Ziya
Selçuk “Star Wars” Vari
Ayak Oyunlarını
Hak Etmiyor!
Atalay
Girgin*
Milli Eğitim Bakanlığı
(MEB), eğer anlatılanlara ve basına sızdırılanlara bakılırsa, tabiri caizse tam
bir “cadı kazanı”: İçerden, dışarıdan taşınan odunlar, kerestelerle ateşi
tazelenen… Bilmem hangi bayramlarda, hangi gecelerde kotarılıp, gün doğdu
sanılan malum odalarda da pişirilerek basına sızdırılan, servis edilen
görüntülü görüntüsüz bilgilerle sürekli kaynatılan bir kazan.
Dahası kimin kime dost,
kimin kime düşman, kimin figüran kimin esas oğlan, kimin yanaşma, kimin
ispiyoncu olduğunun belirsiz olduğu karmakarışık bir sahne… Oyunun bini bir
para…
Bir yanda Ziya Selçuk’la yüz
yüze gelince “Sayın Bakanım” diyerek gerdan kıranlar, hicabsızca topuk selamına
duran hicabiler… Arkasını dönünce de hakkında ileri geri konuşmaktan kendini
alamayan, sıfatı, statüsü, makamı malum bazı şahıslar…
Diğer yanda ise fırsatı
ganimete çevirme ve taltif edilme, yükselme arzusuyla hem Bakana hem de diğer
taraflara yeşil ışık yakan, tüm taraflarla halvet olmaya hazır ve nazır, ulufe,
lütuf umuduyla sıfat, statü bekleyenler... Kim çalarsa çalsın, her telde, her
sazda, her tıngırtıda oynamaya amade olanlar… Bunların dışında yer alanların
ise alınmalarına hiç gerek yok!
MEB’teki
Yalnız Adam
Anlaşılan odur ki Ziya Selçuk, seven sevmeyen herkesin, sabırsızlıkla azledileceği günü
beklediği bir yalnız adamdır Bakanlıkta… Bu halde bile kibarlığı ve nezaketi elden
bırakmadan, MEB’te yaşananları, hakkında tezgâhlananları, ironi yaparcasına espriyle
karışık, “Star Wars” filminde sahnelenen oyunlara benzettiği söylenir.
Kim bilir? Belki de arada sırada Ahmed Arif’in “Dört yanım puşt zulası / Dost yüzlü /
Dost gülücüklü / Cıgaramdan yanar./ Alnım öperler / Suskun, hayın, çıyansı. /
Dört yanım puşt zulası, / Dönerim dönerim çıkmaz./ En leylim gecede ölesim tutmuş /
Etme gel / Ay karanlık...” dizelerini de anımsıyordur. Anımsamıyorsa da anımsamalı,
hatta diline pelesenk olmalı bu dizeler… Çünkü “şey”ler adları telaffuz edildikçe,
adlarıyla çağrıldıkça bilinir ve billurlaşır.
Kendi
Düşen Ağlamaz Ama...
Okurlar bilir! Mevcut
gelişmeleri değerlendirerek, haftalar öncesinden Ziya Selçuk’un “Halefini
bekleyen bir bakan”1 olduğunu, ilk yazanlardan
birisiydim. Belki de ilk yazan kişiydim.
Kendisinden farklı düşünmeme, başta “2023 Eğitim Vizyonu”2
olmak üzere, açıklamalarında dile getirdiği birçok söz üzerine eleştirel
değerlendirmeler yapmama rağmen, Bakan hakkında tezgâhlanan oyunları, bunları
kimlerin nerelerde kotardığını öğrenince ve basın aracılığıyla verilen /
verilmeye çalışılan mesajları fark edince, bir insan olarak üzüldüm. Çünkü
“Kendi düşen ağlamaz” deseler de Ziya Selçuk, bir insan olarak, ikiyüzlülük ve
riyakârlıkla malul bu oyunları hak etmiyor.
Ziya Selçuk’u savunmak,
ona karşı ya da onun yanında olmak bu satırların yazarının işi değil. Çünkü bu
satırları yazan kişi, adına kapitalizm denen ve dünyanın her metrekaresini,
insan dâhil, yeraltı-yerüstü zenginlikleriyle birlikte sömüren, talan eden bu
düzenin top yekûn kendisine karşıdır. Bu düzen dururken, onun hizmetinde olan
ve işlevini tamamladığında kaldırılıp bir kenara konulacak herhangi birine
karşı olmayı, onu düşman olarak görmeyi bile kendisine zül addeder.
Lakin bir yanda ayak
oyunu peşinde koşan, düşünsel çapsızlık ve ufuksuzluklarıyla bayat bilgileri
sızdıranlara ve bunlara mal bulmuş mağribi gibi sarılıp kalem oynatanlara
bakıyorum, diğer yanda kare kare fotoğraflar paylaşanlara... Ve ister istemez
soruyorum: Ziya Selçuk kim? Onlar kim?
Tümünü toplasan, alana
ilişkin bilgi birikimi ve entelektüel kapasiteleri itibariyle bir Ziya Selçuk
yapmayacak zevat-ı muhteremler, sıfatlarının, statülerinin ve oturdukları
koltukların ardına sığınarak gerine gerine arz-ı endam eyliyorlar. Sözüm ona
mesaj veriyorlar. Yazık!
İşte yukarıda anılan iki
olay: Biri bayat mı bayat “Cinsiyet eşitliğine duyarlı okul” konusu… Diğeri ise
içlerinden hiçbirini tanımadığım ama birkaçının yalnızca adını bildiğim
fotoğraf kareleri…
İlkinden
Başlayalım: Yani Bayat Olandan…
Bakanlıktan ya da bağlı
birimlerinden birilerince servis edilen ya da sızdırılan “Cinsiyet eşitliğine
duyarlı okul” konusuna birileri balıklama atladı. Oysa olay, içeriğini
tartışmak ve bunun üzerinden kesilen endazesiz ahkâmı değerlendirmek bir yana,
2014 yılında başlamış ve 2016 yılında tamamlanmış bir uygulama.
Bu projenin uygulandığı
2014-2016 yıllarında zerre sesleri çıkmayanlar ve o dönemin Milli Eğitim
Bakanlarına dair, bu konuda ağızlarını açmayanlar, nedendir bilinmez yıllar
sonra kendilerine ulaşan ya da ulaştırılan bilgiye dört elle sarılıverdiler.
Konuyu köşelerine taşıdılar: Elbette hedefe Ziya Selçuk’u koyarak… Peki; neden?
Proje uygulanırken elinizi, kaleminizi tutan mı vardı? Gazetecilik kaygısı ve
kamuoyunu bilgilendirme ülküsüyle mi yazdınız? Geçiniz efendim!
Fotoğraf
Karesinde Kurulan Kim?
Önce kısa bir girizgâh: Oyun
içinde oyun, tezgâh içinde tezgâh olan zamanlarda, kuyruk acısı taşıyanından
sıfat, statü bekleyenine; kaybettiği statüyü yeniden elde etmek isteyeninden yağlı
bir kapıya kapılanma peşinde koşanına dek, ilineklerin de ilineği olmakta ve
ilinekleşmekte sınır tanımayan bilumum zevat bir araya gelir. İçlerinde hırlısı
da olur, hırsızı da… Satıcısı da olur, alıcısı da…
Bunlar ilinekleşmekle
karakterize olan, sıfat, statü ve makam koltuklarıyla kendilerini değerli
addeden sıfatzedelerdir. Hem kendileri için hem de karşılarındaki insanlar
için… Çünkü onlar için önce birey olarak insan değil, sıfatlar ve statüler
gelir. Oysa bunların unuttuğu ya da asla anımsamak istemedikleri düstur şudur:
Her insanın değeri ve değerleri vardır. İnsana değer katan sıfatı, statüsü,
oturduğu makam koltuğu değildir. Aksine bunlara değer katan insandır.
Konumuz eğitim olduğu
için belirtiyorum. Birilerinin kulağına küpe olsun! Eğitim sorunları ilinek
insanlarla, sıfatzedelerle çözülmez, çözülemez. Bu niteliklere haiz olanlar,
yeni ilinekler, yeni sıfatzedeler yetiştirebilir ancak…
****
Neyse… Konumuza dönelim
ve şu manidar mesajlar içeren fotoğraf karelerine bakalım. Görelim kim varmış?
Yukarıda da belirtiğim
gibi, hiçbirini tanımıyorum. Hiçbiriyle ne “Merhaba”m var ne de hasımlığım ya
da hısımlığım. Ama birini icraatından biliyorum. Adını vermeyeceğim. Çünkü
kimler kimlerle bir araya geliyor sizler düşünün ve bulun diye…
Bu zatı muhteremi bir
icraatı ve o icraatı sonucu yaşananlardan dolayı biliyorum. Aslında kamuoyunda
çok bilinen bir sözü var ama onu yazmayayım. Çünkü o zaman hemen tanırsınız.
Gelelim bu zevatın icraatına:
Fotoğraf karesinde
gururla koltuğunda oturmakta olan bu zat, geçmişte öğrencisine taciz eylemi
“sübuta ermiş” olan bir müdürün, “pansiyonda yatıp kalkmasında bir sakınca
olmadığı”na dair raporun altına imza atan, bir başka deyişle o müdüre icazet
veren kişidir. Hatta gerçeğe aykırı bir biçimde, yani yalan beyanlara dayanarak
hazırlanan ve aslında müdürün pansiyonda kalmadığını söyleyen raporu
imzalayarak, onun aklanmasına da vesile olan kişidir.
Ancak mesele bundan
ibaret değildir. Attığı imzayla, “tacizci müdürün” pansiyonda kalmasına icazet
vermesinden kısa bir süre sonra, aynı okulda yaşanan tacizler Türkiye’nin
gündemine düşer. Peki; ne mi olur? Hiç! Zerre utanmadan, zerre bir sorumluluk
taşımadan, zerre yüzü kızarmadan, tıpkı fotoğraf karesinde olduğu gibi,
koltuğunda oturmaya devam eder. Hayırlı olsun!
Ne demişler? Körler
sağırlar birbirini ağırlar! Bunlar için “Amaç aynıysa gerisi teferruattır. Ne
gam! Ha tacizci olmuş, ha tecavüzcü! Ha tacizciye icazet veren, ha onu atayan!
Hoş geldi safa geldi!” Allah ayırmasın efendim!
ARZU OKULU
* Felsefenin Işığında / Felsefece http://atalaygirgin.blogspot.com
2 İlgilenenler “2023 Eğitim Vizyonu”na ilişkin kaleme
aldığım “2023 Eğitim Vizyonu’nun
Felsefesi Var Mı?” başlıklı yazının tamamını “Eleştirel Pedagoji Dergisi”nin 2019 Ocak sayısında okuyabilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder