bir enkaz…
MEB’in ve eğitimin düzelmesi mümkün
değil mi?
Mümkün
elbette. Ancak farklı bir anlayış ve radikal uygulamalarla kısa bir zamanda
(yaklaşık altı ayda) biraz sancılı olsa da bu durum değiştirilip
düzeltilebilir. Bunun eğitimdeki olumlu sonuçları da birkaç yılda gözle görünür
hale gelir. Ancak, görebildiğim kadarıyla muhalefetin hiçbir kesiminde bunu
gerçekleştirebilecek bir anlayış, irade ve kadro yok. Kadro diye sayılanların
birçoğu açık ya da örtük bir biçimde MEB, yani iktidar bürokrasisiyle içli
dışlı. Yarın iktidara gelseler yapabilecekleri en iyi şey yalnızca makyajdır.
“Yeni testi suyu soğuk tutar” misali vaziyeti idare etmektir. Lakin sorun MEB
ve eğitim olduğunda “testi” hızla eskir. Her şey “eski tas eski hamam”a döner. Yalnızca
isimler ve formalar değişir. Bir de kullanılan sözcükler, kavramlar ve bunlarla
kurulan cümleler… Daha ötesi değil.
Neden? Ya da ne yapmak gerek sizce?
Bunu
anlatmak ve açıklamak uzun sürer. Çünkü yıllar öncesinden başlayan ve hala
etkisini arttırarak sürdüren toplumsal çözülme ve kültürel çürüme, yozlaşma
koşullarında ve buradan çıkış için;eğitimi, yeni bir toplumsal inşa projesinin
en temel ve başat bir unsuru olarak ele alıp düşünmek, biçimi ve içeriğiyle
yeniden düzenlemek gerekir. Bu, yasamadan yargı ve yürütmeye, ekonomiden
siyasete, iş ve işsizlik sorunlarından, toplumsal anlamda yeniden bölüşüm ve
tüketim sorunlarına dek topyekûn bir yaklaşımı içerir.Bunu dabirkaç sorunun
yanıtına sığdırabilmek mümkün değil.
Ancak,
bunlardan bağımsız olarak, yarın iktidarı alan ve yaşanan eğitim enkazına
acilen müdahale etmek isteyenler için yapılması gerekenlerden birkaçını spot
başlıklar halinde kısaca sıralayabiliriz.
Buradan
hareketle; MEB merkez teşkilatına ve başta Personel Genel Müdürlüğü ve Teftiş
Kurulu olmak üzere tüm MEB bürokrasine neşteri vurmak gerek. Özellikle bu iki
birim öncelikli olmak üzere, MEB merkez teşkilatındaki tüm birimlerin iş ve işlemlerinin
inceleme ve soruşturma kapsamına alınıp sorumlular hakkında yasal işlemlerin
başlatılması gerek. Daha öncesi de var ama asıl olarak son 8-10 yılda
yapılanlar, açılıp kapatılan soruşturma dosyaları, bir gecede daire
başkanlığına atanıveren özel okul sahipleri, vb… Tek tek saymakla tükenmez.
Dolayısıylatopu kuruma, yani MEB’e atmak “şu” diye gösterilen sorumluları
aklamaktır. İş ve işlemleri yapan, kararları alan ve uygulayan, uygulanması
emrini veren “şu” diye gösterilen gerçek kişilerdir, tüzel kişilikler değil.
Bunun
yanı sıra, eğitim-öğretim alanında öğretmene hakkı verilmeli, ancak öğretmen popülizminden
de kesinlikle vazgeçilmelidir. Okullarda aktif görev yapan öğretmenlerin
birçoğu bilir ve yeri geldikçe konuşur ki öğretmen camiasının kof ve hamasi
sözlerle pohpohlanmaya değil, düşünüş, söyleyiş ve eyleyiş düzeyinde çeki düzen
verilmeye ihtiyacı vardır. Çünkü toplumsal olarak yaşanan kültürel ve ahlaki
çürüme, ne yazık ki idarecisinden öğretmene dek tüm eğitim camiasına da sirayet
etmiştir.
Bunu
anlamak ve anlatmak için çok ötelere gitmeye gerek yok. KPSS’yi kazanan
öğretmen adaylarına uygulanan “mülakat”
örneği bile bunun için yeterlidir. Bir öğretmen adayı, kendisinden daha fazla
puan alan bir başka adayın önüne geçebilmek ya da kendisinden daha az puan alan
bir adaya geçilmemek için birilerinden torpil arayışına giriyor ve torpil
dileniyorsa… O torpille arkadaşını ya da kendisinden yüksek puana sahip bir
başka adayı eleyip atandığı için seviniyorsa… Mülakat komisyonu üyelerinin
hoşuna gidecek yanıtlar vermeye koşullanıyor ve yüzü bile kızarmadan bu
yanıtları veriyorsa, burada etikten, etik ilişkiden, etik değerlerden ve
öğretmenin etiğinden söz etmek mümkün değildir. Çünkü böylesi öğretmeni olan
yani, öğretmeni torpil dilenen toplum sürünür. Her türlü yolsuzluğa, soyguna,
hırsızlığa, haksızlık ve adaletsizliğe müstahak hale gelir.
Mülakat sistemi hemen
kaldırılmalıdır
Bir
eğitim sistemi ve camiası böylesi kişilerle doldurulmuşsa, orada “eğitim etiği”
ya da “eğitimde etik” sırra kadem basmıştır. Aksine arz-ı endam eyleyen ve
hükmü meri olan yalnızca ikiyüzlülük ve riyakârlıktır. Bunu da dikkate alarak
mülakat sistemi hemen kaldırılmalıdır. Ancak tüm öğretmenlere iki ya da üç
yılda bir merkezi sınav uygulanmalı, 60 ya da 70’in altında puan alanlara
ilişkin, nesnel kriterler konarak, eğitim öğretim faaliyetinin dışına çıkarmak da
dâhil yaptırımlar uygulanmalıdır.
Hemen
yapılması gereken bir başka işlem ise sendikalara ve sendika üyeliğine
ilişkindir. Sendika üyeliği kazanılan bir statüdür ve bunu kazanmak isteyen
kişinin kendi cebinden aidatını ödemesi gerekir. Ancak Türkiye’de ve özellikle
de kamuda, kendi cebinden aidatını ödeyen bir tek sendika üyesi yoktur. Şu ya
da bu nedenle A ya da B, C, D sendikasına ilişkin üyelik formunu dolduran
kişinin aidatını, onun yerine işveren, yani Türkiye’de iktidar ödemektedir.
Elbette bunun bilinen nedeni ve nedenleri vardır. Bundan dolayı da adına
sendika denilen kuruluşlar, göstermelik açıklamalar dışında “kamu çalışanı
kümesi ya da ağılından” öteye gitmemektedir. Çünkü bu yolla bazı sendikalar
holdinge dönüştürülmüş, birileri için de rant kapısı kılınmıştır ki bu
sendikaların yöneticileri aldıkları maaş ve ödenekleri bile açıklayamamaktadır.
Dolayısıyla sendika aidatını kendi cebinden ödemek üzere resmi başvuruda
bulunmayan tüm öğretmenlerin sendika üyelikleri hemen düşürülmelidir.
Bunları
daha da uzatabilirim ya da başka birileri farklı önerilerde de bulunabilir ama
gerek yok şimdilik. Acilen ve öncelikli
olarak bunların yapılması bile merkez teşkilatından taşrasına dek MEB’e çeki
düzen vermeye, eğitim-öğretime dinamizm katmaya yeter de artar bile…
* Şahin Aybek
tarafından yapılan bu söyleşi, 17 Mayıs 2021 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde “MEB’deki Çetelerin Lideri Sedat Peker Mi?”
başlığıyla yayınlanmıştır. https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/sahin-aybek/mebin-640-milyon-eurosu-nerede-1836746
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder