Kuran
Neden Evrensel Değildir?
Atalay
Girgin*
Dinlerin ‘kutsal’
addedilen kitapları felsefi sorgulamalar karşısında darmadağın olur. Her biri,
düşünen, soran, sorgulayan, kavrayan, anlayan,
anlamlandıran ve akıl tutulmasına uğramamış ya da aklını her hangi bir
‘kutsal’ın, dinin ipoteğine vermemiş her insan için birer tenakuz abidesine
dönüşür. Hal böyleyken, tüm tenakuzlarına rağmen onların içerdiği bilgilerle
dünden bugüne sürekli değişen toplumsal gerçekliğe dair hüküm kurmak ve bu
hükümlerle insan ilişkilerini ve toplumsal yaşamı biçimlendirmeye çalışmak
abesle iştigal eylemektir.
Bunun birinci nedeni,
söz konusu kitapların içerdiği bilgi ve hükümlerin, çoktan nesnesini yitirmiş,
zamandan ve mekândan bağımsız kalmış olmasıdır. İkinci nedeni ise, bu
metinlerin tarihsel toplumsal nitelikli olaylara dayanmasıdır ki o olaylar da
zamanın mührünü yemiştir. Belli bir çağın, hatta daha özelde belli bir yerdeki
ve zamandaki toplum ve insan gerçekliğinin değişmeye mahkûm ve çoktan değişmiş
olan karakterinin damgasını taşır. Ne denli abartılı bir biçimde genellik ve
sözüm ona evrensellik niteliği atfedilmeye çalışılırsa çalışılsın bu değişmez.
Musevilik ve
Hıristiyanlık gibi, İslamiyet’in peygamberi ve kutsal kitabı da tarihsel ve
toplumsal bir gerçekliktir. İçerisinde doğup geliştiği toplum ve insan
gerçekliğinden bağımsız düşünülemez. O toplumun kültürel değerlerinden, insanlarının
arzu ve özlemlerinden, dilsel olanaklarından, elbette sınırlılıklarından da
bağımsız ele alınamaz. Hz. Muhammed ve Kuran da bundan ari değildir.
Kuran
Neden Evrensel Değildir
İşte Hasan Aydın da
“Felsefi Antropolojinin Işığında” üst başlığını taşıyan “Hz. MUHAMMED ve KURAN”1 adlı kitabında bu hakikatin altını
çiziyor. Aydın’ın, farklı zamanlarda kaleme alınmış yazıların bir araya
getirilmesinden oluştuğunu belirttiği kitap Hz. Muhammed ve Kuran’ı felsefenin
ve felsefi antropolojinin ışığında oluşum süreci ve tarihsel bağlamında
sorguluyor. Biliş, dil, kültür ilişkileri bağlamında ele alıp, Kuran’daki
dilin, parçası olduğu kültürle, yaşanan deneyimlerle ilişkisini mantıksal
düzeyle birlikte sergiliyor.
Felsefi antropoloji
açısından ele alınan birey olarak insan da ortaya konan yapıtlar da tarihsel
toplumsal bir nitelik taşır. Her ikisi de var olduğu, ortaya çıktığı toplumsal
koşulların rengini taşır. Bu nitelik, kullanılan dilden düşünsel çerçeveye,
dünyayı ve evreni algılayıp anlamlandırmadan var olana itiraza dek tüm alanları
kuşatır. Kısacası itiraz da veri olan koşullardan beslenir, kabuller de… İster
kabulleriyle olsun isterse itirazlarıyla hiçbir insan çağını aşamaz. Çağından
ötesine geçebilen ya da taşınabilenler yalnızca düşüncelerdir. ‘Kutsal’lık
atfedilsin ya da atfedilmesin, ister kâğıda yazılmış olsun isterse taşa
kazınmış, ilk örnekleri var olan hiçbir metin değişmez. Çünkü değişmezlik,
belli bir yer ve zamanda ortaya konmuş düşsel düşünsel metinlerin karakteristik
özelliğidir. Bu anlamda değişmezlik ya da değişmemiş olma niteliği herhangi bir
metne ya da kitaba üstünlük sağlamaz. Dahası, değişmemiş, değiştirilmemiş olmak
o metinde dile gelen, aktarılan bilgilere, bütün insanlar için, bütün çağlar
boyunca geçerlilik ve doğruluk, yani evrensellik niteliği kazandırmaz. Bu tür
metinlere, özellikle de dinlerin ‘kutsal’ sayılan kitaplarına ilişkin
evrensellik iddiası, en hafif deyimle, laf-ı güzaftır. İnananların ve
teologlarının hüsnü kuruntusundan ibarettir.
Bu bağlamda Hasan
Aydın, “İnsan biliş, duyuş, dil ve kültür tarafından sınırlanıyorsa, onun
ürettiği hiçbir şey geniş anlamıyla evrensel olmaz.” hükmünü veriyor ve devam ediyor: “Sonuç bizi
hayal kırıklığına uğratsa da söylemek gerekir: İnsan hiçbir zaman
antropo-epistomoloji ve antropo-ontolojiden kurtulamaz.”
Dolayısıyla, bir insan
olarak Hz. Muhammed de içerisinde doğup büyüdüğü toplumsal tarihsel koşulların
biliş, duyuş, dil ve kültürünün sınırlılıklarıyla birlikte vardır. Bunlar onun
düşünsel ufkunu, anlama ve anlamlandırma düzeyini, hatta anlatma biçimini
belirler ve kuşatır. Ve bunların tümü onun, sebepli ya da sebepsiz bir biçimde
gerçekleşen “vahiy” sonralarında aktardığına inanılan sözleriyle vücuda gelen
Kuran’da kendini gösterir. Bu aktarılanlar ise tüm diğer insanlar gibi Hz.
Muhammed’in antropo-epistemolojik ve antropo-ontolojik algılama ve anlamlandırmalarından
bağımsız değildir. İçerisinnde yaşadığı koşulların düşsel düşünsel düzeyiyle
sınırlıdır.
Kuran’da dışa vuran bu
sınırlılık hali, adalet anlayışından, efendi köle ilişkisine, sözüm ona
kadınlara tanındığı söylenen eşitlik yaklaşımına, hatta cennet tasavvuruna dek
yansır. Dahası birbirini nakzeden ayetlerde arz-ı endam eyler. Bu tür ayetlerle
tenakuz abidesine dönüşen bir kitaba birileri elbette kutsal sıfatı atfetmeye
devam edebilir. Ama onun bütün insanlar için, bütün çağlar boyunca geçerli ve
hakikatin taşıyıcısı evrensel bir bildiri olduğunu söylemenin, kof bir iddia
olmaktan öte hükmü yoktur.
Hasan Aydın’ın “Felsefi
Antropolojinin Işığında Hz. Muhammed ve Kuran” adlı kitabı, yalnızca
felsefeciler tarafından değil, diğer okurlar tarafından da okunmalı ve
okutulmalıdır. Çünkü sağından soluna, dinsel taassup içinde savruluşların
yaşandığı, asıl Müslümanın kim ve nasıl olması gerektiğine ilişkin neredeyse
her cenahtan güzellemelerin yapıldığı günümüzde, itirazları, çıkarımları ve
gösterdikleriyle bu heyulaya, temelli bir itirazdır.
Son bir soruyla
bitirelim: Kuran’ın inananlarına bu dünyada yasaklayıp cennette serbest kıldığı
içki nedir? Bira mı? Rakı mı? Viski, cin, votka, şarap mı? Yoksa adlarını
saymaktan usanacağımız diğerleri mi? Sorunun yanıtı, sorup sorgulayarak okuyan
herkes için Kuran’da. Sormaya sorgulamaya yeltenemeyenler ve okuduğunu
anlayanlar içinse Hasan Aydın’ın “Hz. Muhammed ve Kuran”ında… Okuyun ve okutun
efendim. Elbette sormak ve sorgulamaktan korkmadan.
1 Hasan Aydın,
Felsefi Antropolojinin Işığında Hz. Muhammed ve Kuran, Bilim ve Gelecek
Kitaplığı, Eylül 2014.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder