"Çocuk
Fuhuşu"nun Eskort Tarlası…?
Atalay
Girgin*
Okuyanlar anımsayacaktır. Antoine de
Saint-Exupery’in “Küçük
Prens”inde “Tilki ile Küçük Prens” arasında şöyle bir konuşma geçer:
“İnsanlar gerçeği unuttular”
der Tilki, “Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiklerinden her zaman sorumlu
olacaksın. Gülünden sorumlusun.”
“Gülümden sorumluyum”
diye karşılık verir Küçük Prens, “Gülümden sorumluyum.”
İnsan
yalnızca evcilleştirdiklerinden değil, en az onlar kadar sosyalleştirdiklerinden
de sorumludur. Kendisi de sosyal-kültürel bir varlık olan insanın, sosyalleştirdiklerinin
en başında çocuklar gelir. Yani insanın ve toplumun sorumlu olduğu ve
kıskançlıkla koruması gereken “Gül”ü, gonca “Gül”ü çocuklardır.
Çocukların
sosyalleştirilmesi ise yalnızca anne ve babalarınca gerçekleştirilip tamamlanan
bir süreç değildir. Onlar bu sürecin ilk başlatıcılarıdır. Sosyalleştirilme
süreci, çocuğun en yakın çevresinden başlayarak, farkında olsun ya da olmasın,
doğrudan ya da dolaylı olarak, o toplumu oluşturan tüm bireylerin katılımıyla
devam eder.
Dolayısıyla, çocukların korunması, bakımı, güvenliği, sağlığı ve eğitiminin sorumluluğu topluma, daha doğrusu toplumun “şu” diye gösterilebilen her bir bireyine aittir. Lakin tek tek bireyler bu sorumluluğu taşıma bilincinde olmadıkları, hatta bazıları bunu bile isteye kötüye kullandıkları ve istismar ettikleri için birçok toplumda bu işlevleri yerine getirmeye dönük toplumsal kurum ve kuruluşlar tesis edilmiştir.
Ama
buna rağmen Tilki’nin Küçük Prens’e söylediği “İnsanlar gerçeği unuttular”
sözüyle kastedilen sorun, neredeyse her zaman galebe çalar. Ve ne yazık ki başta
‘devlet’ olmak üzere, bu kurumlar bile kendilerine emanet edilen çocukları koru(ya)maz.
“Gül” tehdit altındadır artık.
Özellikle
toplumsal çözülme ve kültürel-ahlaki çürümenin tüm toplumsal kurum ve
kuruluşları sarıp sarmaladığı; buna bağlı olarak insan ilişkilerinde değer
erozyonunun zirve yaptığı; insan dâhil her şeyin alınıp satılır bir mala dönüştürülerek,
pazara sürüldüğü koşullarda korunmaya muhtaç çocuklar da bunun bir parçası
kılınır.
Sonuçta
bu kurumların denetimi ve koruması altında, güvende olması gereken çocukların
birçoğu içten ya da dıştan gelen her tür tehdit ve istismarın hem hedefi hem de
açık ve kullanışlı bir nesnesi haline getirilir. Resmi ya da sivil birilerince
her tür iş ve tezgâh için kullanılır. Birilerine servis edilir. Bedenleri bile pazara
sürülür.
Ve
elbette, pazara sürülen her “Gül”ün, her gonca “Gül”ün ‘özel alıcı’sı vardır.
Hatta bu ‘özel alıcı’lar arasında onların ‘ilk sahibi olma’yı talep edenler de
bulunur. Öyle ki bazı çok paralı ve güçlü ‘özel alıcı’lar, fantezilerine uygun özel
siparişler bile verir.
Kimi
“teenage girls olsun da ne olursa olsun” derken, kimi “ayva tüylü, ayva
göbekli, ille de incir memeli olsun, huriler gibi” diye tutturur. Kimi bunlarla
da yetinmez. İster Allah ister… Ne de olsa her şey parasıyladır. Ve gencinden
yaşlısına, kadınından erkeğine deyyus-u ekberler seferber olur. ‘Eskort
tarlaları’nda “Gül” hasadına girişirler, hem de gonca “Gül” hasadına...
Talep
o kadar çok arz o kadar azdır ki her geçen gün, ‘eskort tarlaları’nda hasat yaşları
küçüldükçe küçülür “Gül”lerin, gonca “Gül”lerin… Bazıları örselenen bedenleri
ve zihinleriyle ansızın sırra kadem basar. Bazıları sessiz sedasız meçhule
karışır. Bazıları bir cemre misali havaya, suya, toprağa düşer. Ne adresleri
bulunur, ne cansız bedenleri ne mezar taşları ne de kemikleri…
Kimseler
bilmez başlarına ne geldiğini! Onlara ne olduğunu… Neden ve nasıl kayıplara
karıştıklarını! Bilenlerden bazıları ‘devlet
sırrı’ der, ‘devlet sırrı’… Bazıları
bildiklerini, görüp tanık olduklarını en yakınlarına bile anlatmaya korkar.
Dilsiz bir kaya gibi susar. Nasıl olsa birçoğunun arayanı, soranı bile yoktur.
Birçoğu için “kapalı kayıt” tutulmuştur nüfus idarelerinde… Arayanı olsa bile
bulabileni az olan…
Lakin
ölmediği sürece insandan umut kesilmez. Dün susanlardan bazıları, konuşacağı
anlaşıldığında susturulur. Bazıları gün gelir, bildiklerinin, tanıklıklarının
ağırlığına daha fazla dayanamaz. Denizlerden, okyanuslardan daha derin olan
vicdanının en dibinde bile boğamadığı sesini, kendi kıyılarına vurur. Önce
kendine fısıldar. Yetmez. Sonra başkalarına… O da yetmezse… İsimsiz, kimliksiz,
meçhul birine dönüşerek ihbar olup yağmaya başlar. Ta ki bunlarla ıslanacak,
bunlarla dertlenecek birini ya da birilerini bulana dek…
Sonrası,
zamanlı ya da zamansız bir biçimde gelir artık. Öyle değil mi Superisi? Öyle
değil mi havaya, suya, toprağa düşen Cemre? Öyle değil mi “Fourteen age girls
sex party”nin sivil ve resmi özel tanıkları, korumaları…?
Lakin
hiçbiri geri getirmez “Gül”leri, gonca “Gül”leri…
****
Yazının Devamı: “Çocuk Fuhuşu Raporu ve Teenage Girls Sex Party”
* Ankara
Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen
Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında /
Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder