Nereye
Gitti Bu Öğretmenler?
Atalay Girgin*
Öğretmenlik ve öğretmenler… Hakkında
doğrularla yanlışların bu denli çok konuşulduğu kaç alan, kaç meslek vardır?
Hem de yanlışların doğruymuş gibi telaffuz edildiği… Doğruların ise telaffuz
edilmesinden hoşlanılmadığı…
Düşünün bir kez: Her ikisi üzerine de ilgili ilgisiz, yetkili yetkisiz, neredeyse herkesin söyleyecek bir sözü vardır. Kimileri ne denli meşakkatli bir iş yapıp ne denli az kazandığından dem vurur öğretmenlerin.
Oysa öğretmenlik ne ücreti az diye yapılmayacak ne de parası çok ya da “Hiç
yoktan iyidir. İdare eder” denilerek kapılanılacak bir iştir.
Devlet ricali içindeyse sıfatına,
statüsüne, makamına ve oturduğu koltuğun ardına sığınan birileri de “laf söyledi bal kabağı” misali az çalışıp çok
tatil yaptığından söz edip, bir biçimde öğretmenlere verilen paranın fazla
olduğunu ima eder. Öğretmenlerin hangi koşullar altında çalıştığını düşünmeden…
Ve iş gelip ekonomiye düğümleniverir.
Peki; işin aslı öyle midir? Her şey bu denli basit ve bu denli ekonomiye, alınan ya da verilen ücrete mi endekslidir?
Bu sorulara verilecek yanıt, nereden, nereye, neden, nasıl ve niçin baktığınıza bağlı olarak değişir. Bundan dolayı öğretmene ve öğretmenliğe ilişkin sorunlara dair ortaya konulacak açılımların ve yaklaşımların basitçe geçiştirilmesi söz konusu değildir. Çünkü öğretmen ve öğretmenlik sorunu tek yönlü tek boyutlu ele alınıp değerlendirilebilecek, dahası salt ekonomiye, çalışma süresine indirgenebilecek kadar basit değildir. Aksine siyasal ve ideolojik boyutu ve işlevi olan karmaşık bir sorundur.
Siyasal ve İdeolojik Bir Meslek
Öğretmenliğin ve öğretmenin, siyasal ve
ideolojik niteliği ve işlevinin dile getirilmesi, genellikle hoş karşılanmaz.
Özellikle siyasal iktidarlar, eğitimin ve okulun siyasal-ideolojik işlevini
gözlerden saklamaya çalışanlar, bu hakikatin uluorta konuşulmasını istemezler.
Çünkü aileler ve öğrencilerin, hatta asıl olarak da öğretmenlerin bu hakikati
bilmesini istemezler. Çünkü bunu yapmak, “arı kovanına çomak sokmak”tır.
Ne yazık ki öğretmenlerin bile büyük bir
çoğunluğu, yaptıkları işin siyasal ve ideolojik işlevini düşünmez, sorgulamaz.
Kendilerine sorulduğunda, “Ben yalnızca matematik öğretiyorum, fizik, kimya,
edebiyat, tarih, coğrafya, felsefe ya da benzeri bir şeyler öğretiyorum. Bunun
ne siyasal-ideolojik işlevi olacak ki…” der geçer.
Aslında bu yaklaşımıyla günümüz öğretmeni,
içerisinde bulunduğu sistematik eğitim gerçekliğinden de bir parçası olduğu
toplumsal gerçeklikten de ne denli uzak olduğunu sergiler. Dünya gerçekliğine
olan uzaklığındansa hiç söz etmeye gerek yok!
Ancak, öğretmenler ne denli bu gerçeklikten
uzak olurlarsa olsunlar, ona dair algıları ne denli parçalı ve yanılsamalı
olursa olsun, söz konusu toplumsal gerçeklikte yaşananlar gelir ve onları
bulur. Hele hele kendilerinin de bağışık olmadığı (örneğin; öğrencisine cinsel
taciz ve tecavüzde bulunan, bu olayları görmezlikten gelen, hatta yalanlarla
korumaya çalışan öğretmenler, idareciler, vb.) toplumsal gerçekliğin tüm boyutlarında yaşanan çözülme ve kendini değer
erozyonunda gösteren kültürel çürümeden kaçışları yoktur. Bazen sokakta
karşılarına çıkar, bazen okul koridorlarında, bir bakmışsınız Çorlu’da yaşanan
olayda olduğu gibi bazen sınıfta…
Bu olay sonrası ortaya çıkan tepkiler
öğretmenlerin, kendilerine ilişkin yukarıda yazılan tespitlerin ne denli
isabetli olduğunu bir kez daha sergilemelerine vesile olmuştur.
Düşünün bir kez: Sosyal medya kanalları
aracılığıyla duygu ve düşüncelerini paylaşan öğretmenlerin büyük bir bölümü
“İtibar-itibarsızlaşma-itibarsızlaştırılma” kavramlarına sarılmışlardır. Hızını
alamayan birileri imza kampanyalarına girişmiş, twiter üzerinden gündem oluşturmaya
çalışılmış ve sonunda iş, öğretmene ve öğretmenliğe itibarı düzenleyen bir yasa
maddesi talebine kadar gelmiştir.
Yasayla İmzayla İtibar Olmaz
Günümüz öğretmeni, içerisinde yaşadığı
toplumsal gerçeklikten kopmamış olsa, bu gerçekliği parçalı bir biçimde ve
yanılsamalı siyasal ideolojik kabullerle algılamaya çalışmamış olsaydı
“itibar-itibarsızlaşma ve itibarsızlaştırılma” gibi bir değersizlik inancından
hareket etmezdi. Dahası, bir sorun olarak algıladığı ve bilincine
içselleştirdiği bu itibar/itibarsızlık/itibarsızlaştırılma yanılsamasının
nedenlerini değişen toplumsal-siyasal koşullarla birlikte değerlendirmeye
yönelirdi.
Ancak bunu başaramayan günümüz
öğretmeni, yanılsamalı ve eksik bir kavrayışla bilincine içselleşmiş ve
değersizlik inancıyla pekişmiş itibarsızlık algısını yine palyatif ve hiçbir
etkisi ve işlevi olmayan yol ve yöntemlerle aşmaya yeltenmektedir.
Başkalarından medet ummaktadır.
Medet umduğu o başkalarıysa, bu toplumda
bile güvenilirlik endeksinin en alt sıralarında kendilerine yer bulabilen
politikacılardır. Bununla tam bir tezatlık içerisindeki durumsa, medet umulan
bu zatların itibar ve forsları ise tavan yapmakta… Acaba “itibar yasası” talep
eden ‘öğretmenler’in arayıp da bulamadığı itibar bu mudur? Eğer buysa, bu ne yaman
çelişkidir?
Acaba hangi öğretmen ister bunu? Hangi
öğretmen hem güvenilmez hem de itibarlı olmak ister aynı zamanda? Ne yazık ki
bu hem bir gaflet hem de bir çaresizliktir.
Bu çaresizlik içinde, seksen milyon imza
da toplansa, öğretmenliğe ve “şu” diye gösterilen, öğretmen sıfatını, statüsünü
taşıyan kişiye olduğundan daha fazla değer kazandırılamayacağını
düşünememektedir. Keza hiçbir yasayla da öğretmenliğe ve o işi yapan sıfatı
öğretmen olan kişiye değer ve itibar tanımlamanın hükmünün olmadığının da
farkında değildir.
Oysa öğretmenler bunu bilir!
Ne yazık ki memur ve memurlaştırılan
‘öğretmenler’ bilmez. Hele hele, puanı en diplerde sürünse de mülakat
kapısını aralayabilmek için birilerinden "hamili kart yakınımdır"
alma peşinde koşan, birilerinden (o birilerinin kimler olduğu malumunuzdur)
torpil ve lütuf dilenenler hiç bilmez. Dahası, kendisinden sınav puanı
itibariyle daha üstte olan ve daha başarılı sayılan meslektaşını, adına mülakat
denilen liyakatsızlık sistemiyle sözüm ona geride bırakıp atanmayı vicdani ve
ahlaki olarak içine sindirebilen ‘öğretmen’ler yanından bile geçemez bu
kavrayış ve bilinç halinin…
İşte bundan dolayı soruyorum: Nereye
gitti bu öğretmenler?
Sahi; nereye ve neden gitti bu öğretmenler? Her geçen gün sayıları nasıl azaldı? Nasıl oldu da sessiz sedasız sırra kadem bastılar?
Peki; dönerler mi, dönebilirler mi yakın
bir gelecekte gittikleri yerden?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder