Milli
Eğitim Bakanı Ziya Selçuk Neden Gerçeği Söyleyemez? Çünkü…
Atalay
Girgin*
Bunu söyleyebilme olanağı
ve yetisi yok! Keza gözlerinin önünde olup bitiyor olsa bile bu taciz olayı,
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, yine de gerçeği söyleyemezdi. Peki; neden?
Önce
Olayı Anımsayalım
“Ziya Selçuk gerçeği
söylemiyor” denilen olay İstanbul’da yaşanmış. İstanbul’daki Kadriye Moroğlu Anadolu Lisesi’nde
öğrencileri taciz ettiği iddiasıyla hakkında dava açılan Coğrafya Öğretmeninin
başka bir okulda görevine devam ettiği açığa çıkmış.
Toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin, değer erozyonunun, tepeden
aşağıya toplumun tüm temel kurumlarını sarmalına aldığı günümüz Türkiye’sinde,
ne yazık ki vaka-i adiyeden sayılır hale gelen taciz olaylarına bir yenisi daha
eklenmiş. Ziya Selçuk da bu olayla ilgili bir açıklama yapmış. Yani bir
açıklamayla bilgi vermiş ya da paylaşmış.
Kısaca özetlediğimiz bu, bir yanıyla vahim diğer yanıyla da sıradanlaşan
taciz vakasından asıl konumuza dönelim: Yani Ziya Selçuk’un neden gerçeği
söylemediğine ve asla söyleyemeyeceğine…
Gerçek
Nedir?
Bu taciz vakasına ilişkin
Milli Eğitim Bakanının niyeti, neyi bilip bilmediği, neyi saklayıp saklamadığı bir
yana, asıl ve öncelikle sorulması gereken doğru soru şudur: Gerçek nedir? Hatta
“Gerçek ve doğru”1 nedir? (Kısaca değinecek
olsam da bu konuda, dipnotta verilen linkte yer alan yazıyı sabırla okumanızı
öneririm.) Bu soruya yanıt vermeden başlıktaki soruyu da yanıtını da
kavrayamayız.
Gerçek; insan zihninden,
insan düşüncesinden bağımsız olarak zamanda ve mekânda var olan ve sürekli
değişen her şeydir. Gerçeğe ve onun gerçekliğine dair hiçbir var olan insan
zihnine sığabilecek kadar küçük değildir. Elbette Ziya Selçuk’un da…
Bakmayın siz, adlarının
önünde kendilerine değer kattığı düşünülen kocaman kocaman sıfatlar, statüler
taşıyan, makam koltuklarında oturan birilerinin televizyon ekranlarından yemin
billah demeye amade bir biçimde “Gerçeği söylüyorum” diyerek ahkâm kestiğine…
Bunların hiçbiri gerçeği söylemiyor ve asla da söyleyemez. Tıpkı Ziya Selçuk
gibi…
Peki; bu zevat-ı muhterem
yalan mı söylüyor? Orasını bilemem! Ancak, özellikle bu konuda bir yanlışı
ısrarla, tutkuyla sürdürmelerine bakarak, bunların cahili cühela olduğunu
söyleyebilirim. “Yalan” boyutunu da bunların kimler olduğunu da sizlerin
takdirine bırakıyorum.
Doğru
Nedir?
Devam edelim: Peki;
bunlar gerçeği söyleyemiyorlarsa ve asla söyleyemeyeceklerse, ağızlarından
çıkan nedir?
İnsanların, tanık
oldukları ya da şu veya bu biçimde bildikleri bir olaya ilişkin önermeler
halinde telaffuz ettikleri her şey bir bilgidir. Bu bilgiler doğru da olabilir
yanlış da… Eğer herhangi bir önerme formunda aktarılan bilgi, nesnesine uygunsa
o bilgi doğru bilgi vasfına haizdir. Aksi bir durum söz konusuysa bilgi
yanlıştır.
Bu yanlış bilgi kasıtlı
bir biçimde, yani gerçeğe, onun gerçekliğine aykırı bir beyan biçiminde
telaffuz ediliyorsa işte burada “yalan” niteliğine bürünür. Her yanlış bilgi
yalan değildir. Ancak her yalan, aynı zamanda yanlış bilgidir.
Dolayısıyla Ziya
Selçuk’un ağzından çıkan sözle bildirdiği şey de doğru ya da yanlış bir bilgi
olabilir. Eğer kasıt varsa “yalan” olabilir. Ancak asla gerçek olamaz. Ve Ziya
Selçuk, bu güne dek olduğu gibi, bundan sonra da sizlere hiçbir zaman için
gerçeği söyleyemez.
Yalnızca Milli Eğitim
Bakanı değil, siz de gerçeği söyleyemezsiniz ve asla söyleyemeyeceksiniz
efendim!
Son söz şu olsun: Zaten
hiçbir kitapta da hiçbir gerçek yoktur. Aklınıza gelen gelmeyen, kutsal sayılan
ya da sayılmayan tüm kitaplar dâhildir buna… Peki; neden? Düşünün efendim!
Aşağıdaki linkte yer alan yazıyı da mutlaka okuyun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder