Sayfalar

01 Temmuz 2012

Sivas Katliamı; İlinek İnsanın Zaferi...


Sivas Katliamı; İlinek İnsanın Zaferi

Atalay Girgin*

Her acı bireysel yaşanır. Hangi sözcükleri seçerseniz seçin, hiçbir acı anlatılamaz. Olsa olsa yaşanan acıya ilişkin yalnızca bir duygulanım hissettirilebilir yazılanlar ve gösterilenlerle. Boğazınızda bir düğüm, gözlerinizde taştı taşacak bir gözyaşı birikintisidir oluşabilecek olan.

Anlatılara sığmaz hiçbir acı… Yaşanmamışsa bilinmez! Yaşansa da hiç kimsenin acısı bir diğerinin aynı değildir. Diri diri yanmanın… Diri diri yakılmanın, saniye saniye, çevreden yükselen dumanlar ve yanık et kokuları arasında, yana yana öldürülmenin acısı nasıl anlatılabilir ki, dört bir yanı kuşatan alevler içinde kalmamış ve hiç yanmamış olana…

Yananlar, yakılanlar varsa, yakanlar da vardır. Kibriti çakanlar, benzini döküp ateşi tutuşturanlar da… Uzaktan ya da yakından yükselen alevleri izleyen, yükselen canhıraş çığlıkları dinleyenler de… Zafer çığlıkları ve nidaları arasında kendilerinden geçenler, muzaffer bir edayla ortalıkta dolaşanlar da… Yananların bedeninden yükselip dağılan yanık et kokularını içlerine çeke çeke beslenenler de… Onlar hâlâ aramızda dolaşıyor!  

Sivas’tan söz ediyorum. Bu toplumun tarihine som altından harflerle eklenen, Sivas katliamından…  Sivas’ta bir zafer kazanılmıştır. Sivas’ta bir insanlık suçu işlenmiştir. Hem de tüm toplumun gözleri önünde… Zaferin adı; Sivas katliamıdır. Nevi; insanlık suçu…

Atalarının yolundan, insanlık dışı, insanlık düşmanı düşüncelerin, din temelli siyasal-ideolojik anlayışların peşinden gidenler, gelecek nesillere örnek bir zafer bırakmışlardır. Camilerde namazlarını kılıp, Allah’ın takdir ve inayetiyle, zaferlerini mübarek kere mübarek kılarak ateşe vermişlerdir diri diri insanları. Ama insanı ve insanlığı paranteze alarak…

Sivas katliamı, insanın, insanlığın, ilinek insanın karşısındaki makûs talihidir. İnsan ile ilinek insan ya da ilinekleşen insan arasında temel bir fark vardır. Söz konusu makûs talihin nedenlerinin başında da bu fark gelir.

İlinek insan, kendi değerini kendisinden başlatmayan, başlatamayan insandır. Yalnızca kendisinin değil; aynı zamanda karşısındaki insanın değerini de… Bundan dolayı, hem kendisini, hem de karşısındaki insanı, değeri ve değerleriyle kişi bütünlüğüne sahip bir birey olarak görmez. İlinek insan, her zaman, değerini, kendi dışındaki bir varlıktan başlatır. Bu değeri onunla ilişkisinin yakınlığı veya uzaklığı temelinde belirler. Kabullerini de reddediş ve yok sayışlarını da belirleyen budur.

Bu varlık kimi ilinek insana göre Allah’tır, dindir, ölü ya da diri dini bir lider, kutsal varsaydığı bir varlıktır. Kimine göre devlettir, millettir. Kimine göre statü, kurum ya da saygın kabul edilen bir kişi, vb.dir. Kimine göre de aynı anda bunların bir kısmı ya da tümüdür. İlinek insan için kendisinin ve karşısındakinin değerini belirleyen bunlarla olan ilişkisinin yakınlığı, uzaklığıdır. Dolayısıyla kişinin değerinin olumluluk veya olumsuzluğunun ölçütü de…

İnsan ise, ilinek insanın tam zıddı bir kabule sahiptir. Temel hareket noktası şudur: Her insanın değeri ve değerleri vardır1. Etnik kökenine, inanıp inanmayışına, diline, dinine, kılığına kıyafetine, statüsüne, vb. bakmaksızın, karşısındaki kişiyi, öncelikle kişi bütünlüğüne sahip değeri ve değerleri olan bir insan olarak değerlendirir. Çünkü o, hem kendisinin hem de karşısındaki kişinin değerini ve değerlerini kendisinden başlatır. Kendisi dışında var olan ya da var olduğu varsayılan, gerçek ya da düşsel, düşünsel varlık ya da varlıklardan değil. Dolayısıyla onlarla ilişki düzeyinin ne olup ne olmadığının hükmü yoktur.

Hiçbir insan yavrusu, anasının karnından ilinek insan olarak doğmaz. Ancak, insanın insanı sömürüsüne dayanan toplumlarda, cinsel, dinsel, siyasal, ideolojik, ekonomik, vb. ilişki, sömürü ve tahakküm mekanizma ve kurumları, insan yavrusunu hızla kuşatır. Onu her geçen gün kendi kabulleri temelinde, insanı, toplumu, dünyayı ve evreni anlamlandırmaya zorlar. Bazıları sormaya, sorgulamaya kapalı, yani dogmatik kabulleri temelinde, iyi-kötü, olumlu-olumsuz, vb. değerler atfedilip nesneleştirilmiş bir dünya sunar.

Bunlar arasında yol alıp, kendi aklıyla düşünen, kendi kabullerini oluşturan, değerini ve değerlerini kendisinden başlatan, kişi bütünlüğüne sahip bir birey, bir insan olabilmek zordur. Ancak, var olan sömürü ve tahakküm sistemini korumak ve varlığını devam ettirmek üzere sunulan kabulleri veri alıp içselleştirerek, değerini ve değerlerini kendi dışındaki bir varlıktan başlatmak, kısacası ilinekleşmek, ilinek insan olmak kolaydır.

İşte bundan dolayıdır ki, ikinciler tarih boyunca toplumların çoğunluğunu oluşturmuştur. Tarih boyunca sürüler halinde güdülmüş, savaşta eğer ölürlerse şehit, öldürür ve zafer kazanırlarsa da kahraman olacaklarına inandırılmışlardır. Hâlâ da buna inanırlar ve bundan sonra da inanmaya devam edeceklerdir. Çünkü ilinek insan, ilinekleştirilen insan, egemenlerin, egemenliklerini sürdürmek isteyenlerin hava gibi, su gibi, yaşam kaynaklarından biridir. İlinek insanın tükenişi onların kâbusudur. Bundan dolayı, dünyanın her yerinde egemenler, dinsel, siyasal, ideolojik, vb. kurumlarıyla seri olarak ilinek insanlar üretir.

İlinek insan her toplumda her dönem vardır. Sinsi bir sırtlan, sinsi bir çakal gibi, büyük ya da küçük efendilerinin işaretini bekler. Dünyanın her yerinde, her toplumda, yerine ve zamanına göre benzer ya da farklı farklı sıfatlar altında arz-ı endam eyler.  Sözüm ona farklı farklı kutsal görevler ifa eder.

Örneğin; zamanın iktidarının ve işbirlikçilerinin tezgâh, tertip ve sözlerinin peşinde, 6/7 Eylül’de, “gavur”ları yıldırıp kovmak üzere, zincirlerinden boşanmışcasına İstanbul sokaklarına salındıklarında, evlerini, işyerlerini talan edip, kadınlarına tecavüz ettiklerinde, ilinek insanın sıfatı,  “Türk ve Müslüman”dı.

Keza; Kahramanmaraş’ta, yüzlerce insanı, alevi ve solcu oldukları için katledip, gözleri görmeyen, bir yerlere kaçamayan yaşlı bir kadının, başını bahçedeki tuvalet çukuruna sokup, sonra da bacaklarının arasına araba okunu yerleştirdiklerinde, Allah ve Türklük yolunda kutsal bir savaş veren ilinek insanın sıfatı, “Müslüman-Sunni-Türk-Milliyetçi-Ülkücü”ydü.

Velhasıl; Sivas’ta, camilerde topluca kıldıkları namazların ardından Madımak’a saldırıp ateşe vererek, içeridekileri diri diri yaktıklarında, ilinek insanın sıfatı,  “Müslüman-Sunni”ydi. 
       
Her birinde zafer ilinek insanın oldu. İnsanın ve insanlığın üstü çizildi. İlinek insanı üreten, insanı kitleler halinde ilinekleştiren kurumlar ve iktidar ilişkileri, varlık koşullarıyla birlikte ortadan kaldırılmadığı sürece de bu gerçek ve gerçeğin hakikati değişmeyecek. Hele hele, her katliamının yıl dönümünde yükselen “UNUTMAYACAĞIZ! UNUTTURMAYACAĞIZ!” sözleri, bunu hiç mi hiç değiştirmeyecek.

Çünkü, hangi toplumda olursa olsun, hesabı sorulmayan, bedeli ödetilmeyen her katliam, her insanlık suçu yapanların yanına kârdır. Kurumsal süreklilik anlamında ise bunu yaptıran, güdüleyen, dinlerin, ideolojilerin, etnik toplulukların hanesine yazılan bir zaferdir.

Hesap sorulmadan, bedel ödetilmeden geçen her yıl döneminde yinelenen “UNUTMAYACAĞIZ! UNUTTURMAYACAĞIZ!” sözlerininse, beni bağışlayın ama, kıymet-i harbiyesi kendinden menkuldür.

İnsanlık suçları karşısında asıl yapılması gereken, öncelikle hesabın sorulup bedelin ödetilmesi, sonra da bunlarda fail rolünü oynayan ilinek insanı üreten toplumsal kurumları ve toplumsal koşulları ortadan kaldırmaktır. Bundan ötesi laf-ı güzaftır!


* Felsefe Öğretmeni; http://atalaygirgin.blogspot.com
1 “İnsanın değeri ve değerleri” konusunda daha geniş bilgi için, İoanna Kuçuradi’nin “İnsan ve Değerleri”, “Etik”, “Çağın Olayları Arasında”, “Uludağ Konuşmaları –Özgürlük, Ahlak, Kültür Kavramları-“ kitaplarına bakılabilir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder