Sayfalar

26 Şubat 2013

OKULLAR İMALATHANE ÖĞRETMENLER TEKNİKER...


Okullar İmalathane, Öğretmenler Tekniker; Ya Öğrenciler?

Atalay Girgin*

Genel sistematik eğitimin yapıldığı her okul, girdisi ve çıktısı belli olan, tipik bir açık örgüttür, tipik bir açık imalathane. Meşruluğunu ve dayanağını, yapacağı eğitimi planlayıp programlayan siyasal iktidardan, devletten alan, onun kendisine yüklediği işlevleri yerine getirmek üzere tasarlanıp kurgulanmış bir alt örgüt, bir alt işletme.

Temel işlevi, gönüllü ya da gönülsüz, çatısı ve yapısı içerisine giren herkesi, hem biçim hem de içerik düzeyinde belirlenmiş kabuller temelinde, düşünmeye, söylemeye ve davranmaya yöneltmektir. Bunu gerçekleştirmek için cezanın da ödülün de kullanıldığı bir örgüt. Kendi özelinde bu örgütün görünür temel yapıtaşları, okul idaresi, öğretmenler, hizmetlilerdir. Bu yapıtaşlarının işlemek ve “istendik davranışlar kazandırarak”, işbirliği içinde biçimlendirmeye yöneldikleri, bir başka deyişle mamul bir ürüne dönüştürmeye çalıştıkları malzeme de öğrencilerdir. Yani hammadde… Ehh! Üretim dediğin de bir nesnenin, biçiminde, içeriğinde ya da yerinde değişiklik yapmak değil midir ki zaten?

Okulda eğitim ya da değiştirme, dönüştürme, biçimlendirme faaliyetinin içeriği ve biçimi, onu oluşturan yapıtaşlarınca belirlenmez. Bir başka deyişle, bu faaliyetin özneleri ne idaredir, ne de öğretmenler ve hizmetlilerdir. Onlar özelde birbirlerine, genelde ise öğrencilere karşı, kendilerine tanınan hak, sorumluluk ve yetkiler çerçevesinde göreli ve yanılsamalı bir hiyerarşik iktidara sahip oluşun sakatlanmış bilinç haliyle, kendilerinden istenenleri, beklenenleri yapmak ve yaptırmakla yükümlüdürler. Bazen yaptıklarıyla gururlanıp haz duyarak, bazen ise içsel ya da dışsal çatışmalarla savrulup acı çekerek. Çünkü, bazen yaptıkları yapmak istedikleridir. Bazen ise yaptıkları, söyledikleri, asla yapmak ve söylemek istedikleri değildir. Ama bile isteye ya da hayırhah bir yaklaşımla yapmışlardır.

Belirlenen işleyişi temelinde okul, hangi toplumsal kesimden gelirse gelsin, hangi siyasal-ideolojik, sınıfsal tercihlere, hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun, öğrenciden önce, yapıtaşlarını ve onların içerisinde de öncelikle öğretmeni değiştirip dönüştürmeye ve biçimlendirmeye yönelir.

Öğrenciden önce öğretmen, farkına bile varmadan bazen Pavlov’un köpeği deneyinde olduğu gibi davranır. Anımsayın, yalnızca öğrenciler için değil, öğretmenler için de zil çalar. Bazen Skinner’in faresi gibi davranır. Ödüle ulaşmak ya da istediği bir şeyin olmasını sağlayabilmek için, idarenin ve üst yöneticilerin hoşuna gidecek uygun davranışı bulmaya ve onu gerçekleştirmeye yönelir. Çünkü bunu yapmazsa, cezaya kadar uzanan sürecin başlayabileceğini bilir. Tıpkı sınıftaki, öğretmen karşısında, uyarıdan, azarlanmadan ya da cezadan kaçınmak isteyen veyahut da öğretmenin gözüne girmek, onun lütfuna, övgüsüne mazhar olmaya çalışan öğrenci misali...

Dolayısıyla, sistemin egemenlerinin “Nasıl bir toplum, nasıl bir gençlik, nasıl bir insan istiyoruz?” sorularına verdikleri yanıtlar temelinde belirledikleri içerik doğrultusunda, klasik ve edimsel koşullanma yoluyla öğrenerek, düşünme, söyleme ve davranışa yönelme hem öğrenci hem de öncelikle öğretmen için geçerlidir. (Başta "Performans" değerlendirmesi olmak üzere siyasal iktidarca yapılan ve ne yazık ki birçok öğretmenin farkında bile olmadıkları bir dizi düzenlemenin neden alamet-i farikasının ne olduğunu sanıyorsunuz ki...) Çünkü öğrenciyi biçimlendirmesi bekleneni biçimlendiremeyen hiçbir sistem başarılı olamaz. Ki bunu da en iyi bilenler, sistemin efendileri ve onların her düzeydeki işgüderleridir.

Sorunu salt ekonomik sorunları temelinde algılayan öğretmense, boynunu, asıl olarak da benliğini çaresiz ve usulca uzatır bu giyotine. Bir yanda ekonomik ihtiyaçları ve yitirmek istemediği memurluğu vardır, diğer yanda ise benliği ve öğretmenliği… Ne yazık ki o, ne denli gönüllü ya da gönülsüz olsa da ikincisinden vazgeçer ve yalnızca kendisinden isteneni yapan bir teknikere, “Düzenin duvarındaki tuğla”ya dönüşür. Oysa ikinciden vazgeçiş, birincide de kaybedişe kapıyı aralamaktır. Teknikerlik ise öğretmenlikle bağdaşmaz. Tıpkı; okulun imalathaneye dönüştürülmesi gibi…

Ve sonrasında öğretmen,  verilecek üç kuruşluk zam hesaplarına endeksler yaşamını. Atilla İlhan’ın, “Bir yerde vahim bir yanlış yapılmıştır / Ne söylemeye dilim varır / Ne düzeltmeye gücüm yeter / Meyyus bir papağan gibi / Söylenir dururum kendi kendime” dizeleri misali, sızlanır durur.

Eğer bir gün, benliğini kazanmaya ve bilinçli ya da bilinçsizce bir deli gömleği gibi sırtına geçirilmesine sessiz kaldığı teknikerlik zırhını parçalayıp atmaya yeltenirse öğretmen, işte o gün okullar da imalathane olmaktan çıkmaya başlar. Ne var ki o gün hiç de yakın gözükmüyor şimdilik!

Dolayısıyla, kimler üzülecek, kimler sevinecek, kimler sorun edinecek bu durumu bilemiyorum ancak, öğrencinin, teknikerlerin elinde imalathaneler için hammadde oluşu gerçekliği ve hakikati de değişmeyecek yakın gelecekte. Sistemin her düzeydeki işgüderleri de gönül rahatlığıyla, kına yakma partisi düzenleyebilirler artık. Teknikerlik boyunduruğu hayırlı olsun efendim; vatana, millete ve ol dahi, bu süreçte el pençe divan duranlara…

Birinci Soru: Memurdan Öğretmen Öğretmenden Memur Olur Mu?
İkinci Soru: Öğretmenlik Kişiye İtibar Kazandırır Mı?


* Felsefe Öğretmeni; http://atalaygirgin.blogspot.com
 Bu yazının daha geniş bir versiyonu, ELEŞTİREL Pedagoji Dergisi’nin 25. Sayısında yer almaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder