Edebiyatın
Beslemesi Eleştiri Mi, Yoksa Eleştirmenler Mi?
Genellemeler soyut
düşünmenin, tekilden tümele yükselmenin olmazsa olmazlarıdır. Teorik düşünme ve
çıkarımlara yönelen herkes için genellemeler önemli ve kaçınılmazdır. Ancak
kaçınılmaz olduğu kadar da tehlikelidir. Özellikle de yersiz, gereksiz ve
zamansız yapılmış, nesnesini neliği ve gerçekliği temelinde olabildiğince bütünsel
olarak kavrayamamış, sınırları net bir biçimde belirlenmemişse, dahası tekil,
tikel, tümel anlamda hedefini şaşırmış ya da hedeften yoksunsa… Bir başka
deyişle, ormanla ağaç, ağaçla orman arasındaki ilişkiyi doğru kuramamışsa…
Orman hakkında söylemesi gerekeni ağaca, ağaç hakkında söylemesi gerekeni
ormana yöneltmişse…
Bu tür genellemeler iki
yanı keskin bir bıçak misali, sahibini de muarızını da doğramaya hazırdır.
Yalnızca bu da değil; aynı zamanda, “aman kimseye değmesin” dercesine, gerçek
kişi ve kuruluşlara sırtını dönerek boşluğa yöneltilmiş seslenişlerdir. Sözüm
ona, ilgili herkese ve her şeye söylenen ama tekil anlamda hiç kimseye
değmeyen, dokunmayan, ilişmeyen bir sesleniş… Dolayısıyla bu yaklaşım,
sahibine, eğer üzerine alınan birileri olursa, “Seni kastetmedim dostum!”
diyerek işin içinden sıyrılma kolaylığı da sağlar.
Hal böyle olunca da ele
alınan konu, değinilen sorun ne denli önemli ve bunlara ilişkin söylenen,
yazılan söz ve çıkarımın değeri ne olursa olsun, muarızları nezdinde en küçük
bir yankısı bile olmayacaktır. Çünkü hiç kimse üzerine alınmayacaktır. Hiç
kimse umursamayacaktır. Çünkü “gerçek’in görünüm”ü olan hiçbir kişi ya da
kuruma değmeyecektir bu söz. Böylesi
genellemelerin ardına sığınarak, Cioran’ın dediği gibi, “Varlığı bile kökünden
biçmeye hakkınız vardır.”1 Ama ya
bunun hükmü?
İşte sorunumuz da
buradadır. Yukarıdaki girişe vesile olan, “Edebiyat Sektöründe Bir Besleme:
Eleştiri”2 başlıklı yazıyla yapılan tam da budur.
Lekesiz, adı geçen yazısında, tekil ya da tikel gerçek hiçbir kişiye değmeden, yersiz,
gereksiz ve nesnesinin neliği ve gerçekliğini dikkate almadan, “eleştiri”nin
besleme olduğu hükmünü vererek, onu neredeyse mahkûm ediyor. Oysa bu hükmü
verirken kendi yaptığının da bir eleştiri olduğunu anımsaması gerekiyor. Genellemenin
azizliklerinden biri olsa gerek! Ne de olsa genelleyen, her daim kendini dışarı
aldığını sanma yanılsamasıyla malûldür. Hele hele aynı alanda kalem
oynatıyorsa…
Yazıyı dikkatle
okuduğunuzda, Lekesiz’in asıl derdinin, gündeme taşımak istediği sorunun, sözde
edebiyat eleştirmenleri ve sanki bir reklamcıymışçasına kalem oynatan kitap
tanıtımcıları olduğunu fark ediyorsunuz. Ama bunların hiçbirinin zerre adı
geçmiyor. Ancak adsız sansız birilerine dayanarak ve toptancı bir yaklaşımla,
genel anlamda eleştirinin “bir besleme” olduğu hükmüne varılıyor. Ne “Besleyen”ler
belli ne de “Beslenen”ler… Yaş da kuru
da, çürük de çarık da aynı torbanın içine konuluveriyor. Belki de aksi olsa,
tekil ya da tikel olarak gerçek kişi ve kuruluşlar belirtilse, edebiyat ve edebiyat
eleştirisi alanında yapılabilecek verimli bir tartışma, başlamasına bile fırsat
vermeden noktalanmaya, sürüncemeye terk ediliyor3.
Oysa sorun doğru
adlandırılsa, genellemelerin ardına sığınılmadan açık seçik ortaya konulsa,
muhtemeldir ki herhangi bir sürüncemeyle karşılaşılmaz. Ancak, herkesin malumu
olduğu üzre bunu yapmak her insanın harcı değildir. Tıpkı “Eleştiri”, “bir
besleme”dir hükmünü vermesine rağmen, yazısında bir Allah’ın kuluna değmemeyi
başaran Lekesiz misali4…
Eleştirinin
Neliği
Bu noktada, eleştirinin
bir besleme olmadığını, olamayacağını belirterek, onun neliğini ortaya koymak
gerek. Elbette, eleştirinin, bugüne dek yapılmış onlarca farklı tanımı
bulunabilir ve vardır da... Ancak onlardan birine başvurmak yerine genel bir
belirleme yapalım: Neliği temelinde ele
alındığında, eleştiri, özellikle de edebiyat eleştirisi, insanın (özel olarak
alındığında eleştirmenin) nesnesi karşısında, yeniden bir değerlendirme olarak,
bulgulama, gösterme, sorup sorgulama, kavrayıp anlamlandırma, vb.
etkinliklerinin genel adıdır. Yapıtı sorguya çekmektir. Her değerlendirme bir
eleştiri değilse de her eleştiri, aynı zamanda kendisi de bir değerlendirme
olan yapıtın yeniden değerlendirilmesidir. Bir değer atfetmeye ya da bir değer
biçmeye indirgenemeyendir.
Bundan dolayı “şu” diye gösterebildiğimiz
eleştirmen(ler)in, kitap tanıtımcısının yaptığını genel olarak eleştiriye
yüklemek doğru değildir. Keza, zaman ve mekân üstü değişmez ve her daim kendi
kendisiyle aynı kalan bir eleştiriden söz etmek de... Dahası, yine “şu” diye
gösterebildiğimiz eleştirmen(ler)e ilişkin söz edebileceğimiz amaç ve görevi,
genel olarak eleştirinin amacı ve görevi saymak da… Çünkü ne genel olarak
eleştirinin ne de özelde edebiyat eleştirisinin amacı ve görevi vardır. Amaç ve
görev, kendi kabulleri temelinde, ortaya bir ürün koyan ya da edebiyat alanında
bir yapıtı sorguya çeken eleştirmene aittir. Bu ürünlerin niteliğine ve
sahiplerine bakarak, belli türde etkinliklerin adı olan eleştiriye dair genel
anlamda “besleme” hükmünü vermek ya da amaç ve görev biçmek, onun neliği ve
gerçekliğini gözden kaçırmaktır.
Lekesiz de kendi
kabullerini ya da başkasına ait olsa da benimsediği kabulleri hem edebiyat hem
de edebiyat eleştirisi alanında veri alarak yazısını kaleme aldığında yersiz ve
gereksiz bir genellemede bulunmuştur. Ağaçlara ilişkin vereceği hükmü, ormana
tevdi etmiştir. Daha yazının ilk paragrafında belirttiği edebiyata ilişkin
tırnak içindeki sözlerini bir yana bırakarak, edebiyat eleştirisi için
yazdıklarını anımsayalım. Lekesiz’e göre “edebiyat eleştirisi” esasından
sapmıştır. Peki; Lekesiz’e göre bu esas nedir? İşte yanıt: Salt edebiyatı
güçlendirme ve cumhuriyet kültürünün yerleşmesinde etkili bir araç olma.
Lekesiz’in “edebiyat
eleştirisi”nin esası saydığı bu kabuller her edebiyat eleştirmeninin kabulü
müdür? Başkaları, farklı hatta bunun zıddı kabulleri “edebiyat eleştirisi”nin
esası sayamaz mı? Elbette sayabilir.
O halde yapılması
gereken, kendi kabullerinizi tartışılmaz ve değişmez doğrular olarak ele alıp
gereksiz ve yersiz genellemelerin ardına sığınan suçlamalar yöneltmek, hükümler
vermek değildir. Aksine; edebiyat, edebiyat eleştirisi ve edebiyat sektörü
ilişkisinde sorunu neliği ve gerçekliği temelinde değerlendirerek, kim(ler)in
beslenen kim(ler)in besleyen olduğunu ortaya koymaktır. Örneğin; edebiyat
sektöründeki hangi kuruluşlar, hangi yayıncılar, kitap tanıtıcı ve
eleştirmenlerinden hangilerini beslemektedir? Bunların adları nedir? Sayıları
kaçtır? Yoksa eleştiri alanında yer alan, kalem oynatan herkes mi beslemedir?
Eğer herkes için bu hüküm kurulamayacaksa, beslenenlerin sayısına bakarak genel
olarak eleştirinin “besleme” olduğu hükmü nasıl verilebilir?
Sözün
özü:
Genel olarak eleştiri bir besleme değildir ve olamaz. Bazı eleştirmenlerin,
Lekesiz’in sözünü kullanırsak, “besleme” olması kendine özgü bir etkinlik türü
olan eleştirinin bu niteliğini değiştirmez. Bundan dolayı Lekesiz, ele aldığı
sorunun ve üzerine yazdıklarının önemine ve değerine inanıyorsa yazdıklarını
somutlamalı, edebiyat eleştirisi alanında ciddi bir tartışmanın, sorgulamanın
kapılarını aralamalıdır. Yoksa bu yazdıklarının, kendisi açısından bile
hükmünün olup olmadığı dikkate alınmadan, dergi sayfalarında unutulması
kaçınılmazdır. Ki şu ana kadar da hiç kimse üzerine alınmamıştır ve
alınmayacaktır da... Bu haliyle, kendisinden gayrı kimseye, hiçbir kuşa,
nesneye değmeyecek, hiçbir yere düşmeyecek bir taştır zaten Lekesiz’in attığı…
Bu makale “Eleştiri
mi beslemedir? Yoksa…” başlığıyla, aylar öncesi “Dünyanın Öyküsü” dergisine
gönderilmişti. Dergide yazılar için ayrılan alanın sınırlı olması nedeniyle de
olabildiğince kısa tutulmuştu. Buna rağmen geçen süre içerisinde yayınlanmadı.
Yazıda bahsedildiği gibi, eleştiri konusu yazıyı ve önermelerini aynı dergi
sayfalarında yazan edebiyat eleştirmenleri bile görmedi, göremedi. Her biri “üç
maymunu” oynadı. Zaten Lekesiz de yazısında “gölge boksu” yapan genellemelerin
ardına sığınıp salvolar savurmaktaydı. Edebiyat eleştirisinin kendisi başta
olmak üzere kapsamındaki herkesi hedefine alan ama hiç kimseye değmemeye özen
gösteren salvoları içeren yazıyı sayfalarında yer vermeyi marifet sayan dergi
yönetimi, ona yönelen eleştirel bir değerlendirmeyi ise tabiri caizse aylardır
yok saydı. Bundan olayıdır ki 0labildiğince kısa tutulmuş bu makaleyi burada
yayınlıyorum. Daha geniş bir versiyonunu ilerleyen günlerde, gerekli açılımlara
da yer verip, somutlayarak yayınlayacağım.
1 E. M.
Cioran, Çürümenin Kitabı, sf. 54, Metis.
2 Ömer
Lekesiz, Dünyanın Öyküsü Dergisi, Sayı: 1, sf. 78.
3 Umarım
yanılırım ve Ömer Lekesiz’in, içerisinde paylaştığım düşünceler de taşıyan, bu
yazısı edebiyat ve özellikle de edebiyat eleştirisi alanında verimli bir
tartışmanın fitilini ateşler.
4 Ömer
Lekesiz’in affına sığınarak onun yazıp söyleyemediklerine ilişkin sorularla
işini kolaylaştırmak, meseleyi gerçeklik boyutuyla ortaya koymasına vesile
olmak mümkün elbette. Ama şimdi ne yeri ne de sırası… Özellikle de dergi
sayfalarının sınırını ve yazının olası hacmini düşündüğümde…