“Bu Yalnızca Hegemonya Krizi Değil, Aynı Zamanda Bir Meşruiyet Krizidir”
Fikret Başkaya-Gün Zileli Söyleşisi
Gün Zileli - Osman Tiftikçi ile yaptığın röportaj son derece ilgi
çekici. Osman Tiftikçi, esas çatışmanın AKP-Cemaat çatışması olmadığını
belirttikten sonra şöyle diyor:
"Çatışma özünde emperyalizm, geleneksel sermaye
ve İslami sermaye arasındadır. AKP ve İslami sermaye rakibine direnecek güçte
görünmüyor. Cemaatler 90’lı yıllara kadar küçük ve orta boy ticari, sınai
işletmelere sahiptiler. Bunlar sonradan holdinglere dönüştü. AKP iktidarları
döneminde uluslararası hale geldiler. Tarihlerinde görülmemiş biçimde siyasi
iktidarın, belediyelerin ekonomik ve diğer nimetlerinden yararlandılar.
Özellikle eğitimde gayrı resmi önemli bir güç haline geldiler. Toplumda
bunların ideolojik havası esmeye başladı... Ama gene de İslami sermaye,
emperyalizme, geleneksel sermayeye ve bunların elindeki devlete direnecek güçte
değil. Gülen hareketi ile başlatılan öncü saldırıda bile dağılıp, ne yaptığını
bilemez bir hale düşmeleri de bunu gösteriyor."
Buradan çıkan sonuç, çatışmanın esasen, İslami
sermayeyi temsil eden AKP iktidarı ile geleneksel sermaye denen, cumhuriyet
döneminde büyüyen ve tekelleşen sermaye arasında olduğu, emperyalizmin bu çatışmada
geleneksel sermayenin çıkarları doğrultusunda müdahil olduğu, devlet içinde
yuvalanmış Cemaatin ise, geleneksel sermayenin AKP iktidarına saldırısında araç
rolü oynadığıdır. Sen bu yoruma katılıyor musun? Cemaat, geleneksel sermayenin
hizmetinde mi gerçekten, o zaman islami sermaye ile Cemaat ayrı yerlerde mi
konuşlanmış oluyor? Dendiği gibi bu bir "devlet krizi" midir?
Ordunun, geçmişten farklı olarak, restorasyon için darbe yapamaz hale geldiği
koşullarda, parlamento içinden bir alternatif (röportajda dendiği gibi yeni bir
CHPiktidarı) bunu sağlayabilir mi?
Fikret Başkaya- Türkiye’de
devletle ilgili, devlete dair konuşurken, daima tarihsel geri planı hatırda
tutmak gerekiyor. İkincisi, devlet düzeyinde herhangi bir düzenleme veya
“çatışma” söz konusu olduğunda mutlaka emperyalist faktörü, “dış
belirleyiciliği” de dikkate almak gerekiyor. Yaklaşık iki yüz yıldır devlette
belirli aralıklarla, [20-25 yıl] işte 1839, 1856, 1876, 1908, 1923, 1946, 1960,
1971, 980, 1997 ve şimdilerde AKP
döneminde yapılan restorasyonlar bu bütünlük içinde anlaşılabilir ancak.
Velhasıl düzenlemelerin emperyalizmle
uyumlanarak yapılması söz konusu.
Hiçbir önemli düzenlemeyi, dış faktörü, emperyalizmi hesaba katmadan
anlamak mümkün değildir.
Aksi
takdirde yaptığımız tahlilin bir kıymet-i harbiyesi olması mümkün değildir.
Osmanlı
İmparatorluğunda devlet kutsaldı, devlet her şeydi. Cumhuriyet döneminde de
devlet kutsallığını korudu. Neden? Çünkü Cumhuriyetle birlikte [1923] bir kopuş
olmadı da ondan. Cumhuriyet ilan edilmeden önce kimler yönetiyorsa,
cumhuriyetten sonra da aynı ekip yönetmeye devam etti. Asla bir alt-üst oluş
söz konusu değildi. Eğer devlet kutsalsa, o zaman her şey kutsal devletin
bekasına hizmet edecek şekilde kurgulanmak zorundadır.