Sayfalar

24 Şubat 2021

Ziya Selçuk Açıkla! Kim Yalan Söylüyor?

 

Ziya Selçuk Açıkla! Kim Yalan Söylüyor?

Atalay Girgin*

Biliyorum! Toplumsal çözülme ve kendini ahlâki değer erozyonu ve yozlaşmayla dışa vuran kültürel çürümenin egemen olduğu toplumlarda, hırsızlık, yolsuzluk, hele de “yalan” vaka-i adliyeden bile sayılmaz. Ekmek gibi, su gibi, nefes alıp vermek için her an ihtiyaç duyulan hava gibi, yaşamın ayrılmaz ve olağan bir parçasına dönüşür.

Ve öyle kanıksanır ki… Böylesi toplumlarda yalan söyleyeni değil, yalan söylemeyeni ayıplarlar. Çalanı değil, çalmayanı döverler. Ve en büyük yalanı, hem de arsızca söyleyeni el üstünde tutarlar. En çok çalanı da başa taç yaparlar. Hele de yalan söylerken bir de “Allah’ın izni ve inayetiyle sizi nasıl kandırdım ama…” dercesine ebleh ebleh sırıtıyorsa, onu ne yere koyabilirler ne de göğe…

Tam bir aymazlıkla; adlarının önünde taşıdıkları kocaman sıfatlardan, çocuklarından, konu komşudan bile zerre utanmayan torun torba sahibi kelli felli erkekler ve kadınlar, o büyük yalanlara eşlik eden ebleh bir gülüşün ardında vecd içinde secdeye dururlar. İlineğin ilineği olmakta ve ilinekleşmekte sınır tanımayan bilcümle çemiş ise avuçları patlarcasına, kendilerinden geçercesine alkışlar babam alkışlar…

Alkışladıkça insanlıktan ne denli uzaklaştıklarını bile düşünmeyenler huşu içinde sürüye katılır. Bir de yaptıkları bir marifetmişçesine, “Sürüden ayrılanı kurt kapar” derler.

Oysa sürünün de sürüye katılanın da kaçınılmaz sonu mezbahadır. Elbette kısa zamanda ayılıp mezbahanın kapısına erişmeden önce sürüden ayrılmayı başaramazlarsa… Allah’ın takdiri işte! Sürü için mezbaha mukadderattır artık! Ötesi ise ya yününden, ya sütünden ya canından ya da her şeyinden olmaktır.

Çok Şükür Ki...

Yukarıdaki satırları okur okumaz, “Çok şükür ki bizde böyle şeyler yok! Ne fütursuzca yalan söyleyenler var ne de ardı sıra ebleh ebleh sırıtanlar. Hatta memleketin altında üstünde, kıyısında köşesinde, kasasında çekmecesinde neyi var neyi yoksa arsızca çalanlar da yok! Birilerine peşkeş çeken de… Bizde bir toplu iğnenin, bir tek kuruşun, bir damla suyun bile hesabı tutulur” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız!

Ne de olsa bizdekilerin hepsi Müslüman… Hepsi alnı secdeye değen iman ehli… Namuslu, dürüst insanlar… Her şeyi bilen, her şeyi gören, her şeyi işiten bir Allah’a inandıkları ve o Allah’ın gazabından korktukları için ne çalar ne yolsuzluk yapar ne de yalan söylerler. Çünkü günah işlemekten sakınır ve tüyü bitmemiş bir tek yetimin hakkını bile kimseye yedirtmezler.

Hatta kendileri bile yemezler. Ve Dünya istikametinden ahiret istikametine doğru, kefenlerine bürünüp yarı aç yarı tok, aç bilaç uzun ve meşakkatli bir yolculuğa çıkarlar. Hem de meteliksiz halde… Malum ya ne kefenin cebi vardır ne de o olmayan cebe konacak bir metelik…

Lakin, tüm bunları bilmeme rağmen, size “Haklısınız!”dan öte, “Hem de yerden göğe kadar haklısınız!” diyebilmek istesem de… Kusura bakmayın ama olmuyor işte…

Hele de yerli yersiz, gerekli gereksiz demeden, birbirini nakzeden sözler ortalıkta uçuşmaya başlayınca… Kuşkulanıyor insan… Kime inanacağını şaşırıveriyor o an. Ve garip bir biçimde bir soru peyda oluveriyor insanın zihninde. Tıpkı başlıktaki gibi bir soru…

Kim Yalan Söylüyor?

Yukarıdaki girizgâh bir yana… Peki; neden, nelerden söz ediyorum? Dahası neden Ziya Selçuk’a soruyorum? Nedeni çok basit… Çünkü doğrudan ya da dolaylı, onunla bağlantılı, başlıktaki soruya ilişkin olup bitenler. Hem de yalnızca son olayda değil. Bunun öncesi de var. O halde ilk vakadan başlayalım söze…

Anımsar mısınız, bilmem. Siz anımsamasanız da ben anımsatayım kısaca: Tarih 16 Haziran 2018’di. Yer Samsun. Kürsüde konuşan Recep Tayyip Erdoğan’dı. Ve şöyle diyordu:  Kardeşlerim biliyorsunuz Meclis seçimler için tatile girmeden önce pek çok kritik düzenlemeyi hayata geçirdik. Bunun yanında polislerimizin, öğretmenlerimizin, hemşire ve din görevlilerimizin emeklilik ek göstergelerini 3600’e çıkardık. Böylece emekli ikramiyelerinde ve maaşlarında net yüzde 22’lik bir iyileşme sağladık1.

Torba yasa”da böyle bir düzenleme olmasa da memleketin hemşireleri, din görevlileri, güzide öğretmenleri ve milyonlarca işsize, yoksula rağmen, var olduğu söylenen ‘toplumsal barış ve istikrar düzenini’ korumak için seferber olan polisleri, sevinçten havalara uçmuşlardı!

Ahlaki ve hukuki anlamda söz ve eylemlerinden sorumsuz olsa da cezai ehliyeti bulunmasa da “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” sıfatını taşıyan Recep Tayyip Erdoğan, yalan söyleyecek değildi ya… Onlar da o sevinçle sandığa koşup gönül rahatlığıyla ve huzur içinde oylarını Erdoğan’a vererek, sevinçlerini taçlandırmışlardı.

Ancak çok geçmedi. Erdoğan’ın lütfuna mazhar olarak Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturtulan Ziya Selçuk, daha cicim aylarını bile tamamlamamışken, ima kabilinden bir açıklama yaptı. Bu ima, 24 Kasım 2018’de, yani “24 Kasım Öğretmenler Günü”nde 3600 konusunda öğretmenlere bir müjdelerinin olacağına ilişkindi.

Ağzından çıkan sözün ne anlama geldiğinin farkında mıydı, bilemiyorum. Ancak Ziya Selçuk, aslında bu açıklamasıyla, alenen şöyle diyordu: “Torba yasa”da öğretmenlere ilişkin 3600 düzenlemesi yapılmadı! Yani bugüne kadar, 3600 konusunda size kim ne söylediyse doğru değildir! Kandırıldınız!

Ziya Selçuk, elbette doğru söylüyordu. Ama o, bu sözüyle, kendisini bakanlık koltuğuna oturtan Erdoğan’ı yalanlıyor ve onun doğru söylemediğini dile getiriyordu.

Lakin yaptığı az buz bir gaf değildi. Hatta affedilir hiçbir yanı da yoktu. Çünkü liderini açıkça “yalancı” konumuna düşürmüştü. Buna rağmen Erdoğan, nedendir bilinmez, büyük bir alicenaplık örneği sergileyerek Ziya Selçuk’u bakanlık görevinden ne azletti ne de affetti.

Ancak, yine nedendir bilinmez, o olaydan sonra Ziya Selçuk’un süksesi bir daha eski haline dönmedi. Süngüsü düştü. Hatta bir müddet yüzü bile gülmedi. Ve giderek, Bakanlık içinde olup biten birçok soruna ilişkin bile inisiyatif kullanamayan bir kişiye dönüştü. “Bakan değil gören olacağım” dediği yazılıp çizilirken, görmek bir yana artık bakamaz hale gelmişti.

Hasar tespit raporunda ne yazıp ne yazmadığı, şimdilik, bilinmese de bu onun ilk ciddi vakasıydı. Gelelim son ciddi vakaya…

İşte Son Vaka

Ufak tefek olanları saymazsak, yaklaşık iki buçuk yıldır, benzeri bir gafa, benzeri bir vakaya imza atmayan Ziya Selçuk, geçtiğimiz günlerde yeni bir “yalan vakası”yla karşı karşıya geldi. Hem de altında kendi imzası olan yazılı bir açıklamayla…

Anımsayacaksınız! Recep Tayyip Erdoğan AKP’nin Rize İl Kongresi’nde “MEB’in dağıttığı 2 milyonu aşkın tablet2”ten söz etmişti. Elbette bunu ne konuşmalarını yazan danışmanları uydurmuş olabilirdi ne de kendisi…

Her türlü bilgiye erişebilen, kendisine bağlı bir istihbarat teşkilatı olan Erdoğan, durduk yere böyle bir söz etmiş ve hem kendi partisinin taraftarlarını hem de tüm toplumu kandırmış olamazdı.  Söz ve eylemlerinden dolayı hem ahlâken hem de hukuken sorumsuz olsa da herkesin gözünün içine baka baka yalan söyleyecek değildi ya… Mutlaka elinde sağlam bilgi ve belgeler olmalıydı.

İşte tam da Erdoğan’ın bu sözlerinin üzerine, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yazılı bir açıklaması düştü kamuoyuna. TBMM’den Ziya Selçuk’a yöneltilen yazılı bir soru önergesine yanıttı bu açıklama.

CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in kendisine yönelttiği “Bakanlığınız tarafından bugüne kadar dağıtılan tablet sayısı kaçtır?” sorusuna şöyle yanıt veriyordu Ziya Selçuk: Öğrencilerimizin uzaktan eğitime erişimleri için, ailenin gelir durumu, okula devam eden kardeş sayısı gibi kriterlere göre dağıtımına başlanan 500 bin tablet bilgisayardan 15.01.2021 tarihi itibariyle 359 bin 120 cihazın dağıtımı yapıldı.

1 Miyon 500 Bin Tablet Nerede?

Erdoğan’ın “MEB’in 2 milyonu aşkın tablet dağıttığı”na ilişkin sözlerini herkes duymuş, dinlemiş ya da okumuştu. Ancak Ziya Selçuk’un “359 bin 120” tabletin dağıtıldığına ilişkin sözlerinden toplumun bir yarısının haberi bile olmamıştı. Bazı gazeteler birbirini nakzeden bu açıklamaları, “Erdoğan’ın ‘2 Milyon Tablet Dağıttık’ Sözlerini Bakan Selçuk Yalanladı” başlığıyla verdi. Lakin Ziya Selçuk’tan “gık” sesi bile çıkmadı.

Oysa burada bir başka sorun vardı. Hele de elinde her türlü bilgi ve belge varken, Erdoğan’ın alenen yalan söylemesi söz konusu olmayacağı kabulüne göre, acaba kim kimi kandırıyordu? Ziya Selçuk, yazılı açıklamasıyla Fethi Gürer’i mi? Yoksa bilgi ve belge aktarıcılarıyla akıldaneleri el ve iş birliği içinde Erdoğan’ı mı? Erdoğan aracılığıyla da tüm toplumu mu? (Aslında bunlara, komplocu bir yaklaşımla “Birileri Erdoğan’a tuzak mı kuruyor?” sorusu bile eklenebilir. Ama gerek yok şimdilik.)

Dahası, eğer MEB’in iki milyon tablet dağıttığı bilgisi ve sözü işkembe-i kübradan salınmamışsa, 1 milyon 640 bin tablet neredeydi? Eğer Erdoğan, MEB’e 2 milyonu aşkın tablet dağıtmak üzere bir kaynak göndermişse ya da böyle bir kaynak gönderildiği bilgisiyle bu sözü etmişse, bu durumda 1 milyon 500 bin tabletin parası neredeydi? Yoksa bu da tıpkı MEB’in 640 milyon Euro’su gibi, yetkisiz ve kim olduğu bilinmeyen kişiler adına bankalarda açılan özel ve vadeli hesaplara mı aktarılmıştı?  

Açıkla Ziya Selçuk!

Peki; yukarıdaki soruların ve bu minval üzre yeni soruların muhatabı kimdir? Elbette, söz ve eylemlerinden sorumsuz, cezai ehliyeti de bulunmayan herhangi birisi olamayacağına göre… Bu soruların tek muhatabı Milli Eğitim Bakanı sıfatıyla Ziya Selçuk’tur. 

Tam da bundan dolayı, “Açıkla Ziya Selçuk!” diyoruz. “Kim yalan söylüyor?” açıkla! Açıkla ki giderayak da olsa memleket ve tüm toplum, bakan değil, bir “Bakan” görsün!  

Peki; Ziya Selçuk, bunu yapabilir mi? Yani kimin yalan söyleyip söylemediğini açıklayabilir mi? Bu konuda karar da yanıt da sizindir efendim…


* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”,  Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder