14 Mayıs 2012

MEMUR MEMURLUĞUNU, MEMUR HADDİNİ BİLMELİ, HELE ÖĞRETMENSE...


Memur Memurluğunu, Memur
Haddini Bilmeli, Hele Öğretmense...

Atalay GİRGİN*

Ülkenin birinde hükümetin pek saygıdeğer, zat-ı muhterem bakanları, kuşluk vakti,  ağızlarını açıp konuştular. Memura verebilecekleri zammın ne olduğunu açıkladılar ya…  Sen misin açıklayan!!!

İnternetin her köşesinden, feryat figan sözler dökülmeye başladı hemen. Sanki ilk kez başlarına geliyormuş, sanki ilk kez böylesi bir durumla karşılaşıyorlarmış gibi… Kim bilir belki de ilk kezdir. Malum ben Türkiye’de yaşadığım için böyle şeylerle hiç ama hiç karşılaşmadım. Eğer Türkiye’de yaşıyorsanız, sizler de karşılaşmamışsınızdır. Böylesi şeylerin Türkiye’de olması ne mümkün efendim!!!

Neyse… Konumuza dönelim:

Memur olan da memur yakını ya da memur emeklisi olan da döktürmeye başladı: Hükümet al zammını kaşına çal! Kaşına olmazsa başına çal! O da olmazsa …. çal!!! Bunu da beğenmedin mi? Nerene istersen orana çal!!!

Hükümetin ve kendisine dokunulması bile ibadet sayılan Hz. Başbakanın ve daha Hz.liği hak edememiş olan bilcümle bakanının, bu zammı nerelerine çalacağını bilemesek de, bu tepkinin umurlarında bile olmadığı kesin. Kim bilir ki belki de içlerinden “ateş olsalar cürümleri kadar yer bile yakamazlar. Bir de durmuşlar, boylarından büyük laflar ediyorlar” bile diyor olabilirler. “Olabilirler” diyorum, o ülkenin zat-ı muhterem başbakanının ve bakanlarının ne düşündüğünü nasıl bilebiliriz ki, değil mi? Benim ki bir tahmin işte…

Hükümet Şeyiyle Yetkili Sendikacılar

Hükümet ve kimi bakanlarıyla “can ciğer kuzu sarması” olmalarına ve onların “hık” deyicisine dönüşmelerine güvenerek “Yüzde bilmem kaç + kaç istiyoruz”  türünden açıklamalar yapanlar ise bir başka âlem… Memleketlerinde dağlar bir şeyler doğuruyor olsa gerek ki hükümetin çok yetkili bakanının açıklamasını duyar duymaz, şaşkınlıkla, “Aaaa… Dağ, hiç ama hiç bişeycik, farecik bile doğurmadı” sözleri dökülüverdi.

Malum, dünyanın hiçbir yerinde  halüsinasyonlar görmeyi herhangi bir kimseye yasaklamak mümkün değil. Keza birilerinin yanılsamalarını gerçeklik sanıp vecd içinde secde etmelerini de… Ne var ki, hükümet şeyiyle örgütlenip iki günde yetkili oluvermekle kendisini bir şey sananların unuttuğu bir hakikat var: Hiçbir dağ eğilmez.

Ama onların “Dağ” sandıklarının ise bellerini doğrultmaya fırsatları bile yok. Bıraktım efendilerini, efendilerinin memurlarının bile önünde iki büklüm arz-ı endam eyliyorlar. Efendinin memurunun ağzından emir kipi bir yana, durum tespiti kabilinden vurgulu bir söz çıkmaya görsün, üzerinden 24 saat bile geçmeden ya kararlarından tornistan ediyorlar ya da hemen emir kabul eyleyip gereğini yapıyorlar. Tabii, iki büklüm vaziyette ve kıbleleri de efendi…

Neylersiniz ki, hükümet, pardon işveren eliyle örgütlenip yetki aldığı için, efendisini, yanılsamayla kötürümleşmiş bir bilinç haliyle, “Dağ” bellemiş olan “hık” deyiciler, ortada “fare” bile göremeyince şaşırıyorlar. “Ama… ama… ama…” diye kekeliyorlar. Tıpkı, “El şeyiyle gerdeğe girmek”le kendisinin iktidar eyleyeceği yanılsamasını yaşayanlar misali… Ama orası Türkiye olmadığı için, bu sözden haberleri olmayabilir, malum sendikacıların…

Velhasıl,  gerdekte “el şeyi” birini ne kadar iktidar eylerse, yetkide de işveren şeyi birilerini o kadar yetkili kılar. İkisinde de asıl efendi, “şey”in sahibidir.

Memura Yakışan Şey

Memur dediğin haddini bilecek. Hükümetin, pardon yine dilim sürçtü işte… İşverenin şey ettiği bir sendikada örgütlenip onu yetkili kılarsa bir memur sonucuna katlanacak. Madem işverenin şeyiyle el bebek gül bebek olmayı yeğleyen sendikacıları seçti bu durumda o da sendikacısının seçtiği şeyle yetinecek. Memur dediğin, umduğu ve hayalini kurduğu, hayallerini süsleyen şeyle değil, eline verilen ya da sunulan şey ya da şeycikle yetinmesini bilendir. Bu şeyi, şeyciği kim ya da kimler mi sunar? Bunda bilmeyecek ne var ki…Ya amirler amiri, ki başında hükümet oturur ya da onun şeyiyle yetki almış sendikacılar…  

Bir de araştırıp öğrendiğim, o malum ülkenin bazı memurlarından dinlediğim kadarıyla, bu işin tek sorumlusu hükümetin şeyiyle iş tutan sendika ve sendikacılar değilmiş. Konuştuğum memurlar diyorlar ki, “Kardeş! Bu ne iştir? Nasıl iştir? Anlamadık bir türlü…”

“Nedir anlamadığınız?” diye sordum haliyle…

“Şimdi” dediler, “biz hükümet eliyle örgütlenip yetki alanlara kızıyoruz ama bir de diğerleri var.”

“Hangi diğerleri..?” dedim şaşkınlıkla… Ardı sıra da ekledim: Madem başka sendikalar var, neden onları seçmediniz ki…

Hemen atıldı birisi: Öyle deme kardeş… Bunların aralarında ayrımlar var elbette ama hepsi de elbirliği, söz birliği etmişçesine, aidatları bile hükümet eliyle topluyorlar. Hükümet bizden topluyor, onlar da hükümetin elinden alıyor. Velhasıl hepsi de hükümetin eline bakıyor bunların…

“Durum böyle olunca” diye söze girdi diğeri: Biz de düşündük ki, hepsi işi hükümete havale ettikleri, ona bu denli güvendiklerine göre… Bize düşen de hükümetin güvendiği, elverdiği sendikanın peşinden gitmektir. Nerden bileydik ki, efendilerin peşinden gidenin layık olduğu en iyi yer, efendinin ayaklarının dibidir.

“Yaa…” dedi önceki, ne yapacağını bilemez bir halde bakışlarını kaçırarak, “Şimdi öğrendik ki, bizim seçtiğimiz, ardından gittiğimiz sendikacıların yeri zaten hükümetin ayaklarının dibiymiş.”

“Evet” dedi diğeri, arkadaşını onaylarcasına… Ve üzüntülü bir sesle sürdürdü sözlerini: Malum hikâyedir ya… Efendilerin iktidarlarını sürdürebilmeleri için önemli iki şeye ihtiyacı vardır her daim. Birincisi iyi çobanlar… İkincisi de ayaklarının dibine yakışan iyi, eğitimli ve söz dinleyen köpekler…

“Desene” diyerek arkadaşına dönen önceki, kızgınca söylendi: Bu durumda biz de sürü oluyoruz. Gerektiğinde meraya, gerektiğinde mezbahaya, gerektiğinde seçime, gerektiğinde savaşa sürülen…

Baktım ki bu iş uzayacak. “Kusura bakmayın!” dedim, “Şu andan itibaren bana söz düşmez. Ama yapacağınız en iyi iş bu sendikaları da sendikacıları da, hatta hükümeti ve düzeni de bir an önce yerle yeksan eylemektir. Eğer başaramayacağınızı düşünüyorsanız, hadi gelin, Türkiye’ye götüreyim sizi…”  

“Olmaz!” dedi ikisi birden… “Neden?” dedim. “Yarın sabah mesai var. İşe gitmezsek müdür soruşturma açar, işimizden oluruz alimallah” diye yanıtladılar.

“Haklısınız!” dedim, “Haklısınız! Memur dediğin haddini bilecek… Hele de düzenin duvarındaki tuğlaya dönüşmüş bir 'öğretmen'se... Ve asli işi de düzene ve o düzenin efendilerine "köle yetiştiren eğitimli KÖLE"llikse..."

* Felsefe Öğretmeni; http://atalaygirgin.blogspot.com

Hiç yorum yok: