İl
Milli Eğitim Disiplin Kurulu Başkanlığı’na
“SAVUNMA”NIN
DA SAVUNMASI
İLGİ: 08/03/2018 tarih ve 2018/15 karar nolu, 26 Mart 2018’de tebellüğ ettiğim yazınız hakkında.
Yukarıda tarih ve “karar
no”su belirtilen yazınızda, hakkımda sözüm ona “sübuta erdiği” iddia edilen ve “Savunma”mdan1 cımbızlanarak tek tek çekilen
sözlerimden dolayı, “657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/D-I (Amirine,
mahiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine hakarette bulunmak veya
bunları tehdit etmek) maddesi gereğince 1 (BİR) YIL KADEME İLERLEMESİ
DURDURULMASI cezası ile cezalandırılma”mın teklif edildiği belirtilerek,
tarafınızca savunmam talep edilmektedir.
İş bu “Savunma”,talebiniz
üzerine, aşağıdaki satırlar kaleme alınmıştır. Bilgilerinize arz olunur.
Baştan belirteyim ki
tarafıma isnat edilen sözüm ona suçların tamamı hem dipnotta belirtiğim hem de
ekte tarafınıza sunduğum 22 Şubat 2017 tarihli “Savunma”m üzerine bina
edilmiştir. Bu “savunma” metni, kelimenin gerçek anlamında okuduğunu anlama
özürlü birileri tarafından değerlendirilip “yarası olan gocunur” sözünü
anımsatırcasına, metnin içinden bazı kelimeler ve söz öbekleri seçilerek
şikayet konusu yapılmıştır. Bu soruşturmayı yürütenler de şikayeti yapanların
sıfatına, statü ve makamına hürmeten olsa gerek ki o kişi ya da kişilerin, okuduğunu
anlayabilen kişiler olduğunu varsayarak, suç isnadını bunun üzerine kurmuşlar ve
benim “idareyi” başta “zerzevat” olmak üzere bir dizi sözle itham ettiğim,
dahası hakaret etiğim sonucuna varmışlardır.
Ne var ki bu sonuç
yanlıştır. Bir düşünürün “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözünü anımsatırcasına,
yanlış anlamalar sonucu yapılan şikayetler de bu yanlış anlamayı doğru kabul
ederek tesis edilen hükümler de doğru değildir.
Öte yandan şunu asla
unutmayın: Hiç kimseye savunmasından, savunması sırasında telaffuz ettiği
sözlerden dolayı ceza verilemez. Çünkü
savunma, “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya
sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut
isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilemez”
hükmüyle yasal teminat altına alınmıştır. Kaldı ki benim “Savunma”mda şu diye
gösterilen ya da gösterilebilecek hiçbir kişi ya da kişilere, kurum ya da
kuruluşa da herhangi bir hakaret dahi söz konusu değildir.
Sizlerin okuduğunu doğru anlayabilen
kişiler olduğunuzu umarak, yani şikayeti yapanlar ve onları izleyenler gibi
okuduğunu anlama özürlü kişilerden olmayacağınıza güvenerek, sırasıyla
aşağıdaki açıklamaları yapacağım. Lütfen bu açıklamaları tarafıma isnat edilen
suçlamaların kaynağı olan “Savunma”mı gözden ırak tutmadan ve dikkatle okuyarak
değerlendirmenizi dilerim.
1-
Üçü öğretmen kökenli, biri mülki idare yetkilisinden
oluşan, yaşını başını almış insanların yer aldığı kurulunuz üyelerinin bilgisi
dahilinde olacağını varsaysam da öncelikle hem bu kurulu oluşturanlara teşekkür
ederek (neden teşekkür ettiğimi merak ediyor olabilirsiniz. Bunun gerekçesini
aşağıdaki satırları okudukça ayan beyan fark edeceksiniz.) hem de önemli bir noktanın da altını çizerek
başlamak istiyorum. Elbette niyetim, hiç kimseye, özellikle de sizlere ahlak ve
etik dersi vermek değil. Etik demişken, bilumum zerzevatın ağzında çiğnenmekten
çürük sakıza dönüşmüş ‘etik’ kelimesinden değil, ahlak felsefesi anlamında
“etik”ten söz ediyorum. Hiç kuşkusuz ki sizlerin hem ahlakın, ahlaki eylemin,
hem de bir ahlak felsefesi anlamında etiğin, ahlaki ve etik değerin ne olduğunu
bilmiyor olmanız düşünülemez.
Buradan
hareketle, altını çizeceğimi söylediğim noktaya gelelim:
Benim,
yaşları 15-16’yı geçmese de birazcık düşünüp sorgulamaya yeltenen öğrencilerim
bile Güneş’in doğmadığını ve batmadığını hemencecik kavrar ve bilir. Milyarlarca
insan aksine inanıyor olsa da Güneş doğmaz ve batmaz.
Yine
aynı yaşlardaki öğrencilerim, birazcık düşünmeye ve sorgulamaya
giriştiklerinde, bir ders saati bile bitmeden, Dünya’nın hiçbir yerinde
kültürsüz ve ahlaksız insan olmadığını kavrayıp anlar. Dahası toplumsal
kuşatılmışlık altında yanlış bir biçimde oluşmuş “fabrika ayarları”na
dönmedikleri sürece de bunu unutmazlar. Çünkü düşünen, soran, sorgulayan,
düşündükleriyle olup bitenler ve yaşananlar arasında nelik ve gerçeklik bağı
kuran her insan da bilir ki kültürsüz ve ahlaksız insan yoktur. “Şu” diye
gösterilen ve hem akıl hem de beden sağlığı yerinde olan her insan, yaptığı
davranışın değeri ne olursa olsun ahlaki eylemde bulunur.
Dolayısıyla
insan olması hasebiyle, ister bir hırsız, imam, katil, fahişe, rahip, pezevenk,
uyuşturucu satıcısı, savcı, vali, vb olsun, isterse öğretmen, milletvekili,
bakan, cumhurbaşkanı, işçi, işveren, çoban, vb olsun, “şu” diye gösterilen her
insan ahlaki eylemde bulunur ve bunların hepsi de ahlaklıdır. Aralarındaki fark
ise ahlaki değerlerindeki ahlaki eylemlerindeki seçimlerinin farklılığından,
dahası hangi eyleme “iyi” ya da “kötü” demelerinden kaynaklanır. Tıpkı hakkında
bir ceza hükmü vermek üzere bir araya geldiğiniz benim ile beni, hem de
anlamadıkları ya da kasten yanlış yorumladıkları bir metinden hareketle şikayet
edenler arasındaki fark gibi… Evet; benim ahlaki değerlerim, ahlaki eylemlere
ilişkin seçimlerim ve etik anlayışımla onların ahlaki değerleri ve ahlaki
eylemlerdeki seçimleri arasında dağlar kadar fark var ve bundan da memnunum.
Zaten, tacizcileri korumak, kollamak, onları okullara yönetici olarak atamak, yaptıklarını
görmezlikten gelmek; onları koruyup kollamak adına yalan söylemek, vb. anlamda
aynı seçimleri yapıyor olsaydım,.. Hatta tacizciliği sübut bulmuş birini
yalnızca müdürlüğe atamakla yetinmeyip bir de onun okul pansiyonunda yatıp
kalkmasına güvence veren, kurumsal bir dayanak sağlayan “Okul müdürünün pansiyonda yatıp kalkmasında herhangi bir sakınca yoktur”
diyen bir hükmün altına imza atmış olsaydım, ahlaki değerlerimden de insanlığımdan
da kuşku duyar, en azından utanır, utancımdan yerin dibine geçerdim. “Bunları
yaptığı halde insanım diye ortalıkta dolaşan, sıfatlarının, makamlarının ardına
sığınan herkes de en azından utanmalı ve bir an önce oturduğu koltuğu
boşaltmalı, taşıdığı sıfat ve statüleri bir yana bırakmalıdır. Ya da bir an
önce yukarıda saydığım eylemleri yapanlar hakkında gereğini yapmalı ve
yanlışından dönmelidir” diyeceğim ama ne yazık ki günümüz toplumsal
koşullarında bu sözlerin hiçbir hükmünün olmadığını biliyorum ve yaşayarak
öğreniyorum.
Zaten
bunun en önemli delili, dosyasındaki taciz cezasına rağmen, göz göre göre, bile
isteye tacizciyi müdür olarak atayan, onu koruyup kollamak için yalan üstüne
yalan söyleyenler terfi ettirilirken, benim, okuduğunu anlama özürlü aynı
kişilerin uydurma bir şikayetiyle bu satırları yazmak zorunda bırakılmamdır. Bundan
dolayı ben de yaşadığımız toplumsal gerçekliğin içerisinde olup bitenlere
ilişkin, özellikle de eğitim alanında olup bitenlere ilişkin, en hafifinden bir
ifadeyle, “sıfatlarının, makamlarının ardına sığınan” türünden saptamalar
yapmakla yetiniyorum.
Neyse…
Biz devam edelim: Ahlaksızlık ise kurum, kuruluş, idare, sıfat, statü ve
makamlar için geçerlidir. Örneğin; bu satırları okurken oturduğunuz
sandalyenin, baktığınız duvarın, boynunuza taktığınız kravatın, ayağınızdaki
ayakkabının, içerisinde oturduğunuz binanın, okulun, oluşturduğunuz kurulun, vb.
hiçbir şeyin ahlakı yoktur. Laf aramızda herhangi bir devletin de ahlakı
yoktur. Keza Dünya’nın, Mars’ın, Evren’in, vb’nin de… Yani onlar ahlaksızdır.
Bunları ilanihaye uzatabilirim. Ama burası ne yeri ne de zamanı. Bundan dolayı
daha fazla uzatmıyorum. Demem odur ki, insanlar ne söylüyor, neye inanıyor
olurlarsa olsunlar, kurumlar, kuruluşlar, insan dışında, şu diye gösterilen tüm
nesneler ahlaktan yoksundur. Ahlaksızlıkla kaimdir. Bunların herhangi bir
ahlaki eylemde bulunmaları söz konusu değildir. Tıpkı akıllarının, duygularının
ve manevi şahsiyetlerinin olmadığı gibi… Bundan dolayı herhangi bir kurula,
kuruma, kuruluşa, devlete, partiye, idareye, statüye, sıfata, makama, vb.
hiçbir şeye hakaret edilemez. Hakaret bu oluşumlarda görev yapan, bu sıfatları,
statüleri taşıyan ve bunlara dayanarak doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü
eylemlerde bulunan ve özellikle de “şu” diye gösterilen gerçek kişi ya da
kişilere yapılabilir.
Yukarıda
yazdıklarım içerisinde kulağınızı tırmalayan, bugüne kadar doğru bildiklerinize,
inandıklarınıza aykırı gelebilecek sözler olsa da anlaşılmayacak, hele hele
sizin anlama kapasitenizi aşabilecek herhangi bir cümle ya da söz olmadığını
düşünüyorum. Umarım bu düşüncemde yanılmıyorumdur. Eğer anlaşılmadığı düşünülen
ya da tereddütte kalınan herhangi bir cümle, kelime ya da söz öbeği olursa,
lütfen arayıp sorabilirsiniz. Çünkü anlayamadığınız ya da inançlarınıza, ahlaki
değer ve seçimlerinize, bugüne kadar doğru sanıp inandığınız bilgilere aykırı
diye yazdıklarımı yanlış sayıp hüküm kurmamanızı dilerim.
2-
Yukarıda ilgili karar nosu ve tarihi
belirtilen yazınızda, “Hakkınızda yapılan inceleme-soruşturma sonucu düzenlenen
31/01/2018 tarih 663.07/11,11 sayılı raporda “Soruşturmaya dayanılarak alınan
savunmasında idareyi “zerzevat, oturdukları koltukların ardına sığınan,
makamlarından dolayı kendilerini bir halt sanan, hak etmedikleri halde elde
ettikleri sıfat, muhbir kiler faresi sözleriyle hakaret ettiği” iddiası sübuta
erdiğinden” disiplin yönünden, “657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/D-I
(Amirine, maiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine hakarette
bulunmak veya bunları tehdit etmek) maddesi gereğince 1 (Bir) YIL KADEME
İLERLEMESİ DURDURULMASI” cezası ile cezalandırılmanız teklif edilmektedir”
denilmektedir.
Sübuta
erdiği söylenen sözüm ona suç isnatlarıyla, bunların kapsamına girdiği söylenen
125/D-I’da sayılıp dökülen eylemler arasında “Savunma”m dikkate alındığında
kurulabilecek bağlantı akıl ve mantık sınırlarını zorlamanın dışında kasta
dönüşen, abesle iştigal bir iddiadan ibarettir. Keza ne gerçekliğe ne de
söylenenlerin neliğine uygundur.
Sırasıyla
gidelim:
A) Sözüm
ona sübuta erdiği söylenen “zerzevat” kelimesiyle idareye hakaret ettiğim
iddiasını ele alalım. Öncelikle şunun bilinmesini isterim ki “zerzevat”
kelimesinin hukuken herhangi bir suç ve hakaret vasfı yoktur. Öğretmenlikten ilçe
milli eğitim müdürlüğüne terfi ettirilecek denli vasıflı, değerli ve maharetli
bulunan bir insanın, bilmediği bir kelimeyle karşılaştığında, her iyi
öğretmenin öğrencisine önereceği gibi, kendisinin de yapması gereken ilk şey
Türkçe sözlüğü açıp ilgili kelimenin karşılığını okumak olurdu. (Kurulunuzun
öğretmen kökenli üyeleri, biraz önceki cümlede ne dediğimi ve ne demek
istediğimi yoruma gerek bırakmayacak bir zihin açıklığıyla kavrayacaklardır.) Anlamadığı
bir kelime üzerinden şikayet uydurmak değil. Sözünü ettiğim anlama özrü,
tarafıma yöneltilen suç isnadının daha ilk kelimesinde başlıyor. Ama bu daha
hiçbir şey sayılmaz. Çünkü diğerlerinin yanında bu “Kadı kızında o kadar da
kusur olur” denilip geçilebilecek kadar basit bir kusurdur. Ancak, insan
sarrafı kimi amirlerince (bunların kim olduğu benim tarafımdan bilinmemektedir)
müdür olarak taltif edilecek denli değerli ve vasıf abidesi bulunmuş, mahiyetindeki
öğretmenlere örnek olacak, onlara liderlik yapması beklenen birisi içinse bu
büyük, hem de çok büyük bir kusurdur. Hele hele önünde duran bir metni okuyup
anlama özrü tepeden tırnağa bir kusurlar manzumesidir. Lakin siz benim
söylediklerime bakmayın! Benim kusur ya da kusurlar manzumesi gördüğüm yerde,
nice seçkin, aranıp da zorla bulunabilmiş nice koltuk, sıfat, statü ve makam
sahibi devletlu, şaheserler abidesi görmüş, katman katman maharet ve meziyetler
sezip böylesi kişilerin eğitim kurumun ve bürokrasisinin basamaklarını hızla
çıkmasına vesile olmuş olabilir. Onları temelsiz ve kolonsuz kalmış eğitim
sisteminin başına taç yapmak istiyor olabilirler. Benim böylesi bir durumda “Böyle
başa böyle tarak” yakışır diyeceğim yerde, hikmetinden sual olunmaz birileri ya
da iyi saatte olsunlar, nice hikmet bulabilir. Bana, bir yastıkta kocasınlar,
mesut ve mutlu olsunlar demekten öte bir söz düşmez. Size ne düşüp
düşmeyeceğini ise yine sizler bilirsiniz elbette… Bu bir yana…
Soruşturma raporunu düzenleyenlere de
sormak gerekir: Eğer soruşturmaya konu olan ilgili “Savunma”mı okuyup
incelediyseler, yani okuduğunu anlama özürlü şikayet merciindeki kişi ya da
kişilerin hüsnü kuruntuları, havadan nem kapan alınganlığı ve vehimlerine
dayanan sözleriyle yetinmediyseler, acaba ben hangi idareye “zerzevat” demişim?
Hadi idareden geçtim, “şu” diye gösterilen hangi kişi ya da kişilere “zerzevat”
demişim? Onlardan da geçtim: Peki; soruşturma raporunu ve bu raporun dayanağı
olan muhteviyatını, sorumlu ve yetkili kurul üyeleri olarak okumamış olmanız
düşünülemeyeceğine göre, sizlere sorayım: Ben “Savunma”mda hangi idare ya da
idarelere, “şu” diye gösterilen hangi kişi ya da kişilere zerzevat demişim?
Söyleyebilir misiniz?
“Savunma”mı dikkatle okuyup doğru
anlayabilen her insan, o metinde şikayet merciindeki kişi ve onun temsil ettiği
idare dahil olmak “şu” diye gösterilen hiçbir kişi ve idareye “zerzevat”
denilmediğini söyleyecektir. Kaldı ki bu kelimenin de hiçbir suç ve hakaret
vasfı yoktur. Bana ve yazdıklarıma inanmıyorsanız, açıp Türkçe sözlüğün ilgili
maddesini okuyun. Sonra da bunu, yani “zerzevat” kelimesini şikayet konusu
yapan, sözüm ona suç isnadı sayan ve üstüne üstlük sübuta erdiğine hükmedenlere
dönüp işin aslını öğretin. Öğretin ki onlar da bu şikayet, inceleme ve
soruşturma sürecinde kelime haznelerine yeni bir şeyler katsınlar.
Biraz daha detay vereyim: “Zerzevat”
kelimesi Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne sunduğum 22 Şubat 2017 tarihli
“Savunma” metninde altı kez geçmektedir. Bu kelimenin yer aldığı altı cümlenin
hiçbirinde de ne Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü idaresi ne de o sırada
erkek öğrencilere cinsel taciz iddialarıyla çalkalanan Haymana Nuri Bektaş
Anadolu Lisesi idaresi söz konusu edilmektedir. Keza her iki kurum
idarecilerinden “şu” diye gösterilen herhangi birinden de bahsedilmemektedir.
Buna rağmen, suç ve hakaret vasfı
taşımayan bir kelimeden dolayı ve ilgili kelimenin metinde yer almasından
hareketle, “zerzevat” dediği sübüta ermiştir, diyerek suç isnadında bulunmak
eğer kasıtlı değilse, akıllara ziyan bir çıkarımdır. Aynı zamanda bunun 125/D-I
maddesi kapsamına sokularak, “Amirine, maiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş
sahiplerine hakarette bulunmak veya bunları tehdit etmek” olduğunu söylemenin
ne olduğunu ifade etmeye ne ahlaki değerlerim ve etik anlayışım müsaade ediyor,
ne de buna dilim varıyor. Buna ilişkin uygun kelime ya da sözü telaffuz etmeyi
sizlerin insafına bırakıyorum. İnsana sorarlar: Hangi “Amiri”me hakaret
etmişim? Onun maiyetinde çalışan hangi kişi ya da kişilere hakaret etmişim? Ya
da hangi iş arkadaşıma? Cevap koskocaman bir “HİÇ”tir.
B) Salt
savunma metninde geçtiği için sübuta erdiği söylenen ve hakaret olduğu hükmüne
varılan “oturduğu koltukların ardına sığınan”, “makamlarından dolayı
kendilerini bir halt sanan”, “hak etmedikleri halde elde ettikleri sıfat”
sözlerine gelelim: Bu üç söz öbeğinin de herhangi bir suç ve hakaret vasfı
yoktur. Dahası ne Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü idaresinde ne de Haymana
Nuri Bektaş Anadolu Lisesi idaresinde görev yapan ve “şu” diye gösterilebilecek
hiçbir kişiyle ilişkilendirilebilmesi söz konusudur. Buna rağmen, hem şikayet
merciini temsilen o koltukta oturan Enver Yurtdaş’ın hem de soruşturmayı
yürütenlerin “Savunma” metnindeki bu sözlerimi “Amire”, “mahiyetindekilere”,
“iş arkadaşları”ma, vb. hakaret saymaları acaba hangi saiklerin sonucudur? Hangi
akıllara ziyan kavrayış ve anlayışın ürünüdür? Dahası bu sözler, içerisinde
yaşadığımız, toplumsal çözülme ve kültürel çürümeyle malul toplumsal gerçekliğin
ifadesi olarak yazılmış bir durum saptamasıdır.
Bu sözümü, kim ne denli üzerine alınırsa
alınsın, ne denli kendisiyle ya da çevresindeki birileriyle ilişkilendirirse
ilişkilendirsin, bir örnekle ve sorularla
açayım:
Örneğin; cinsel tacizden ceza almış
birinin, dosyasındaki cinsel taciz eyleminin sübuta erdiğini söyleyen belgeye
rağmen müdürlüğe atanması “hak edilmediği halde elde edilmiş bir sıfat”, bir
makam değil midir? Söz konusu kişiyi koruyup kollamak, onun eylemlerine göz
yummak, makamlarına ve “oturdukları koltuklara sığınılarak” yapılan bir eylem
değil midir? Erkek öğrencisine cinsel tacizden ceza almış birinin müdürlüğe
atanması için referans olmak, dahası bir de onun, atandığı günden itibaren kendisine
özel bir oda kurarak pansiyonda yatıp kalkmasına göz yummak, hakkında hiçbir
işlem yapmamak, birilerinin makamlarına, sıfatlarına sığınarak
gerçekleştirdikleri eylemler değil midir? Sayın kurul üyeleri cevabınız nedir?
Lütfen, çekinmeden söyleyin!
Hatta bir adım daha ileri gideyim: Erkek
öğrencisine cinsel tacizden hem idari hem de adli ceza alan birini, okul
müdürlüğüne atamakla yetinmeyip bir de onun “pansiyonda yatıp kalkmasında
hiçbir sakınca yoktur” hükmünün altına imza atarak, ilgili şahsa kurumsal
dayanak ve güvence sunmak, “makam ve oturdukları koltukların ardına sığınarak”
yapılan, “birilerini koruyup kollamak” eylemi değil midir?
Peki; bu eylemi gerçekleştiren kurumun adı
nedir? Söz konusu imzayı atan en yetkili kişi kimdir? Cevabı, kararınız ve
davranışınızla siz mi verirsiniz, yoksa ben, “Eyyy cinsel tacizciliği sübuta
ermiş birine attığı imzayla, en yetkili amir olarak, pansiyonda ve erkek
öğrencilerin arasında yatıp kalkma konusunda dayanak ve güvence veren zat-ı
muhterem ayağa kalk” mı diyeyim? Böyle dersem, yakınlarınızdaki birileri ayağa
kalkar mı? Yoksa yüzleri bile kızarmadan, zerre üzerlerine alınmadan, makam,
statü, sıfat ve koltuklarının ardına sığınmaya devam ederler mi? Peki; aslında
her şey ayan beyan ortadayken, nasıl oluyor da bu işleri yapanlar iddia,
yargılama ve cezalandırma makamında oturup aynı zamanda terfi ettirilirken, ben
suçlu oluyorum? Hadi, ağzınızı açıp da bir tek kelime söyleyin. Acaba bunun
nedeni, söz konusu kişilere gücünüzün yetmemesi, hükmünüzün geçmemesi ya da
söylemeye dilimin varmadığı bambaşka şeyler midir?
Biline ki söz konusu zat-ı muhterem, belki
de bu kararın altına attığı imzayla Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi’nde
gerçekleştiği iddia edilen cinsel tacizin başlamasına ya da pervasızlıkla devam
etmesine neden olmuştur. Peki; bunun hesabını kim soracak? Bunun hesabını
kimler verecek? Ya da bilmem hangi kurulun, kurumun, adını sanını bilmediğim,
yüzünü görmediğim X üyesi ya da üyeleri mi? Güldürmeyin insanı! Tilkinin,
çakalın, sırtlanın yediği herzeler için hesap verdiği nerede görülmüştür ki
birilerinin lütfuna mazhar olarak, makam, statü ve koltuk sahibi olanların,
sonra da bunların ardına saklanarak arz-ı endam eyleyenlerin hesap verdiği,
bedel ödediği görülsün. Peki; sizler bunun hesabını sorabilir misiniz?
Benim, hem de şu diye gösterilen hiçbir
kişi ve kurum adı telaffuz etmeden, günümüz koşullarında bir durum tespiti
olarak söylediğimde “sübuta erdiği” iddia edilerek cezalandırılmam istenen
sözler, birileri tarafından fiilen gerçekleştirildiğinde suç sayılmıyor,
bunları yapanlar hakkında hiçbir işlem yapılmıyorsa… Hatta üstüne üstlük bir de bu sözlerin
karşılığı olan eylemleri gerçekleştirenler, soruşturmaya uğramak ve
cezalandırılmak bir yana terfi ettiriyorsa, ne yazık ki bu koşullarda
hakkaniyet ve adalet kavramlarını telaffuz etmenin israftan öte hiçbir değeri
yoktur. Neylersiniz ki toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin hükmünü
sürdürdüğü her yerde değer erozyonu ve israfı “in”dir. Hakikatin ve değerlerin
izini sürmek, onların ve gerçeğin peşinden koşmak ise “out”. Peki; sizler
hangisinin izini süreceksiniz?
Yeri gelmişken, üçü eğitimci biri mülki
idare yetkilisi olan kurul üyeleri olarak sizlere birkaç soru yönelteyim.
Sakın, “Durduk yere bu ne alaka” demeyin! Çünkü okuduğunu anlayan herkes için,
çok, hem de çok alaka! Şu ana kadar okuduklarınızın, yalnızca laf olsun torba
dolsun diye yazılmadığını düşünür ve anlarsanız, o anladıklarınızla aşağıdaki
sorular arasında çok sıkı bir ilişki olduğunu da kavrarsınız. Lütfen dikkatle
okuyun ve düşünerek değerlendirin, aşağıdaki soruları.
İşte o sorular:
Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yetki
alanındaki okullarda öğrencilere ya da öğretmenlere cinsel tacizden dolayı ceza
aldığı halde müdürlüğe, ilçe şube müdürlüğüne, idareciliğe atanmış herhangi bir
öğretmen var mıdır?
Varsa bunların sayısı kaçtır? Eğer
atandıysa, bu kişiler hangi saiklerle, hangi ilişkiler sonucu atanmıştır?
Bunların referansı kim ya da kimlerdir?
Eğer benimle aynı ya da benzer ahlaki
değerlere ve etik anlayışa sahipseniz, bu soruları cevaplamanız bir yana
okuduğunuz anda şaşkınlık ve kızgınlıkla en azından soran gözlerle birbirinize
bakıyor olmanız gerek. Yetmez. Yetki ve sorumlulukla donatılmış makam ve
koltuklarda oturduğunuz için hemen inceleme ve soruşturma başlatmanız da
gerekir. Hele hele eğitimciyseniz, hele hele Başkent’in mülki idaresinde önemli
bir mevkideyseniz, kesinlikle bir tepki vermeniz gerek ki böylesi bir tepki
vermek için bürokrasinin yetkili makamlarında oturuyor olmak da gerekmez.
Sadece sözünün ve değerlerinin sahibi bir insan olmak yeter. Peki; sayın kurul
üyeleri sizler hangisini yapacaksınız ya da yapıyorsunuz? Bir cevabınız var mı?
Yoksa, böyle bir şey yaparsak acaba kimin, kimlerin ayağına basarız kaygısı ve
çaresizliğiyle “sükutu ikrar”ı mı seçiyorsunuz?
Neyse… Sizin için yukarıdaki soruyu biraz
daraltayım: Örneğin; 2014 yılından şu ana dek, öncesinde cinsel tacizden ceza
aldığı halde Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nce herhangi bir öğretmen okul ya
da ilçe şube müdürlüğü yöneticiliğine atandı mı? Eğer atandıysa bunlar hala
görevde mi?
Biraz daha spesifik bir soru: 2014
yılından bu yana cinsel tacizden ceza aldığı halde Haymana İlçe Milli Eğitim
Müdürlüğü’nün yetki alanındaki okullara müdür, müdür yardımcısı ya da ilçe şube
müdürü olarak herhangi bir öğretmen atandı mı? Eğer atandıysa bunların sayıları
kaçtır? Referansları kimlerdir? Daha doğrusu bu referans olan kişiler, hangi ilçe
milli eğitim müdürü, ilçe şube müdürü, okul müdürü ya da benim bilemeyeceğim
ilgili ve yetkililerdir? “Cinsel tacizci”liği sübut bulmuş bu kişilerden kaçı
hala görevdedir? Söyleyin! Herhangi bir cevabınız var mı? Yoksa bunun da
cevabını ben mi vereyim?
İşte benim gibi, bu soruları sorar ve
hakikatin peşinde koşarsanız, herhangi bir kişi ve kurumdan, idareden söz
etmeseniz bile, bir durum tespiti olarak telaffuz ettiğiniz sözler, “Yarası
olan gocunur” sözünü anımsatırcasına birilerini koltuğundan hoplatır, sonra da
kuyruğuna basılmış kedi misali, ciyak ciyak ortalığa düşerek şikayet konusu
yapılır, başka birileri tarafından da “sübuta erdi” denilerek suç isnadına
dönüştürülür. Sözün özü gerçeğin hakikatinin ortaya çıkmasını istemeyen, aksine
gerçeğin üzerini örtmeye çalışanlar ve saz arkadaşları çalıp oynarken, gerçeğin
ve hakikatin peşine düşenler de benim gibi soruşturmaya uğrar ve
cezalandırılmasına hükmedilir. Hayırlı olsun!
C) Bunca
satırın arasında “muhbir kiler faresi” sözünü unuttuğumu ya da unutturmaya
çalıştığımı düşünmeyin. Aksine sübuta erdiği söylenen bu sözü bilerek en sona
sakladım.
Öncelikle belirteyim ki bu söz bana değil,
kanaatimce soruşturmayı yürüten ve soruşturma raporunu yazan müfettişlerce
türetilmiş ve sonra da tarafıma sübuta eren bir suç isnadı olarak atfedilmiş,
hakaretamiz bir metafordur. Soruşturma raporunu yazanların, kim bilir belki de
şikayetçi olanların uydurdukları ve tarafıma yönelik olarak kasıtlı bir biçimde
araya sokuşturdukları, çarpıtılmış, uydurulmuş, düzmece bir sözdür. (Yeri
gelmişken şunu açık seçik yazayım: Hakkımda düzenlenmiş olan soruşturma
raporunu okumadığım için, içerisinde hangi mesnetsiz ve dayanaksız söz ve
hükümlerin, çarpıtılmış, düzmece ibarelerin olduğunu bilmem mümkün değildir.
Dahası bunlara cevap verebilmem de… Bu koşullarda, tarafınızca istenen savunma
talebi üzerine yazılan bu satırlar eksik kalacaktır. Bu eksikliğin
giderilebilmesi için, ilgili soruşturma raporunun ve ona dayanak oluşturan
dosya muhteviyatının tarafıma tebliği edilinceye kadar kurulunuzun karar
sürecini, yeni bir tarih belirleyerek ertelemesini ve savunmamı tamamlamak için
de bana yeni bir süre vermesini talep ediyorum. Bilgilerinize arz olunur.)
Evet! Kasıtlı olarak uydurulmuş, beni suçlayabilmek adına “Savunma”nın farklı
yerlerinde geçen “muhbir”, “kiler” ve “fare” sözleri bir araya getirilip bir de
sonuna “si” eki konularak türetilmiş bir sözdür.
Peki; bu kasıtlı çarpıtma ve uydurma sözü
üreterek beni zan altında bırakmaktan öte, suçlayanlar ve cezalandırılmamı
teklif edenler hakkında herhangi bir şey yapmayı düşünüyor musunuz? Yoksa onlar
da makamlarını, statü ve sıfatlarını kullanan ve kim olduklarını bilemediğim,
sıfatından, makamından, oturduğu koltuktan dolayı kendini bir halt sanan bazı
zerzevatların, çemişlerin koruma ve kollaması altında mı? Peki; bu soru
cümlesini yazdığım için de suçlu muyum? Bu sözden dolayı da sizlerin arasında
alınanlar var mı? Eğer yoksa, yani hiçbiriniz alınmıyorsanız, şu andan itibaren
Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün şikayeti de o şikayet sonucu başlayan
inceleme-soruşturma sonucunda hazırlanan raporda dile getirilen ve sübute
erdiği söylenen tüm suç isnatları da düşmüştür. Ancak, eğer söz konusu soru
cümlesinden sizler de alınıyorsanız, ne yazık ki bu noktada çok, ama çok vahim
bir sorun vardır. Ve bu durumda benim elimden “Vah ki ne vah! Yandı gülüm keten
helva” demekten başka bir şey gelmez. Çünkü burası sözün bitiği yerdir. Bundan
ötesini varın sizler düşünün! Bense kaldığım yerden devam edeyim:
Buradan hareketle; “Savunma”mın üçüncü
maddesinde yer alan çarpıtılmış, uydurma sözün doğrusu şudur: Öncelikle
bu kitabın onca sayfası içinde şikâyete konu olabilecek herhangi bir şey
bulabilmek için, tıpkı kilerde yiyecek arayan bir fare misali, kitabı satır
satır okuyan tüm zerzevata teşekkür ederim.
Yukarıda italik olarak aynen aktardığım cümlede
“şu” diye gösterilebilecek herhangi bir kişi ya da kişiler kastedilmeden “fare”
kelimesinin geçtiği söz öbeği, iki virgül arasında ve herhangi bir hakaret
içermeksizin, ilgili şahısların nasıl bir gayret ve motivasyonla çalıştığını
ifade etmek amacıyla ve yalnızca bir metafor olarak kullanılmıştır. Burada
kastedilen kitabım ise "Aşk Mavidir Öğretmenim" romanıdır. Yani hakkında
uydurulan suç isnadına ve bu suç isnadının sübuta erdiği hükmüne dayanılarak yapılan
suç duyurusuna rağmen savcılığın takipsizlik kararı verdiği kitap. Yani,
Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ilçe disiplin kurulunca, soruşturma
raporuna dayanarak ve ön yargılı ve kasıtlı bir biçimde “Savunma”mda
yazılanları dikkate almaksızın, “hizmet içinde devlet memurunun güven ve itibarını
sarsıcı davranışlarda bulunduğu”ma hükmederek, hakkımda maaş kesim cezası
vermesine neden olan kitap. (Bu arada söz konusu soruşturma dolayısıyla, Ankara
İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Ankara Valiliği marifetiyle, haksız bir biçimde,
“soruşturma gereği” ya da “hizmetin gereği” denilerek sürgün edildiğimi de
eklemeliyim.)
Ancak burada dikkati çeken nokta şudur: Acaba,
o tarihte daha terfi ettirilmediği için Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürü olan
Enver Yurtdaş, kendisiyle uzaktan yakından, dolaylı ya da dolaysız hiçbir
bağlantısı olmayan ve kurulamayacak bu sözden niye alınmıştır? Acaba bu
alınganlığın nedeni, “Aşk Mavidir Öğretmenim” romanını satır satır okuyan ya da
okuyanlardan, içinde şikayete konu olabilecek bir şeyler arayan, sonra da mal
bulmuş mağribi misali gözüne kestirdiği birkaç sözü cımbızlayarak şikayette
bulunan kişi ya da kişilerden birinin; dosyasındaki cinsel taciz cezasına, Enver
Yurtdaş’ın ve ilçe milli eğitim yetkililerinin görmezden gelmelerine, göz
yummalarına istinaden, atandığı günden itibaren okul pansiyonundaki özel
odasında ve erkek öğrencilerin arasında yatıp kalkan akrabası ve hemşehrisi okul
müdürü olması ve sonrasında da bu kişinin erkek öğrencilere cinsel taciz
iddiasıyla görevden alınması, hatta tutuklanıp cezaevine konulması karşısındaki
kızgınlığı olabilir mi? Dahası, söz konusu Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi
müdürünün görevden alınmasının, asılsız bir biçimde ileri sürülen, benim
şikayetim, komplom ve iftiram üzerine gerçekleştiği iddiasının sahiplerinden
birinin kendisi oluşundan da kaynaklanıyor olabilir mi?
Soruları daha da uzatabilirim ama gerek yok.
Sizlerin de fark edebileceğiniz gibi her şey birbiriyle bağlantılıdır. Kurul
olarak hakkımda karar vermek için elinizde tuttuğunuz dosya ve o dosyada
yazılanlar, Haymana’da yaşananların yanında denizin içindeki buz dağının
görünen küçücük bir parçasıdır. Bütün parça ilişkisini kurmadan ve bütünü görüp
anlamadan, bir metnin içinden bazı kelimeleri ya da söz öbeklerini çekip
alarak, sonrasında da bunların sübuta erdiğini söyleyerek ne gerçeğin
hakikatine ulaşabilirsiniz ne de olup bitenleri aydınlatabilirsiniz. Olsa olsa,
makamlarını ve sıfatlarını kullanarak, tacizciliği sübuta ermiş olanların
göreve atanması için çırpınanların, göreve atanmalarını sağladıktan sonra da
onlara kol kanat gerenlerin; okudukları metni bile anlama özrüyle malul
olanların şikayetine binaen ve “aaa metinde bu sözlerin aynısı var, o halde
eylem sübuta ermiştir, gerisi bizi ilgilendirmez” diyenlerin raporuna istinaden
de bana ceza vererek bir dosyayı daha kapatır ve gerçeğin üzerini
örtebilirsiniz. Daha ötesi değil.
İstediğiniz buysa hayırlı uğurlu olsun. Karar
sizindir. Yukarıda sorduğum soruların gereğini yapacak olan da sizlersiniz,
bunları görmezlikten, bilmezlikten gelerek üstünü örtebilecek olan da…
Anlattığım onca şeye rağmen hakkımda cezaya hükmedecek olan da sizlersiniz,
gerçeğin hakikatinin peşine düşebilecek olan da… Çünkü yetki makamında oturan
sizlersiniz. Evet; hangisini seçeceğinize kendiniz karar vereceksiniz. Elbette,
hakkımda peşinen bir hüküm kurup bunun gereğini yapmak için
sabırsızlanmıyorsanız. Eğer böyle bir durum söz konusuysa, zaten yazdığım bunca
satırın da bundan sonra yazacaklarımın da herhangi bir hükmü yok demektir.
Ama olsun… Ben yine de sözlerime devam edeyim:
3-) Sizler şimdi, yukarıdaki satırlarda
sıraladığım bir dizi veriye rağmen, eğer hala fark edemediyseniz, üçü öğretmen
kökenli biri mülki idareden olmak üzere, dört üyeden oluşan bu kurulu
oluşturanlara neden teşekkür ettiğimi merak ediyorsunuzdur. Söyleyeyim: Ancak
bu kez, sizin anlama yetinize istemeden de olsa hakaret ediyormuşum gibi
algılanmamak için olabildiğince üstü kapalı yazacağım. Bunun için de lütfen
kusura bakmayın.
Haymana’da
olup bitenler, özellikle de 2014 yılı sonlarından beri yaşananlar derinlemesine
ve çok yönlü ve çok boyutlu olarak inceleme ve soruşturmayı gerektiren, girift
ilişkilerle örülmüş bir sorunlar yumağıdır. Ben bana yaşatılanlar ve yaşamak
zorunda kaldıklarım nedeniyle, bilebildiğim ve algılayabildiklerim kapsamında
bu sorunu yetkililerin gözlerinin içine sokmaya çalışsam da şu ana kadar
müfettişlerden ötesine geçemedim. Şimdi, yine hakkımda açılan bir soruşturma sonucu,
hiç beklemediğim bir anda bu sorunu kurulunuzun bileşenleri dolayısıyla hem
Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün hem de mülki idare yetkilisinin önüne
koyma fırsatı yakaladım. Yani sizler bana ceza vermek için toplanmışken, bir
kartopu misali büyüyerek bu güne erişen “Haymana sorunu” hepinizin kucağına
düşüverdi. Şimdi bu sorunu bir kez daha görmezden gelip üzerini kapatmayı
seçmek de elinizde, neşteri vurmak da… Karar sizin! İşte teşekkürümün en kısa
nedeni…
4-) Söyleyebilecek çok sözüm var. Ancak daha
fazla uzatmadan sonuca ve bu kapsamda da istemlerime geleyim:
a) Adli ve
idari merciler karşında yaptığı sözlü ya da yazılı savunmadan, bu savunmada
kullandığı sözlerden, iddialardan dolayı hiç kimseye ceza verilemez. Kaldı ki
benim şikayet ve inceleme-soruşturma konusu yapılan ve sonrasında hazırlanan
raporla da cezalandırılmam teklif edilen söz konusu 22 Şubat 2017 tarihli
“Savunma”mda somut olarak “şu” diye gösterilebilecek hiçbir kişi ya da kuruma
yönelik hakaret yoktur.
b) Cezalandırılmam
gerektiğine hükmedilerek, hakkımda ceza teklifinde bulunulan raporu da ihtiva
eden soruşturma dosyasını şu an için incelemem söz konusu olmadığı için tam bir
savunma yapabilmem, hakkımda doğrudan ya da dolaylı olarak ileri sürülmüş
suçlamalara cevap verebilmem mümkün değildir. Bu ise yasayla güvence altına
alınmış olan “Savunma hakkı”nın idare tarafından alenen engellenmesidir. Bundan
dolayı, “Savunma hakkı”mı yasanın gereği olarak usulüne uygun bir biçimde
kullanabilmem için cezalandırılmam teklifini içeren soruşturma sonuç raporunun
ve ekinde yer alan inceleme soruşturma dosyasındaki tüm muhteviyatın acilen
tarafıma tebliğ edilmesini istiyorum. Buna bağlı olarak da tebliğ tarihinden
geçerli olmak üzere, dosyayı okuyup incelemek ve savunmamı hazırlayabilmek için
yeterli bir süre verilmesini talep ediyorum.
c) Şimdi,
bu metnin yukarıdan beri bir dizi sorunu sayıp döken satırlarının finaline
geldik. Hepinizin malumu olduğu üzere, ben kurulunuzun hiçbir üyesini şahsen
tanımıyorum. Hatta gönderdiğiniz soruşturma evrakını okuyuncaya dek, Ankara İl
Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakçı dışında hiçbirinizin adını da bilmiyordum.
Sözün özü hiçbirinizle şahsi anlamda zerre bir sorunum ya da ortaklığım yoktur.
Bundan dolayı, lütfen, aşağıda yazacaklarımdan hiç kimse alınmasın. Bunu kof
bir gurur, dahası kişisel kin ve husumet sorunu yapmasın.
Şimdi sadede gelelim:
Kurulunuzun, bana gönderilen evrakta imzaları
bulunan dört üyesinden, başta Ankara İl Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakçı olmak
üzere, amirleri olmalarından, mahiyetinde bir memur olarak çalışmalarından
dolayı onun etki ve yönlendirmelerine açık olabileceklerini düşündüğüm Ankara
Milli Eğitim kökenli iki üyenin de objektif değerlendirmelerde
bulunamayacakları, objektif bir karar veremeyeceklerini düşünüyorum. Bundan
dolayı söz konusu kişilerin, benim dosyama bakacak kuruldan çıkarılmalarını
talep ediyorum.
Bu talebin iki önemli gerekçesi vardır.
Bunlardan birincisi, bugüne kadar Haymana bağlamında yaşanan ve gerçekleşen
olaylarda kurum olarak Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün karar ve
uygulamalarıyla taraf olmasıdır. Ankara İl Milli Eğitim Müdürü olarak Vefa
Bardakçı’nın ise yukarıda ayrıntılı olarak sıraladığım ve kendisi göreve
gelmeden önce gerçekleşmiş olan yanlış uygulamalar konusunda somut hiçbir şey
yapmaması, aksine bunları, özellikle Haymana, erkek öğrencilere cinsel taciz
iddialarıyla Türkiye gündemine düşünceye dek sürdürmesidir. Bu anlamda kurum
amiri olarak Vefa Bardakçı da taraftır. İkinci gerekçem ise bunları daha da
perçinleyen bir sorundur. Bu da hem Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nü hem de
onun en yetkili amiri olan Vefa Bardakçı’nın taraf oluşlarını zirveye taşıyan
bir karardır.
Peki; bu karar nedir? Tam da görüşmekte
olduğunuz ve hakkımda cezalandırma teklifini içeren dosyayla doğrudan ilgili
bir karardır bu. Kurum olarak Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nü bağlayan söz
konusu kararın iki önemli boyutu vardır: Bunlardan ilki, benim ileri sürdüğüm
iddiaların asılsız, gerçeğe aykırı olduğuna, yani benim yalan söylediğime
hükmetmektedir. İkinci boyutu ise Edirne’de görev yaptığı sırada öğrencisine
cinsel tacizde bulunduğunun sübuta ermesi sonucu hem idari hem de adli olarak
ceza alan birinin, okul müdürlüğüne atanması bir yana, bir de üstüne üstlük,
“pansiyonda yatıp kalkmasında hiçbir sakınca olmadığını” hükme bağlamaktadır.
Bu iki boyutu bir arada içeren kararın altında ise zamanın, eğer yanılmıyorsam
2016 Haziran ya da Temmuzunda görev yapan Ankara İl Milli Eğitim Müdürünün
imzası vardır.
Sözü uzatmadan, kısaca bu gerekçelerle, bağlı
oldukları kurumun ve amirlerinin taraf oluşları nedeniyle, ilgili üyelerin
hiyerarşik silsile ilişkisi bağlamında, hakkımda yürütülen ve Haymana’yla doğrudan
ilişkili dosya kapsamında objektif bir değerlendirme yapıp objektif bir karar
veremeyeceklerini düşündüğüm için kuruldan ya kendiliğinden çekilmelerini (ki
hem ahlaken hem de etik olarak uygun davranış bana göre budur) ya da bu kurulu
oluşturmaya yetkili olanlar tarafından değiştirilmelerini talep ediyorum. (Bu
arada yasa gereği İl Milli Eğitim Disiplin Kurulu’nda sendika temsilcisinin de
olması gerektiğini ve bunun da tarafınızca biliniyor olduğunu varsayarak, bu
eksikliği de bir an önce gidereceğinizi umuyorum.)
Gereğinin yapılması dileğiyle, bilgilerinize arz olunur.
1 Söz konusu
“Savunma” 22 Şubat 2017 tarihli Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne verdiğim
ve bu metnin ekinde de tarafınıza sunulan yazıdır. İlgili “Savunma”, okuduğunu
bütünlüğü içinde anlayan, tek tek kelime ve söz öbeklerini cımbızlamadan
değerlendirebilen kişilerce incelendiğinde görülecektir ki tarafıma isnat
edilen sözüm ona suçların tamamı buna dayandırılmaktadır ve hüsnü kuruntudan
öte bir değeri de suç vasfı da yoktur. Bundan dolayı, sizlerden talebim
yukarıdaki satırların yanı sıra ekte sunulan metni de dikkatlice okumanızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder