Sayfalar

17 Ekim 2012

EDEBİYATTA "BESLEME" TARTIŞMASI...


Edebiyatın Beslemesi Eleştiri Mi, Yoksa Eleştirmenler Mi?

Atalay GİRGİN*

Genellemeler soyut düşünmenin, tekilden tümele yükselmenin olmazsa olmazlarıdır. Teorik düşünme ve çıkarımlara yönelen herkes için genellemeler önemli ve kaçınılmazdır. Ancak kaçınılmaz olduğu kadar da tehlikelidir. Özellikle de yersiz, gereksiz ve zamansız yapılmış, nesnesini neliği ve gerçekliği temelinde olabildiğince bütünsel olarak kavrayamamış, sınırları net bir biçimde belirlenmemişse, dahası tekil, tikel, tümel anlamda hedefini şaşırmış ya da hedeften yoksunsa… Bir başka deyişle, ormanla ağaç, ağaçla orman arasındaki ilişkiyi doğru kuramamışsa… Orman hakkında söylemesi gerekeni ağaca, ağaç hakkında söylemesi gerekeni ormana yöneltmişse…

Bu tür genellemeler iki yanı keskin bir bıçak misali, sahibini de muarızını da doğramaya hazırdır. Yalnızca bu da değil; aynı zamanda, “aman kimseye değmesin” dercesine, gerçek kişi ve kuruluşlara sırtını dönerek boşluğa yöneltilmiş seslenişlerdir. Sözüm ona, ilgili herkese ve her şeye söylenen ama tekil anlamda hiç kimseye değmeyen, dokunmayan, ilişmeyen bir sesleniş… Dolayısıyla bu yaklaşım, sahibine, eğer üzerine alınan birileri olursa, “Seni kastetmedim dostum!” diyerek işin içinden sıyrılma kolaylığı da sağlar.

Hal böyle olunca da ele alınan konu, değinilen sorun ne denli önemli ve bunlara ilişkin söylenen, yazılan söz ve çıkarımın değeri ne olursa olsun, muarızları nezdinde en küçük bir yankısı bile olmayacaktır. Çünkü hiç kimse üzerine alınmayacaktır. Hiç kimse umursamayacaktır. Çünkü “gerçek’in görünüm”ü olan hiçbir kişi ya da kuruma değmeyecektir bu söz.  Böylesi genellemelerin ardına sığınarak, Cioran’ın dediği gibi, “Varlığı bile kökünden biçmeye hakkınız vardır.”1 Ama ya bunun hükmü?

İşte sorunumuz da buradadır. Yukarıdaki girişe vesile olan, “Edebiyat Sektöründe Bir Besleme: Eleştiri”2 başlıklı yazıyla yapılan tam da budur. Lekesiz, adı geçen yazısında, tekil ya da tikel gerçek hiçbir kişiye değmeden, yersiz, gereksiz ve nesnesinin neliği ve gerçekliğini dikkate almadan, “eleştiri”nin besleme olduğu hükmünü vererek, onu neredeyse mahkûm ediyor. Oysa bu hükmü verirken kendi yaptığının da bir eleştiri olduğunu anımsaması gerekiyor. Genellemenin azizliklerinden biri olsa gerek! Ne de olsa genelleyen, her daim kendini dışarı aldığını sanma yanılsamasıyla malûldür. Hele hele aynı alanda kalem oynatıyorsa…

Yazıyı dikkatle okuduğunuzda, Lekesiz’in asıl derdinin, gündeme taşımak istediği sorunun, sözde edebiyat eleştirmenleri ve sanki bir reklamcıymışçasına kalem oynatan kitap tanıtımcıları olduğunu fark ediyorsunuz. Ama bunların hiçbirinin zerre adı geçmiyor. Ancak adsız sansız birilerine dayanarak ve toptancı bir yaklaşımla, genel anlamda eleştirinin “bir besleme” olduğu hükmüne varılıyor. Ne “Besleyen”ler belli ne de “Beslenen”ler…  Yaş da kuru da, çürük de çarık da aynı torbanın içine konuluveriyor. Belki de aksi olsa, tekil ya da tikel olarak gerçek kişi ve kuruluşlar belirtilse, edebiyat ve edebiyat eleştirisi alanında yapılabilecek verimli bir tartışma, başlamasına bile fırsat vermeden noktalanmaya, sürüncemeye terk ediliyor3.

Oysa sorun doğru adlandırılsa, genellemelerin ardına sığınılmadan açık seçik ortaya konulsa, muhtemeldir ki herhangi bir sürüncemeyle karşılaşılmaz. Ancak, herkesin malumu olduğu üzre bunu yapmak her insanın harcı değildir. Tıpkı “Eleştiri”, “bir besleme”dir hükmünü vermesine rağmen, yazısında bir Allah’ın kuluna değmemeyi başaran Lekesiz misali4 

Eleştirinin Neliği

Bu noktada, eleştirinin bir besleme olmadığını, olamayacağını belirterek, onun neliğini ortaya koymak gerek. Elbette, eleştirinin, bugüne dek yapılmış onlarca farklı tanımı bulunabilir ve vardır da... Ancak onlardan birine başvurmak yerine genel bir belirleme yapalım:  Neliği temelinde ele alındığında, eleştiri, özellikle de edebiyat eleştirisi, insanın (özel olarak alındığında eleştirmenin) nesnesi karşısında, yeniden bir değerlendirme olarak, bulgulama, gösterme, sorup sorgulama, kavrayıp anlamlandırma, vb. etkinliklerinin genel adıdır. Yapıtı sorguya çekmektir. Her değerlendirme bir eleştiri değilse de her eleştiri, aynı zamanda kendisi de bir değerlendirme olan yapıtın yeniden değerlendirilmesidir. Bir değer atfetmeye ya da bir değer biçmeye indirgenemeyendir.

 Bundan dolayı “şu” diye gösterebildiğimiz eleştirmen(ler)in, kitap tanıtımcısının yaptığını genel olarak eleştiriye yüklemek doğru değildir. Keza, zaman ve mekân üstü değişmez ve her daim kendi kendisiyle aynı kalan bir eleştiriden söz etmek de... Dahası, yine “şu” diye gösterebildiğimiz eleştirmen(ler)e ilişkin söz edebileceğimiz amaç ve görevi, genel olarak eleştirinin amacı ve görevi saymak da… Çünkü ne genel olarak eleştirinin ne de özelde edebiyat eleştirisinin amacı ve görevi vardır. Amaç ve görev, kendi kabulleri temelinde, ortaya bir ürün koyan ya da edebiyat alanında bir yapıtı sorguya çeken eleştirmene aittir. Bu ürünlerin niteliğine ve sahiplerine bakarak, belli türde etkinliklerin adı olan eleştiriye dair genel anlamda “besleme” hükmünü vermek ya da amaç ve görev biçmek, onun neliği ve gerçekliğini gözden kaçırmaktır.

Lekesiz de kendi kabullerini ya da başkasına ait olsa da benimsediği kabulleri hem edebiyat hem de edebiyat eleştirisi alanında veri alarak yazısını kaleme aldığında yersiz ve gereksiz bir genellemede bulunmuştur. Ağaçlara ilişkin vereceği hükmü, ormana tevdi etmiştir. Daha yazının ilk paragrafında belirttiği edebiyata ilişkin tırnak içindeki sözlerini bir yana bırakarak, edebiyat eleştirisi için yazdıklarını anımsayalım. Lekesiz’e göre “edebiyat eleştirisi” esasından sapmıştır. Peki; Lekesiz’e göre bu esas nedir? İşte yanıt: Salt edebiyatı güçlendirme ve cumhuriyet kültürünün yerleşmesinde etkili bir araç olma.

Lekesiz’in “edebiyat eleştirisi”nin esası saydığı bu kabuller her edebiyat eleştirmeninin kabulü müdür? Başkaları, farklı hatta bunun zıddı kabulleri “edebiyat eleştirisi”nin esası sayamaz mı? Elbette sayabilir.

O halde yapılması gereken, kendi kabullerinizi tartışılmaz ve değişmez doğrular olarak ele alıp gereksiz ve yersiz genellemelerin ardına sığınan suçlamalar yöneltmek, hükümler vermek değildir. Aksine; edebiyat, edebiyat eleştirisi ve edebiyat sektörü ilişkisinde sorunu neliği ve gerçekliği temelinde değerlendirerek, kim(ler)in beslenen kim(ler)in besleyen olduğunu ortaya koymaktır. Örneğin; edebiyat sektöründeki hangi kuruluşlar, hangi yayıncılar, kitap tanıtıcı ve eleştirmenlerinden hangilerini beslemektedir? Bunların adları nedir? Sayıları kaçtır? Yoksa eleştiri alanında yer alan, kalem oynatan herkes mi beslemedir? Eğer herkes için bu hüküm kurulamayacaksa, beslenenlerin sayısına bakarak genel olarak eleştirinin “besleme” olduğu hükmü nasıl verilebilir?

Sözün özü: Genel olarak eleştiri bir besleme değildir ve olamaz. Bazı eleştirmenlerin, Lekesiz’in sözünü kullanırsak, “besleme” olması kendine özgü bir etkinlik türü olan eleştirinin bu niteliğini değiştirmez. Bundan dolayı Lekesiz, ele aldığı sorunun ve üzerine yazdıklarının önemine ve değerine inanıyorsa yazdıklarını somutlamalı, edebiyat eleştirisi alanında ciddi bir tartışmanın, sorgulamanın kapılarını aralamalıdır. Yoksa bu yazdıklarının, kendisi açısından bile hükmünün olup olmadığı dikkate alınmadan, dergi sayfalarında unutulması kaçınılmazdır. Ki şu ana kadar da hiç kimse üzerine alınmamıştır ve alınmayacaktır da... Bu haliyle, kendisinden gayrı kimseye, hiçbir kuşa, nesneye değmeyecek, hiçbir yere düşmeyecek bir taştır zaten Lekesiz’in attığı…



* Felsefe Öğretmeni; http://atalaygirgin.blogspot.com
Bu makale “Eleştiri mi beslemedir? Yoksa…” başlığıyla, aylar öncesi “Dünyanın Öyküsü” dergisine gönderilmişti. Dergide yazılar için ayrılan alanın sınırlı olması nedeniyle de olabildiğince kısa tutulmuştu. Buna rağmen geçen süre içerisinde yayınlanmadı. Yazıda bahsedildiği gibi, eleştiri konusu yazıyı ve önermelerini aynı dergi sayfalarında yazan edebiyat eleştirmenleri bile görmedi, göremedi. Her biri “üç maymunu” oynadı. Zaten Lekesiz de yazısında “gölge boksu” yapan genellemelerin ardına sığınıp salvolar savurmaktaydı. Edebiyat eleştirisinin kendisi başta olmak üzere kapsamındaki herkesi hedefine alan ama hiç kimseye değmemeye özen gösteren salvoları içeren yazıyı sayfalarında yer vermeyi marifet sayan dergi yönetimi, ona yönelen eleştirel bir değerlendirmeyi ise tabiri caizse aylardır yok saydı. Bundan olayıdır ki 0labildiğince kısa tutulmuş bu makaleyi burada yayınlıyorum. Daha geniş bir versiyonunu ilerleyen günlerde, gerekli açılımlara da yer verip, somutlayarak yayınlayacağım.
1 E. M. Cioran, Çürümenin Kitabı, sf. 54, Metis.
2 Ömer Lekesiz, Dünyanın Öyküsü Dergisi, Sayı: 1, sf. 78.
3 Umarım yanılırım ve Ömer Lekesiz’in, içerisinde paylaştığım düşünceler de taşıyan, bu yazısı edebiyat ve özellikle de edebiyat eleştirisi alanında verimli bir tartışmanın fitilini ateşler. 
4 Ömer Lekesiz’in affına sığınarak onun yazıp söyleyemediklerine ilişkin sorularla işini kolaylaştırmak, meseleyi gerçeklik boyutuyla ortaya koymasına vesile olmak mümkün elbette. Ama şimdi ne yeri ne de sırası… Özellikle de dergi sayfalarının sınırını ve yazının olası hacmini düşündüğümde…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder