Sayfalar

02 Haziran 2008

Eğitim ve Özgürlük Ya da Eğitimde Özgürlük Yanılsaması

Eğitimde özgürlük yanılsaması
Atalay GİRGİN

“Özgürlük” kavramı, geçmişten bugüne, insana özgü ve insanla anlamlanan, insanla anlamlandırılan birçok etkinliğin ya da varlığın başına getirilerek onların niteliği kılınmak istenir ya da kılındığı sanılır.

Birçok kavram çifti oluşturulur bu konuda, “özgür” ya da “özgürlük” sözcüğüyle başlayan ya da biten. Örneğin; “özgür insan”, “özgür eğitim”, “özgür vatan”, “özgür aşk”, “cinsel özgürlük”, “dinsel özgürlük”, “siyasal özgürlük”, “ekonomik özgürlük”, “halklara özgürlük”, “başörtüsüne özgürlük”, v.b. gibi. Bunların her biri nelikleri ve gerçeklikleri açısından sorgulanmaya ve değerlendirilmeye muhtaçtır. Tıpkı “eğitim” ve “özgürlük” kavramlarının ilişkisi gibi.

Başlıktan da anlaşılacağı üzere, bu yazıda ele alınacak olan da eğitim ve özgürlük ilişkisinin kurulup kurulamayacağı; “özgür eğitim”in olup olamayacağıdır. Elbette bu yapılırken, bu kavramlar ve onların nelikleri ve gerçeklikleri temel hareket noktası olacaktır. Buradan hareketle, neliği ve gerçekliği açısından “eğitim” kavramıyla başlayalım.

Eğitim

Eğitim, en genel haliyle eğitim, hem neliği hem de gerçekliği olan bir kavramdır. Eğitimsiz insan insansız eğitim yoktur. Nerede insan varsa orada eğitim ve nerede eğitim varsa orada da insan vardır. Yani eğitim insandan, insan eğitimden ayrıştırılamaz. Bu açıdan insan, eğitimin hem nesnesi hem de öznesidir; eğiten ve eğitilendir.

Eğitenin içerisinde bulunduğu, eğitilenin/eğitilecek olanın da içerisine doğduğu toplum, toplumsal yapı, tüm hareketliliğine ve değişkenliğine rağmen, onların kendilerinden önce varolanlarca nesnelleştirilmiş olandır. İnsan yavrusu, bu nesnelleştirilmiş olanın dışında “insan” olamaz. İnsan yavrusunun insanlaşma serüveninin, doğduğu andan itibaren başladığı yegâne alandır bu...

İşte bu alanda, en ilkel biçimiyle de olsa eğitim, “eğitileni eğitene benzetme” etkinliği olarak gerçekleşir. Bir başka deyişle, eğitenin, bilinçli ya da bilinçsizce, kendini en azından düşünce ve inanç düzeyinde eğitilende var kılma etkinliğidir eğitim. Ki bu var kılma etkinliğinde, eğitenin, kendisinde bulunmasından haz aldığı, değer atfettiği özelliklerin yanı sıra, kendisinde bulunmayan ama olmasını istediği değer ve özellikleri eğitende oldurma çabası ve yönelişi de içkindir. Bu boyutuyla eğitim, her toplumda anne babalarca, sistemli ya da sistemsizce yürütülen; yeni doğan insan yavrusunu, hem yaşar kılma hem de sosyalleştirme eylemliliği olarak gerçekleşir. İçeriğini, doğru olduğu kabul edilen, dünde belirlenmiş olan bilgi, değer ve eylemler oluşturur. Amaç bunların eğitilene kazandırılmasıdır.

Ancak bu etkinliğin, yani eğitimin, içerisinde gerçekleştiği toplumun gelişmişliği ya da büyüklüğü hangi düzeyde olursa olsun, o toplumda bulunan, ekonomik, sosyal, siyasal, askeri, dinsel, v.b farklı güç odakları ve kurumları bunun içeriğini belirlemeye çalışırlar. Kendi istedikleri doğrultuda düşünen, söyleyen ve eyleyen insanlar yetişmesidir amaç. İşte sistematik eğitim etkinliği, bu amaç doğrultusunda, eğiteni, yani öğretmeni profesyonelleştirir.

Eğitenin profesyonelleştirilmesi, onun, hem kendini eğitilende var kılma yönelişine son verilmesi hem de eğitimin içeriğini belirleme yetkisinin elinden alınmasıdır. Artık eğiten, eğitileni kendine benzetmeye çalışmakla değil; onu, egemen olanın istediği tarzda düşünen, söyleyen, eyleyen birisi olarak yetiştirmekle yükümlüdür. Keza, eğitilenin neyi bilip bilmemesine, neyi yapıp yapmamasına karar veren de egemendir.

Bu noktada, ister genel eğitim isterse toplumun egemenlerince uygulanan sistematik eğitim olsun; her halükârda eğitim, eğitilene/eğitilecek olana kazandırılacak ya da kazandırılmak istenen bilgi, değer ve davranışları içerir. Eğitimin ve eğitenin başarısı da bunlardan ne kadarının eğitilende gerçekleşip gerçekleşmediğiyle ölçülür. Öte yandan hem genel hem de sistematik eğitimde içeriğin belirlenmesi, eğitilenden/ eğitilecek olandan bağımsızdır. Hele sistematik eğitimde, eğiten de paranteze alınır. Kendilerinden bağımsız belirlenen, dolayısıyla kendilerine dışsal kılınan amaç ya da amaçlar doğrultusunda, eğiten ve eğitilen birbirlerine karşıt bir konumla, bazen çatışarak, bazen eğlenerek, bazen katlanarak, zorlanarak, ortak bir etkinliği gerçekleştirir. Çünkü, içerisinde yer aldıkları bu süreçte, eğitenin de eğitilenin de zorunlulukları ve sorumlulukları vardır. Eğiten ve eğitilen olma niteliklerini yitirmeyi, terk etmeyi ya da bu niteliklerin kendilerinden alınmasını göze almadıkları sürece, zorunluluk ve sorumluluklardan kaçış yoktur.


Bu zorunluluk ve sorumluluk koşullarında, eğitim, eğitilenin ya düşüncesini ya bedenini ya da her ikisini birden eğitmeye, biçimlendirmeye yöneliktir. Sonuç olarak bu biçimlendirme her koşulda, toplumun egemenlerinin genel ve özel isteklerine, ihtiyaçlarına, yönelişlerine ve önceliklerine göre gerçekleştirilir. Birey nezdinde de, mümkün olduğunca, “kasıtlı olarak ve istendik bir biçimde”... Ama her daim de başkalarınca ve önceden belirlenmiş olan, bilgi, değer ve eylemler doğrultusunda...

Özgürlük

Özgürlük, insanın bilincinden bağımsız olarak varolan herhangi bir gerçek varlığa ya da onun gerçekliğine delalet eden bir kavram değildir. Bu anlamda o, neliği olsa da, gerçekliği olmayan bir kavramdır. Yani insanın düşüncesinin, bilincinin dışında ne bir varlığa ne de bir gerçekliğe dayanır. Düşünsel bir kavram olarak, yalnızca düşünsel bir varoluşa sahiptir.

Özgürlük, her çağda, her toplumda, insanların bulundukları yere, bireysel ya da toplumsal istek, özlem ve ihtiyaçlarına, eylemlerinin ya da eyleme girişimlerinin karşısına çıkan engellere göre, yerli yersiz telaffuz ettikleri kavramlardan biridir.

Toplumsal eşitsizliğin veri olduğu, egemenlerin ve tabii olanların varolduğu hiçbir çağda ve hiçbir toplumda, herkes için geçerli evrensel bir özgürlük yoktur. Herkesin kendisine göre bir anlam yükleyebildiği, içerisinde yaşadığı koşullarda, kendi kabullerine dayalı olarak ve kendisine göre ‘somutlayabildiği’ kavramlardan biridir özgürlük. Ki bu noktada, genelliği ve mutlaklığından değil, göreliliğinden söz edilebilir özgürlük denilen bir halin...

O, telaffuz edilişi ya da okunuşuyla çağrıştırdığı sınırsızlık ve engellenemezlik anlamına rağmen, ancak belirli bir zaman ve mekan koşullarında, bunun fiili ve potansiyel olanakları temelinde ileri sürülen kabullerle belirlenip algılanır kılınabilir. Bu ise, kavramın çağrışımsal anlamı ile daha başlangıçta kurulan, ortaya çıkan bir çelişkidir. Çünkü, hem zamanın ve mekanın belirliliği, hem bunun olanaklarının sınırlılığı, hem de ileri sürülen kabuller, bir sınırsızlık ve engellenemezlik çağrışımı yapan özgürlük’e bir sınır çizer. Her sınır bir engellemedir. Bir soyutlama düzleminde düşünürsek, özgürlük ve sınır, ikisi bir arada olamayacak ya da olmaması gereken kavramlardır.

Bunun yanı sıra, her anlam ve her değer de özgürlük’e sınır çizer. Keza, bireyin karşılaştığı herhangi bir durum karşısında yapmayı ya da yapmamayı seçtiği eylemler de... Burada bir sorumluluk peydah olur. Sorumluluk’un peşi sıra ise, müeyyideler; bedel ya da ödül... Anlam, değer, sorumluluk, bedel, ödül, ister bireysel nitelikli olsun, isterse toplumsal, özgürlük’e çizilen sınırlardır.

Bunlar düşünüldüğünde ise, özgürlük anlamın ve değerin yokluğudur. Anlamın ve değerin yokluk hali ise insansızlıktır. Çünkü insan, anlam ve değer üreten, dahası bunlarla varolan bir varlıktır. Bu noktada özgürlük, çağrıştırdıklarının aksine, bir sınırlılık, sınırlanmışlık hali olarak anlam kazanır; bireysel ve toplumsal düzeyde... Bu ise kendini bir nakzediştir.

Sonuç

Eğitim ve özgürlük, ikisi bir arada var olamayacak kavramlardır. Birincisi, yani eğitim, en genel haliyle bile, hem neliğe hem de gerçekliğe haiz bir kavram olarak; insanın, insan yavrusunu, insanlaştırmasının, sosyalleştirmesinin; ona bilgi, değer ve davranış kazandırma etkinliğinin adıdır. Hangi tarzda düzenlenmiş olursa olsun; hangi tarzda gerçekleştiriliyor olursa olsun, her koşulda zorunlulukların ve sorumlulukların; sınırlılıkların ve engellenmelerin alanıdır. Hem eğiten hem de eğitilen için geçerlidir bu...

Özgürlük ise bilincimizden bağımsız bir gerçekliğe sahip olmayışı bir yana, neliği üzerinde bile anlaşılamayan bir kavramdır. Neliği açısından taşıdığı, çağrıştırdığı, sınırlanamazlık ve engellenemezlik anlamı ise onu, salt düşsel, düşünsel bir varoluşa mahkum kılmaktadır.

Dolayısıyla, eğitim isteyenin özgürlük, özgürlük isteyenin de eğitim talebinin; hele hele “özgür eğitim” isteminin herhangi bir gerçekliği ve hakikati yoktur. Daha doğru bir deyişle, bunun hakikati de gerçekliği de “Anka Kuşu”nun ya da “Tek Boynuzlu At”ın gerçekliğinin hakikati kadardır. Ne fazla ne de eksik... En azından bu yazı bağlamında da, şimdilik, daha ötesi laf-ı güzâftır artık.

Şimdilik diyorum, çünkü ne eğitim ne özgürlük, ne de her ikisi birden herhangi bir yazıda, insanın yaşadığı herhangi bir zaman ve mekan koşullarında tüketilebilir konulardır. Bunlar, özellikle de özgürlük ve özgürlükle ilişkilendirilen bir konu insan varolduğu sürece tüketilip bir yana konulamayacaktır. Bu yazı bağlamında bile bir çok soru olanaklıdır. Ki bunlar eğitim ve özgürlük ilişkisini ya da bu ilişkinin kurulmasının gereksizliğini, yersizliğini ve anlamsızlığını çok yönlü olarak ele alabilmek, tartışabilmek için önemlidir. Zaten bu yazıyı da, en genel haliyle, soruna ilişkin bir tartışmaya, bir sorgulamaya başlangıç mahiyetinde değerlendirmek gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder