‘Bakan’sız
MEB’de Büyük Haram
Atalay
Girgin*
Bakan Olmayan ‘Bakan’ Mahmut Özer
Sonunda olacağı buydu. Bir gece yarısı
kararnamesiyle Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturtulan Mahmut Özer, kendi
yasal sıfatı ve statüsü gibi, geçerliliği hukuken tartışmalı iş ve işlemlere
imza atmaya başladı. Hem de koltuğa oturtulduğu günden itibaren…
Efendilerin çıkarlarına uygun düşmediği sürece
uygulanmıyor, hatta bir paçavra misali çiğnenip bir kenara atılıyor ve sık sık
yok sayılıyor olsa da hâlâ şeklen yürürlükte olan Anayasa, yasalar ve mevzuata
göre TBMM’de yemin etmeden “Bakan” sıfatı, statüsü kazanması ve göreve
başlaması söz konusu olmayan biri, MEB’de ortalığın tozunu atıyor.
Anayasaya göre ‘bakan’ olmayan Mahmut Özer, hukuken geçerli
sayılan iş ve işlemler tesis ediyor! Kararlar alıyor! İmzalar atıyor! Kendi sıfatı
ve statüsü Anayasaya uygun olmadığı halde, ünlü 76’ıncı madde kapsamında
birilerini görevden alıyor, başka birilerini göreve getiriyor.
Bu toplumun gelecek nesillerini yetiştirmeye aday
olduğu söylenen ‘öğretmen’ adayları, bu bakan olmayan ‘bakan’dan atama talep
ediyor. Görevde olan memur ‘öğretmen’lerse neler istiyor neler…
Muhalefet milletvekilleri TBMM’de bile yemin etmemiş
birine, yanıtlaması istemiyle soru önergeleri veriyor ya da onun imzaladığı
cevapları dikkate alıyor. Bu tutum ve davranışlarıyla, fiilen, bir kararnameyi
Anayasadan üstün gördüklerini anlatıyorlar topluma.
Anayasanın “Tağyir Tebdil ve İlga”sına Aldırmayanlar
Tüm bunları bilmelerine rağmen, Anayasa ve yasaların
çiğnenmesine, hatta “tağyir, tebdil ve ilga” edilişine aldırmayan “milli ve yerli”, hem de milliyetçi, muhafazakâr ve maneviyat ehli yandaş ve yancı sendika
yöneticileri Mahmut Özer’i kutlama ve tebrik yarışına girişiyor. Bu kutlama
gösterisinde yer alan iktidar temsilcilerini, hatta “Adalet”e bakmakla
görevlendirilmiş olan Adalet ‘Bakan’ının adını ve resmi kurumların
bürokratlarını anmıyorum bile…
MEB özelinde yaşanan bu traji-komik olaylar, aslında
Türkiye’nin hali pür mealinin göstergesidir. Birileri, “Türkiye Cumhuriyeti”
sayıklamalarıyla ahkâm keser ve yasamadan yargı ve yürütmeye dek tüm toplumsal
kurumların yerle yeksan oluşunu hem seyredip hem de bunu meşrulaştırırken; boşuna
ve durduk yere, “Türkiye Cumhuriyeti Paradigması Son Kalesinde” ve sonra da “Türkiye Cumhuriyeti’nin Adı Kaldı Yadigâr” dememiştik. İşte gelinen nokta!
Hal böyleyken, bakar körleşen ve bir stepneye
dönüşen muhalefetin eşliğinde sonunda bunu da gördük. Ve yürürlükte olan
Anayasa ve yasalara göre hukuken “Bakan” olmayan biri, hukuken yok hükmünde
olan ve ne yazık ki uyulan ve uygulanan kararları, iş ve işlemleriyle MEB’i yönetmeye
girişti.
Özer’in Referansı
Hukuk Mu Din Mi?
Anayasaya göre hukuken bakan sıfatı ve statüsü
kazanmamış birinin referansının hukuk, yasalar ve mevzuat olması, eşyanın
tabiatı gereği tam bir garabettir. Bu durumu, devenin “nerem doğru ki” sözüyle
geçiştirebilmek bile mümkün değildir. Çünkü kendi hukuki durumu Anayasal olarak
geçersiz olan, yani yetkisiz birinin, işgal ettiği makamda yaptığı tüm işler,
aldığı kararlar ve attığı imzalar da geçersiz ve hükümsüzdür.
Onca mürekkep yalamış, üniversitede rektörlük, YÖK’te
yöneticilik, MEB’de üç yıl boyunca ‘bakan’ yardımcılığı yapmış birinin bunları
bilmiyor olması da eşyanın tabiatına aykırıdır. Mahmut Özer de bunu biliyor
olmalı ki söylenenlere göre, kendisine hukuku ve yasaları değil başka bir şeyi referans
alıyor. Özellikle görevden almalarda…
Basına açık olmayan ve konuşulanların da kamuoyuna
resmi olarak açıklanmadığı; bazı üst düzey MEB bürokratlarının ve il milli
eğitim müdürlerinin katıldığı bir toplantı sonrasında sızan bilgilere göre Mahmut
Özer’in “Kirli işler yapan harama bulaşan haramzadelerle çalışmayacağız”1 dediği söyleniyor.
Üzerinden günler, hatta haftalar
geçmiş olmasına rağmen yalanlanmayan bu iddia ve bilginin peşi sıra, MEB’de
görevden almalar ve yerine yeni atamalar daha da hızlanıyor. Bir anda görevden
alınan herkes hakkında, doğru ya da yanlış, “harama bulaş”mış birer “haramzade”
olduğu algısı oluşuyor.
Peki; tüm iş ve işlemlerin, alınan
kararların, yapılan atamaların, diğer resmi kurumlar gibi, MEB’de de yasalara
ve mevzuat hükümlerine göre yapılması; eğer ortada bir suç varsa, yine bunun
adli ve idari olarak hukuken cezalandırılması gerekirken, özellikle görevden
almalarda “haram” ve “haramzade” gibi dini kavramlara başvurulmasının nedeni
nedir? Acaba din ve dinsel kavramlar referans alınarak, birileri hukuken idari
ve adli soruşturma ve cezadan kurtarılmak mı istenmektedir?
Her Haram Suç Değildir
Malumunuzdur ki dinen haram sayılan
her şey hukuken cezalandırmayı gerektiren bir suç olmadığı gibi, hukuken suç
sayılan her şey de dinen haram değildir. Bu durumda “haram”ın, “harama bulaş”manın
ya da “haramzade”liğin ölçüsü nedir? Kimin “harama bulaş”ıp bulaşmadığını, kimin
“haramzade” olup olmadığını kim bilecek ya da belirleyecek? MEB’de haram olan
nedir, haram olmayan ne?
Dahası, MEB’de en büyük haram ne? Anayasal
anlamda hukuken yetkisi olmadığı halde birçok alanda tasarrufta bulunmak,
akçeli ve akçesiz işlere imza atmak mı? Öğrenci ya da öğretmene taciz ve tecavüz mü? Taciz eylemi sübuta ermiş olanları yöneticiliğe atamak mı? Hatta
bunların pansiyonda ve erkek öğrenciler arasında yatıp kalkmasına onay vermek
mi? Rüşvet almak ya da ihaleye fesat karıştırmak mı? Bazı kişi ya da kişiler
hakkında “münferit”tir raporu düzenleyerek birilerini aklamak mı? Görevi, hem
de kasıtlı olarak suistimal etmek ve kötüye kullanmak mı? Maddi ya da manevi
haz ayrıcalığı karşılığında bazı vakıf, cemaat ve tarikatlara kolaylıklar
sağlamak mı? Yargıya göre “Başka hiçbir kuruma devredilemez” denilen eğitim
hizmetlerini bu dini kuruluşlara devretmek mi? Sayıştay’ca tespit edilen MEB’in
640 milyon Euro’sunun nerede ve kimlerde olduğunun bulunamaması ya da bunu yok
etmek mi? Milyonlarca insan işsizliğe ve yoksulluğa mahkûmken, birden fazla
maaş almak mı?
Bu soruları daha da uzatabilirim.
Ama gerek yok şimdilik. Bunların her biri hem idari hem de adli olarak
soruşturulup hukuken cezalandırılması gereken suçtur. “Haram” ve “harama bulaş”mak
sözleriyle geçiştirilecek eylemler değildir. Peki; açık ya da örtük bir biçimde
bu gerekçelerle görevden alınmış olan kişiler hakkında idari ve adli soruşturma
başlatıldı mı?
****
(Elbette bu kadar değil. Devam edeceğiz efendim.)
* Ankara
Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen
Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında /
Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder