Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Gerçek Kısa
Tarih...
Halit Suiçmez
“…asıl sorunu, neliği ve gerçekliği
temelinde görmeliyiz…”
Atalay Girgin, Edebiyat Nedir Ki, s.50
Tarihin ne olduğu ve gerçekliği çok önemlidir.
Tarih,
esasta, yönetenlerin, savaşların, resmi toplantıların tarihi değildir yalnızca.
Milyonların,
toplumların yaşam mücadelesinin gerçek biçimde yazılmasıdır.
Bunu
yapanlar, toplumların tarihsel gelişimine sınıfsal bakarak gerçeği
yazabilirler.
Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e 700 yıllık tarih, öyle bir çırpıda yazılamaz ve anlatılamaz.
Kısa bir yazıda bir kaç dönüm noktasına değinilebilir sadece..
Deneyelim kısaca:
Erken
Kapitalistleşen ülkeler, İngiltere, Hollanda gibi, iki nedenle kalkınmışlardır.
Biri, iç dinamikleriyle, diğeri de, sömürgelerin yağmalanmasıyla.
İç dinamik dediğim, toprak mülkiyetine sahip derebeylerin zamanla sermaye birikimiyle, tefeci ve tüccar olmaları ve giderek ticari sermayeden sanayi sermayedarlarına dönüşmeleri..
Ve, artan sanayi sermayesinin öteki ülkelere aktarılmasıyla başlayan sömürgeleştirme süreçlerinden sağlanan yağmalamalar..
Yağmalayanlar
gelişmiş kapitalist ülkeler..
Yağmalananlar geri kalmış toplumlar olarak isimlendirilmişlerdir.
Kalkınma, üretim biçimiyle yakından ilişkilidir ve özünde sınıfsal bir sorundur, kapitalizmin gelişmesiyle özdeştir.
Osmanlı toplum yapısını iki dönemde tanımlayacağız;
1300-1600
arasında, üretim ilişkilerinin özü, “reaya-sipahi-padişah” ilişkileriyle
belirlenir.
Reaya,
üreten köylü, sipahi, köylüyü yönlendiren devlet memuru, padişah ise
toprakların sahibi.
Bu ilişkilerin üstünde ordu ile merkezi Osmanlı Devleti yer alır.
1600- 1900
arasında, ilk dönem ilişkiler bozulmuş, yerini, “reaya-mültezim” ilişkileri
almıştır.
Dolayısıyla ordu ve devlet yapısı da değişmiştir.
Bu günkü
geriliğimizin nedenleri büyük oranda Osmanlı toplum yapısının kendine özgü
niteliğindendir.
Batıda “senyör”, “artık ürüne” kendi adına el koyarken, bizde “sipahi”, ise saray adına el koymaktadır.
Osmanlılar niçin kapitalist üretime, sanayileşmeye geçememiştir?
Toplumun
sosyo-ekonomik yapısı batı feodalitesinden farklı olduğu için.
Bu yüzden,
sanayi sermayesine dönüşebilecek tüccar ve tefeci oluşamamıştır.
On yedinci yüzyıldan sonra Sipahinin yerini mültezimler almış, son iki yüzyıl içinde kısmen toprak beyleri ve özel mülkiyet oluşmuşsa da, Batı, dış etkilerle içerideki sanayi birikimini sürekli zayıflatmıştır.
Tanzimat ile
başlayan batılılaşma hareketleri, bürokrasi ve toprak beyleri ile batının
çıkarlarının özdeşleşmesi anlamına geliyordu.
Kurtuluş’ tan sonra komprodor nitelikli ticaret burjuvazisi, sanayi burjuvazisine dönüşerek, Türkiye’de kapitalizmi geliştirecek bir özelliğe sahip değildi.
Küçük
burjuva nitelikli asker- sivil-bürokrat-eşraf aydınlar milli mücadeleye
önderlik etmişlerdir.
1950’lere
kadar gerçek anlamda bir sanayileşme toplumu gerçekleştirilememiştir.
Önce iç dinamik sanayi devriminden uzak bırakmış, sonra da dış dinamikler, 1838 Balta Limanı antlaşmaları ve sonrası baskılar ülkedeki mevcut sanayi kuruluşlarını tasfiye etmiştir.
Cumhuriyet
Döneminde, bazı önemli sanayi kuruluşları devlet eliyle gerçekleştirilmiş,
belirli bir sermaye birikimi sağlanmasına karşın, özel sektör de sanayi atılımı
yapamamıştır.
Bunun önemli
nedenlerinden biri, “radikal bürokratizmin” 1950’lere kadar siyasal iktidarda
etkin ağırlığının olmasıdır.
Ancak bu çarpık gelişen bir kapitalizmdir.
Bu günkü az
gelişmişliğimizi, yönetici yeteneksizlikleriyle ve dış güçlerle açıklayamayız.
Bu günkü
gelişmiş kapitalist ekonomiler kapitalist üretime on yedinci yüzyılda evrilmeye
başlamışlardır.
Osmanlıda iç
dinamik yetersiz olduğundan kapitalist üretime geçememiştir.
Sonra da toplumun sömürgeleşmesine neden olmuştur.
Yeni Devlet
ile kapitalistleşme hız kazandı, 1950’lere kadar bazı önemli hamleler de oldu,
ancak 1950-60′ lara kadar kapitalizm bir bütün olarak damgasını vuramadı.
1970’lerden
sonra çarpık da olsa ülkemizde kapitalist üretim biçimi ve sanayi burjuvazisi
egemendir.
1970’lere
kadar ithalatı ikame eden bir sanayileşmenin ilk tüketim malları üretimi
aşaması gerçekleşmiş, yatırım malları üretimi diye bilinen ikinci aşamaya
geçilememiştir.
1980’lere
doğru tıkanan kapitalizm, ihracata açılma adıyla dünya kapitalizmi ile yeni bir
bütünleşme sürecine girmiştir.
1980’lerden
sonra 40 yıldır, sanayi burjuvazisinin yanı sıra finans sermayesi de egemenliğe
ortak olmuş ve her iki kesim giderek güçlenmiştir.
Sonuçta
toplumun yaklaşık yüzde seksenini oluşturan işçi, köylü, emekçi, emekli,
öğrenci gibi sadece emek gücü ile geçinen kesimler açısından açlık ve yoksulluk
sınırı kıskacında bir yaşam çizgisi sürmektedir.
Dostlar;
Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin toplumsal dönüşüm çizgilerini yazmaya
devam edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder