Sayfalar

26 Ocak 2022

Türkiye’de Ateizm Ve Deizmin Kaynağı

 

Türkiye’de Ateizm Ve Deizmin Kaynağı MEB

Atalay Girgin*

Kafayı ateizm ve deizmle bozmuş olan dinci ve siyasal İslamcı çemişler, tam bir hastalık göstergesi olan saplantılı ve yanılsamalı bilinç hallerini her yere ve her şeye egemen kılma isteğinde sınır tanımıyorlar. Bunların başında da eğitim geliyor.

Zihinleri ve bilinçleri, dinsel temelli ve saplantılı, yanılsamalı siyasal ve ideolojik kabullerle sakatlanmış olan bu dinci-siyasal İslamcı çemişlere göre; Türkiye’de “ateizm ve deizmin”in “kaynağı MEB’in kitapları”ymış.

Hangi MEB’in? Hem de 4-6 yaş arasındaki çocukların Diyanet, tarikat ve cemaatlerin dernek, vakıf, vb kurum ve kuruluşların Kur’an Kurslarına teslim edilişine ses çıkarmadığı gibi, bunların sayısından bile haberdar olmayan MEB’in…

İşte bu MEB’in söz konusu kitaplardaki “materyalist anlatım biçimi gençlerimizi dinsiz ve ateist olmaya sevk ediyor”muş.

Peki; bu kitaplar ve dersler hangileriymiş? Dahası buna karşı ne yapmak gerekiyormuş? El cevap: “Fen bilimleri Müslüman’ın bakış açısı ile Kuran’ın anlatım tarzıyla yazılmalı”1ymış.

Açıkça anlaşılabileceği gibi bu cevapta birbiriyle ilişkili ve birbirini tamamlayan iki temel unsur var. Bunlardan biri “Müslüman’ın bakış açısı”, diğeri ise “Kur’an’ın anlatım tarzı”…

O halde, ateizmin ve deizmin kaynağı olan dersleri ve kitapları en sona bırakarak, birincisinden başlayalım ve soralım:

Hangi “Müslüman’ın Bakış Açısı”?

Hadi bütün insanları geçtim. Çünkü dincilerin, siyasal İslamcı çemişlerin “bütün insanlar” diye bir sorunu yoktur. Hatta kendi tarikatlarından ya da cemaatlerinden değillerse; doğrudan ya da dolaylı bir biçimde maddi ya da manevi herhangi bir çıkarları, beklentileri yoksa; lafzi ve kitabi olarak ahkam kesmenin ve hamaset nutukları atmanın dışında, “bütün Müslümanlar” diye bir derdi ve sorunları da yoktur.

Bakmayın siz onların, “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” sözlerine… Gerektiğinde, kendileri gibi olmayan Müslümanları tekfir etmekten de katletmekten de kaçınmazlar ki geçmiş ve yakın tarih bunun örnekleriyle doludur.

Hal buyken; zaman ve mekân üstü, içerisinde yaşadığı ve sürekli değişen toplumsal gerçeklikten bağımsız olarak; her daim var olan, hiç değişmeyen ve bütün Müslümanlar için geçerli bir “Müslüman bakış açısı” var mıdır? Hele de sürekli değişim halindeki nesnel gerçekliği konu alan sosyal bilimler ve doğa bilimleri konusunda…

Bu soruya; bilinci, yanılsamalı ve saplantılı kabullerle sakatlanmış olanlar, dahası iki yüzlülük ve riyakârlığı mesken tutanlar dışında, hiç kimse “Evet” yanıtı veremez. Çünkü her insan gibi, her Müslüman da içerisinde doğup büyüdüğü ve yaşadığı toplumsal koşulların ürünüdür.  Ve ortada ne tek bir Müslüman vardır ne de tek bir “Müslüman’ın bakış açısı”… Yani Müslüman da çoktur, “Müslüman’ın bakış açısı” da…

Peki; bu koşullarda, hangi “Müslüman’ın bakış açısı ile yazılmalı”dır fen bilimleri ve dahası tüm ders kitapları?

Örneğin; IŞİD’li bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi yazılmalıdır? Yoksa IŞİD’li Müslümanların katlettiği ya da esir alıp tecavüz ettiği, pazara çıkarıp sattığı kadın bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi?

İşkencehanelerde işkenceye uğrayan bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi yazılmalıdır bu kitaplar, yoksa ona işkence eden, işkenceci bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi?

Üzerinde doğup büyüdükleri ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ve içerisinde yaşadıkları toplumun insanlarını kapitalist sömürü düzeninin yerli ve yabancı egemenlerine peşkeş çeken işbirlikçi ve devşirme bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi yazılmadır, MEB’in kitapları? Yoksa böylesi Müslümanların ve yanaşmalarının ardında, tam bir aymazlıkla vecd içinde secdeye duran bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi?

Ya da; bu kitaplar, Mustafa Öztürk, Cemil Kılıç, İhsan Eliaçık, Konca Kuriş, Bahriye Üçok, Hayri Kırbaşoğlu, vb bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi yazılmalıdır, yoksa çocukların ırzına geçen tacizci ve tecavüzcü tarikat ya da cemaat şeyhi bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi? Yoksa bunları tekfir edip kâfir ilan eden, Konca Kiriş gibi kişileri “mezar ev”lerde “domuzbağı”yla öldüren bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi?

Eğer bunlar yetmediyse… Fen bilimleri kitapları, “Yanmaz kefen”, “Nal-ı Şerif” satan, nam-ı diğer Cübbeli Ahmet, vb gibi bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi yazılmalıdır, yoksa Milli Eğitim Müdürünün bile huzuruna çıktığı “Uçan Şeyh” gibi bir “Müslüman’ın bakış açısı ile” mi?

Soruları daha fazla uzatmaya gerek yok… Açıkça anlaşılabileceği gibi, diğer insanlar bir yana, aynı toplumda, aynı zaman ve mekân koşullarında yaşayan bütün Müslümanlar için bile her daim geçerli ve değişmez tek bir “Müslüman bakış açısı”ndan söz edilemez. En fazla öyleymiş gibi yapılabilir. Tıpkı, vaziyeti idare edip “Köprüyü geçinceye dek ayıya dayı“ demek gibi…

Dolayısıyla, dinci ve siyasal İslamcı çemişler mevcut anlayış ve bakış açılarıyla, propagandif amaçlı demagoji yapmanın dışında; bırakın fen bilimleri kitaplarını, aynı dili konuşan bütün Müslümanlar için geçerli olabilecek tek bir “Kur’an-ı Kerim Meali” bile yazamazlar. Ki bu güne dek de yazamadılar zaten…

Ama buna rağmen, o yere göğe sığdıramadıkları “Müslüman’ın bakış açısı ile” fen bilimleri kitaplarının yazılması gerektiğini ve yazabileceklerini vaaz ediyorlar. Hem de bunun “Kur’an’ın anlatım tarzı”yla yapabileceğini iddia ediyorlar. Yerseniz, afiyet olsun!

Kur’an’ın Anlatım Tarzı

Peki; “Kur’an’ın anlatım tarzı”yla ve üstüne üstlük bir “Müslüman’ın bakış açısı”yla fen bilimleri kitapları yazılabilir mi?

Bilim, kısaca ve en genel haliyle; belli bir alanda, bilimsel yöntemle elde edilen düzenli ve sistemli bilgiler bütünü olarak tanımlanır. Formel ya da ideal bilimler olarak adlandırılan matematik ve mantık dışındaki tüm bilimlerin konusu, sürekli değişim içinde olan nesnel gerçekliktir.

Özel olarak doğa ya da fen bilimlerinin konusu ise yine sürekli değişen doğaya ilişkin nesnel gerçekliktir. Doğaya ait olup da insan tarafından, doğrudan ya da dolaylı yol ve yöntemlerle bilme ve inceleme konusu ve nesnesi yapılabilen her şey doğa ya da fen bilimlerinin kapsamı içerisindedir.

Genelde bilim, özelde ise her bilim dalının kendi alanında bilimsel yöntemle elde edilen bilgiler ölçülebilirlik, sınanabilirlik, geçerlik ve güvenilirlik kıstaslarını da dikkate alan, sistematik bir anlatım tarzıyla ortaya konur. Bu anlatım tarzı, nesnesine bağlı bir biçimde ve yöntemli olarak elde edilen bilginin hem akla dayalı, hem doğru, hem de mantıksal tutarlılıkla aktarılmasını içerir ve gerektirir. Dahası eleştiriye de açıktır. Keza bu anlatım tarzında, asla mübalağa, mugalata ve imgesel anlatıya sığınılmaz ve buna yer yoktur.

“Kur’an’ın anlatım tarzı”ysa yukarıda söylenenlerin tam tersine dayalıdır. İster Kur’an’ın bütününe bakılsın isterse tek tek surelere… Görebileceğiniz şey, yeri geldikçe mübalağadan, yeri geldikçe mugalatadan ve imgesel anlatıdan kaçınılmadığı, hatta bunların geneline sığınıldığıdır. Bu anlatım tarzı ne bilimsel yönteme dayalıdır ne de bilimsel yöntemle elde edilmiş bilginin aktarımına uygundur.

Zaten Kur’an da hiç kimseye bilimsel bilgi anlatmaz ve aktarmaz. Bilimsel yöntemin ise kenarından bile geçmez. Çünkü o, bazı eser akıllı aklı evvellerin ve ebced hesabıyla şifre arayışına girişen çemişlerce ileri sürülen iddiaların aksine, asla bir bilim kitabı değildir. Bilim kitabı olmadığı gibi, içerisinde ne herhangi bir gerçek vardır, ne de tüm varlığın gerçekliğinin hakikati… O yalnızca, diğer dinlerin kitapları gibi, içerisinde anlatılanlara, birilerinin inanması istenen bir kitaptır.

Oysa bilimde ve bilimsel anlatıda, konusuna ve nesnesine bağlı olarak ortaya konulan bilgilere inanılması hedeflenmez. Birilerini inandırmak için mübalağa, mugalata ve imgesel anlatıya da baş vurulmaz. Aksine elde edilen bilgiler olabildiğince abartısız bir anlatıyla ve sistemli bir biçimde, isteyenlerce ya da ilgililerince bilinmesi, öğrenilmesi, gerektiğinde itiraz edilip eleştirilebilmesi, sınanabilmesi amaçlanarak ifade edilir.

Dolayısıyla, “Kuran’ın anlatım tarzı”yla bırakın MEB’in fen bilimleri kitaplarını yazmayı, herhangi bir sosyal bilim kitabı, hatta edebiyat kitabı bile yazılamaz. “Ben yazdım oldu” diyenlere ise Allah selamet versin. Çünkü bu papaz eriğini zemzem suyuyla yıkayıp imam eriğine çevirmeye benzer… Bu da afiyet olsun, yiyenlere…

Ateizm ve Deizmin Kaynağı MEB Kitapları

Peki; MEB’in ateizm ve deizmin kaynağı olarak gösterilen ders kitapları hangileriymiş?

Bu sorunun yanıtını, yazıyı daha fazla uzatmadan, ilgili derlerin adlarını yazarak kestirmeden geçelim. Adlarını anmaya bile değmeyecek bazı dinci ve siyasal İslamcı çemişlere göre “Fen bilimleri, hayat bilgisi, biyoloji, kimya, fizik, matematik, geometri, astronomi gibi derslerde”, “ateist dünya görüşü öğretiliyor”muş2. Hatta bunlara coğrafya da dâhilmiş.

Peki; bu durumda ateist ve deist dünya görüşünü öğrencilere aktaran, ateizm ve deizmin propagandasını yapan, ateist ve deist öğrenciler yetiştiren öğretmenler kimler oluyormuş? Elbette yanıtı belli sorunun…

Ama yine de yazalım: Tüm fen bilgisi ve hayat bilgisi öğretmenleri; fizik, kimya ve biyoloji öğretmenleri; coğrafya ve astronomi öğretmenleri ve dahası matematik ve geometri öğretmenleri ateist ve deist dünya görüşünü öğretiyorlarmış.

Gördünüz mü bunların arasında ne felsefe dersi var ne de felsefe öğretmenleri… Yıllardır enselerinde boza pişirip, günah keçisine dönüştürdüğünüz felsefe dersi ve zavallı felsefeciler sıralamaya bile girememiş. Elbette boşuna değil bu… Çünkü felsefenin de felsefe öğretmenlerinin de defteri dürüldü çoktan… Şimdi sıra matematik, geometri ve fen bilimlerine geldi. Dahası bu ders öğretmenlerine de…


* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”,  Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Güncel ve Düşünsel; http://atalaygirgin.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder