Sayfalar

24 Ekim 2018

Andımız Kavgası Neyin Göstergesidir?


Andımız Kavgası Neyin Göstergesidir?
Atalay Girgin*

Ortalık toz duman, salvolar havada uçuşuyor. Sanki zincirlerinden boşanmışçasına… Taraflar yıllardır içlerinde birikenleri kusuyor birbirlerine. Kimi televizyon ekranlarından, kimileri gazetelerden… Her iki olanağı da bulamayanlar ise sosyal medya mecralarından sesleniyor bir diğerine… Bir tarafta sevinç var, diğer tarafta öfke. Konu malum: Andımız!

Danıştay 8. Daire yargıçlarının “Andımız”a ilişkin verdiği karar, neredeyse beş yıldır küllenen ve unutulmaya yüz tutan bir konuda, başta eğitim camiası olmak üzere tarafların sessiz bir bekleyiş içerisinde olduğunu ortaya koydu. Eğitim camiasındaki taraf sendika yöneticilerinin ve öğretmenlerin dışa vuran tepkilerine, kaçınılmaz bir biçimde kendini taraf olarak gören ya da düne kadar sükut ikrardan gelir dercesine susuyor olmalarına rağmen, durumdan vazife çıkaran ve rol kapmak isteyen siyasiler de eklendi.

Ve konu bir anda yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını da içerecek bir biçimde dallanıp budaklandı. Neredeyse iş “Ankara’da hala yargıçlar var” havasına büründü.

“Andımız” kararı sonrası başlayan kavga yakın bir gelecekte diner mi bilmem. Ancak bu kavga hem yanılsamaların hem de toplumsal yaşamın, eğitim başta olmak üzere birçok alanında var olan ve gizlenen sorunlarının apaçık bir göstergesidir. Ve aynı zamanda da bilinmek ve dillendirilmek istenmeyen hakikatin dışavurumudur.

Şimdi bunlardan birkaçının üzerinde duralım. “Andımız” marşının içeriğini bir yana bırakarak, bu karar kapsamında önce yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile “Andımız” kararının siyasal ve ideolojik mi yoksa hukuki mi olduğuna değinelim. Sonra da bu sorunun asli nedenine…


Yargının Bağımsızlığı ve Kararın Niteliği

Birilerini kızdırmak pahasına da olsa sözü uzatmadan, baştan belirteyim: Bugün taraflardan birini sevindiren, diğerini öfkelendiren, Danıştay’ın verdiği karar, hangi saiklere dayandırılırsa dayandırılsın, hangi hukuki terminolojiyle gerekçelendirilirse gerekçelendirilsin, siyasi ve ideolojiktir. Başka türlü olması da mümkün değildir. Söz konusu kararı veren yargıçlar şu anki kararın tam zıddı yönde bir sonuca varmış olsaydılar bile bu hakikat değişmezdi.

Ayrıntılarına aşağıda değinecek olsam da bunun temel nedeni kısaca şudur: Dava gerekçesinin kendisi siyasi ve ideolojiktir. Bu niteliğe haiz bir davadan biçimsel boyutu dışında hukuki bir karar beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır. Dolayısıyla bu davanın açılışında da sonucunda da hukuk yalnızca bir aksesuar, bir süstür. Keza itiraz sonucu, bu kararın üst mahkemeye taşınması sonrasında çıkacak karar da şimdiden belirtelim ve herkes bilsin ki hukuki olmaktan çok siyasi ve ideolojik olacaktır.

Peki; bu karar yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının bir göstergesi midir? Elbette ki hayır… Danıştay 8. Dairesi yargıçlarının kararı tekil bir örnektir ve istisnalar kaideleri bozmaz. Bundan dolayı, söz konusu kararı referans alarak yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığından dem vurmak abesle iştigaldir.

Bu karar olsa olsa, bazı konularda ve bazı yargıçlar üzerinde siyasi iktidarın ve onların yargı içindeki işgüderlerinin tamamen egemen olamadıklarını gösterir. Dahası, bu karar vesilesiyle açığa çıkan şudur ki çoktan ele geçirilen Türkiye Cumhuriyeti paradigmasının son kalesi olan yargı içinde hala tek tük de olsa geçmiş paradigmanın saikleriyle, kabulleriyle hareket eden yargıçlar vardır. Daha ötesi değil.

Eğitim, Siyasal ve İdeolojik Bir Faaliyettir

Bunun yanı sıra “Andımız” kararı, bir hakikatin altını kalın çizgilerle bir kez daha çizmiştir. Birileri hala anlamak ve kabul etmek istemese, birileri gözlerden saklamak için uğraşsa, birileri reddetse de o hakikat şudur:

Eğitimin, yani okullarda yapılan sistematik eğitimin asli ve temel işlevi siyasi ve ideolojiktir. Kültürel ve ekonomik işlev ise buna tabiidir, asli işlev tarafından şekillendirilir. Ve bu konuda okul mücadele alanıdır1. İşte bundan dolayı da öğretmenlik siyasi ve ideolojik bir meslektir2. Öğretmenin asli görevi de siyasal ve ideolojik olanı öğrenciye aktarmaktır.

“Andımız” kararı, yukarıdaki paragrafta belirtilen ve Aristoteles’in binlerce yıl önce dile getirdiği hakikatin bir kez daha açığa çıkmasında bir turnusol kâğıdı işlevi görmüştür. Yine bu karar göstermiştir ki yıllardır, işlerine gelmediğinde “Camiye, kışlaya, okula siyaset sokulmaz” yalanına sarılanlar, bugün sevinç ya da öfke dolu açıklamalarıyla, eğitimin ve okulların nasıl da siyasal ve ideolojik bir mücadele alanı olduğuna işaret etmektedirler. Lakin hiçbiri kendi isteğinin ve uygulamasının siyasal ve ideolojik olduğunu düşünmemekte ya da düşünüyorlarsa bile dillendirmemektedirler. İşte yanılsamanın vücut bulduğu, ete kemiğe büründüğü alanlardan birisi de budur.

Oysa, hakikati apaçık bir biçimde dile getirmediğiniz sürece, birbirinizi ve toplumun geniş kesimlerini kandırmaya çalışmanın dışında, eğitim alanındaki sorunların çözümüne ilişkin yapıcı adımlar atamazsınız. Çünkü eğitim alanında, teknik denilebilecek (sınıf mevcutları, kapıların içe mi dışa mı açılacağı, sınavdan kaç puan alınırsa geçmiş sayılacağı, vb. gibi) düzenlemeler dışında, içeriğe ilişkin yapılan ve yapılacak her düzenleme, siyasal ve ideolojiktir. Bunu belirleyen başta siyasi iktidar olmak üzere tarafların gizil ya da açık bir biçimde kendilerine sorup yanıtladıkları şu sorudur: Nasıl bir toplum, nasıl bir insan istiyoruz?

Bu soruya yakın geçmişte verilen, eğitim politikalarını oluşturanlara ve müfredat yapıcılarına bir talimat kabilinden iletilen en ünlü ve manidar yanıt şuydu: Kindar ve dindar bir nesil. Kindar ve dindar bir nesille şekillenen toplum.

Peki; böyle bir nesli, yaygın bir biçimde yetiştirmenin, seri olarak imal etmenin, küçücük çocukların bilinçlerini düşünce, söylem ve davranış düzeyinde biçimlendirmenin asıl alanı neresidir? Bu neyle gerçekleştirilir?

Yanıtı apaçık belli soruların… Elbette bunun temel aracı sistematik eğitimdir ve alanı da okullardır. Aracıları ya da aktarıcıları ise hiç kimse kendini ya da bir başkasını kandırmaya çalışmasın, ne yazık ki öğretmenlerdir. Hem de birçoğu kendisine rağmen bunu yapan ve düzenin duvarındaki tuğla olan, memur ya da memurlaştırılmış öğretmenlerdir. Başkaları değil.

İşte bundan dolayı soruyorum: Nereye gitti bu öğretmenler? Yanıtı olan var mı?


* Felsefe Öğretmeni; http://atalaygirgin.blogspot.com
2 Bu ifadeyi, öğretmenlerin bireysel olarak kendi dünya görüşlerini, felsefelerini, inançlarını, siyasal-ideolojik-toplumsal ve sınıfsal tercihlerini öğrencilere dayatmalarına indirgemek, eğitimin temel ve asli işlevini kavramamanın, anlamamanın apaçık bir göstergesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder