Marx neden ‘Marksistler’den kurtulmalı?
Atalay GİRGİN
Önce kısaca eleştirilere yanıtlar1
Radikal’in “Tartışı-yorum” bölümünde, 20 Mayıs tarihinde yer alan “Marx neden ateist değildi?” başlıklı yazım, bir haber/yazıydı. Bu niteliğe haiz bir yazının temel işlevi öncelikle haber vermek, haberdar etmek, bilgilendirmek ve ilgi uyandırmaktır. Bunu yaparken de “5N 1K” formülünde ifade edilen unsurların büyük çoğunluğuna riayet etmek durumundadır.
Söz konusu haber/yazı da büyük ölçüde bu koşullara uygundur. Uygun olmayan yanı ise özellikle söylem biçimidir ki, ona haber niteliğinin yanı sıra ‘yazı’ niteliğini de eklemeyi gerektiren boyutlardan birisi budur. “Ne”yin, “nerede”, “ne zaman”, “nasıl” ve “kim” tarafından yapıldığı ise haberin gereğidir “Nerede” sorusunun yanıtına binaen, derginin adı iki kez geçmiştir. Yazının “Reklam yaptığı”nı söyleyenler bunları atlamışlar, “evrika, evrika” diye ortalığa fırlamışlardır.
Yazının, başlıkta içerilen önermeyi temellendirmediği iddiası ise gereksizdir. Çünkü, hiçbir haberin, hiçbir haber/yazının, habere konu olan kişinin önermesini temellendirme yükümlülüğü ve sorumluluğu yoktur. Haber yapan hiçbir insandan da bu beklenmez, istenmez. Ondan beklenen, yapılan haberde “haber değeri”ne haiz unsuru bulup, onu öne çıkarabilmesidir. Ki ilgili haber/yazıyı, birazcık dikkatle okuyan herkes, orada Marx’ın ateist olup olmamasına ilişkin küçücük bir yorum bile yapılmadığını fark edecektir.
“Reklam yapıldığı” ve “önermenin temellendirilmediği” eleştirileri için bu kadar açıklama yeterlidir. Ancak, Radikal’in “Tartışı-yorum” bölümündeki 27 Mayıs tarihli yazısında, “bazı hususlarda bildirilmiş kanaatlerin izahatle düzeltilmesi gerektiğini düşündüm” diyen Emrah Göker için ayrı bir başlık açmak gerek. Bunun birinci nedeni, Göker’in, eleştirilerini kendince incelikli bir üslupla yöneltmesi ve yazısının içerik düzeyidir. Bunun için teşekkür ederim. İkinci nedeni ise yazısında yer alan bir dizi önermedir. Bunlardan ikisine değinip geçeceğim.
Göker’e küçük bir anımsatma
Örneğin, bunlardan birisi, “Marx filozof değildir” önermesidir. Bana, yazımın başlığında içerilen ve Andy Blunden’e ait olan “Marx ateist değildi” önermesini temellendirmediğim gerekçesiyle, gereksiz ve yersiz bir eleştiri yönelterek, “Fikirlerle yaşayan birinin kanaat tüketicileri piyasasına arz ettiği fikirlerle sansasyon ve heyecan hedeflemesi kabul edilebilir gözükmüyor” derken de eleştiri sınırlarının ötesine geçen, asılsız ‘ithamlar’da bulunuyor. Alınganlık gösterip yanıtlamaya ve tartışmaya değer mi? Hayır!
Ancak sözlerini anımsatabilirim : Yazısında, “Fikirlerle yaşamayı seçmiş insanların uğraştıkları zanaata dair bir takım sorumlulukları olması gerektiğini düşünenlerdenim. Bu sorumluluklardan biri de, mesela gazete gibi bir ortamı kullanarak ahaliye fikir arz etmeden önce, bu fikirler hakkında doğruluk, sarihlik, gerekçelendirilebilirlik gibi kıstaslarla kontroller yapmak olmalı.” diyor. Ki bu sözlerinden hareketle, Göker’in “Marx’ın filozof olmaması” ile ilgili “aktardığı fikirlerin bu kıstasları sağlayamadığını, iyi temellendirilmemiş kanaatler olarak ahalide Marx’ın pozisyonu hakkında ciddi bir yanlış-tanıma etkisi yarattığını düşünüyorum” denilebilir mi? Elbette…
Ama ben demiyorum. Çünkü biliyorum ki, “Marx filozof değildir” önermesinin temellendirilmesi ve bunun geçerliliği, doğruluk değeri, kişinin felsefeyi ne olarak ve nasıl tanımladığına, belirlediğine; “Filozof kimdir? Kime filozof denir?” sorularına verdiği yanıta bağlıdır. Bu yanıtlar açık seçik ortaya konulmadığı sürece de bunu tartışmanın gereği yoktur. Ama, Göker’in “Marx ateist değildi, biliyorduk” sözü için geçerli değildir aynı hüküm.
Marx’ın ateist olmayışının miladı…
Göker, “Marx ateist değildi, biliyorduk” dese de, buradaki “biz” ya sözün gelişi “ben” yerine kullanılmıştır ya da bu “biz”in hükmü de cürmü de “bir avuç” insandan ibarettir. Türkiye’de komünistler, ‘Marksistler’, sosyalistler, devrimciler, 20’lerde 40’larda olduğu gibi 70’lerde 80’lerde ve dahası günümüzde de Marx’tan hareketle “ateist” olarak nitelenmektedirler. Ama bilgilerim dahilinde bunun aksini iddia eden, bunu reddeden, kayda değer, kendine referans verilen ve bilinirlik niteliği taşıyan bir tek yazı yoktur. Dolayısıyla, söylenen sözün de geçerliliği…
Keza, Radikal’in “Tartışı-yorum” bölümünde yazıya eleştiri/yorum yazanlar gibi, internet ortamındaki forumlarda da “diyalektik materyalist bir insana nasıl ateist değildir” dersiniz diyen ve yazdıklarıyla farklı bilgi ve bilinç düzeyine sahip olduklarını sergileyen insanların sayısı hiç de az değildir2. Ama bunların, Göker “biliyorduk” dese de, bildiklerinin Göker’i yadsıyor olması önemlidir. Bunda da abesle iştigal bir şey yoktur. Çünkü onlar öyle öğrenmişlerdir. Kimlerden mi?
Önder Uçar’ın çağrıda bulunduklarından… Aşağıda döneceğim ama, yeri gelmişken belirteyim, Uçar’ın Radikal’deki 5 Haziran tarihli “Solun öğrencisinden solun hocalarına çağrı” başlıklı yazısında seslendiklerinin ve dahası yazıda belirtilmese de ‘sesleniş’in kapsamında kalanların (yanılmayı göze alarak yazıyorum ki) tümü3, dünde ve bugünde gencecik, pırıl pırıl insanların yanlış öğrenme süreçlerine sokulmasının müsebbibidir. Ve neylersiniz ki, küçücük bir özeleştiri gereği bile hissetmeden, hâlâ arz-ı endam eylemektedirler…
Konuya dönersek : Göker, ne demiş olursa olsun, Türkiye’de Marx’ın ateist olmayışının, yaygın anlamda bilinirlik düzeyine çıkmasının ve bunun şu ya da bu ölçüde tartışılır olmasının miladı, 20 Mayıs 2008’dir. Bu tartışmanın başlamasına neden olan da, yazının çevirisini yayımlamış olsa da Sözcelem Felsefe-Edebiyat Dergisi değil, Radikal gazetesidir.
Marx neden ‘Marksistler’den kurtulmalı?
Marx’ın talihsizliği, ne kapitalizm ve burjuvazi ne de onun düşüncelerini çarpıtan, bozan, eklektik bir biçimde ele alıp sunan ve devrimci radikal içeriğinden soyutlamaya çalışan iktidarın akademileridir. Aksine onun en büyük talihsizliği, kendilerini özel anlamda ne olarak adlandırmış ya da nitelemiş olurlarsa olsunlar, her soydan ve boydan ‘Marksistler’dir. Hatta Uçar’ın yazısı bağlamında söylersem, “gerçek sol”un, ‘Marksist’ “solcu hocaları”dır.
Bu ‘Marksistler’, Marx’ı bilir; hatta kendilerince, onun yazdıklarının önemli olduğunu düşündükleri bölümleri ezbere bilir, ama genel olarak anlamaz, anlamak istemez; o “hocalar” dahildir buna. Onlar Marx’ın, sözü ve eylemiyle 19. yüzyıldan seslenen bir komünist olduğunu elbette bilmektedirler. Ne var ki kendi saikleriyle bir akıl büyülenmesi yaşadıklarından dolayı, bunun değerini de yerini de anlamaktan uzaktırlar.
Marx, insanın insanı sömürüsüne karşı eşitlik ve adalet özlemiyle kapitalizm koşullarında mücadele edenlerin, düşünceleriyle kendi çağından ileriye doğru ışık saçan yol arkadaşlarından en önemlilerinin başta gelenidir. Ortaya koyduğu düşünceler, yaşadığı koşullarda yaptığı analizler değişmez, sorgulanmaz ve tartışılmaz doğmalar değildir. Zaten bu, ‘Marksistler’in çok sevdikleri ve laf başı geldiğinde bir amentü gibi yineledikleri sözlerden biriyle yazarsam, “eşyanın tabiatına aykırıdır”. Ve o, ne var ki, doğrularıyla yanlışlarıyla 19. yüzyıla aittir.
Oysa ‘Marksistler’ onu, önce 20. yüzyılın ikinci çeyreğine sonra da giderek 21. yüzyıla tartışılmaz referans kaynağı olarak taşıyıp, neredeyse her sözü hadis kılınan peygambere dönüştürüp kutsallaştırdılar. İslam Peygamber’inin 9 yaşındaki kız çocuğuyla gerdeğe girip onu 9 yaşında bir kadına dönüştürmesine tepki göstermeyenler, “Marx’ın aşk hayatı”na ilişkin “hizmetçi” ayrıntısını öğrenince, tabir-i caizse “şok” geçirdiler. Ama bu “şok”, hem 12 Eylül koşullarının, hem de daha önce Atilla İlhan tarafından çevrilip, Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmış olan A. Kolontay’ın “Cinsel Devrim” adlı kitabıyla tanışmanın etkisi altında, ‘duruma ayak uydurarak’ çabuk atlatıldı. Ne de olsa her şey değişiyordu ve değişmeyen tek şey değişmenin kendisiydi. Vaziyet diyalektiğe uygundu…
Ancak her şeyin bir istisnası vardı, değişmenin bile : ‘Marksistler’ için bu istisna, Marx’ın düşüncelerinin ‘doğruluğu’ ve her şeyin değiştiği bir Dünya’daki geçerliliğiydi. Genellikle kendi işlerine gelmediği zamanlarda anımsayıp yineledikleri, “Marksizm bir doğma değildir” sözü ise laf-ı güzâftan ibaretti. Çünkü ‘Marksistler’, bu topraklar üzerinde Marx düşüncesinin yanına, onun ortaya koyduğu, analizlerinde ve çalışmalarında kullandığı diyalektik yöntemi kullanarak, “yeni” bir “kum tanesi”4 bile taşımamışlardır. Aksine onlar, genel olarak ve karikatürize edip birkaç maddeye indirgeyerek yazarsak, kısaca şunları yapmışlardır :
1) Marx’ı ritüellerinin değişmez bir aksesuarına dönüştürmüşlerdir.
2) Marx’tan yaptıkları, neredeyse her alıntıyı kendilerinin ne kadar ‘Marksist’ olduklarının bir referansı olarak diğer ‘Marksistler’e karşı kullanmayı seçmişlerdir. Elbetteki diğerlerinin de gözü ve eli boş durmamıştır. Onlar da aynı yöntemle5, Marx’ın metinleri arasından kendilerinin ötekilerden daha ‘Marksist’ olduğunu kanıtlayacak söz ve pasajlar aramışlar ve bulmakta da zorlanmamışlardır. Hatta bazen aynı alıntıları kullanarak yapmışlardır bunu.
Tıpkı İslam dünyasındaki kelam hareketinin iki önemli kolu olan Mutezile ile Eşarilik arasında yaşananlara benzer bu durum. Her iki kesimin de değişemez, tartışılamaz ve sorgulanamaz referansı, Kuran ve Peygamber’in sözleridir. Bu akımlar, bir çok konudaki tartışmalarının yanı sıra, özellikle kaderiye ve cebriye sorununda, kendilerini haklı ve diğerlerini de haksız kılmak, yanlışlamak için Kuran’dan birbiri ardı sıra ayetler arar, bulur ve aktarırlar. Zaten bulmamak olanaksızdır. Çünkü, bir başka yazımda belirttiğim gibi, tüm dinlerin kutsal metinleri birer tenakuz abidesidir. Eldeki metnin nasıl olup da birbirine karşıt iki teze cevaz verdiğini sorgulamaya yeltenemedikleri için de sorun “güç”le, “zor”la çözülür. Mutezile tarih olur… ‘Marksistler’in geldiği ve Marx’ı getirdikleri yer çok mu farklı?
3) Marx’ı ve onun düşüncelerini, salt kendilerini diğerleri karşısında haklı kılmanın argümanına dönüştüren ‘Marksistler’; değişik nedenlerle, bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde, insanın insanı sömürüsüne dayanan kapitalist sömürü düzenine karşı mücadeleyi seçen, bu mücadeleye ilgi duyan genç insanları yanlış öğrenme süreçlerine yöneltmişler ve onların düşünsel ufuklarını daraltıp karartmışlardır. Çünkü kendi düşünsel ufukları dardır.
4) Onlar; sınıflar savaşımı ve devlet öğretisi temelinde, enternasyonal bir örgütlenme ve mücadeleden, sınırların ortadan kalktığı bir Dünya’dan söz eden Marx’ı, kendilerinin dibinde mekan tuttukları ulusalcılık kuyusunun içine sığdırmaya çalışmaktan öteye gidememişlerdir. Çünkü kuyunun dibinde oturan için gökyüzünün genişliği de kuyunun ağzı kadardır. Bu maddelerin sayısını daha fazla uzatmak da bunları ayrıntılandırmak da mümkün. Ama gerek yok; şimdilik yeterli bu kadarı…
Biliyorum ki, Marx 19. yüzyıldan 21. yüzyıla gelip, bu ‘Marksistler’den kurtulamaz. Bu ‘Marksistler’in tümü de Marx gibi bir düşünürün, zamanını ve her geçen gün nesnesini yitiren düşüncelerini bir amentü gibi yineleyip dogmatik bir biçimde günümüze taşıyıp durmaktan vazgeçemez. Çünkü bu amentüler onların varoluş nedenine dönüşmüştür. Dünyayı değiştirme ve dönüştürme mücadelesinin geçmişinde kalmış olanı anlamının bilgisine değil…
İşte kısaca ve genel olarak sadece bunlardan dolayı bile, Marx, ‘Marksistler’den kurtulmalıdır. Bunun çaresi ise Uçar’ın çağrıda bulunduğu “solun hocaları” değildir. “Kelin ilacı olsa” misali, onlar bir ilaca sahip olsalar önce kendi başlarına sürecekler… Ama nafile…
**************
1 20 Mayıs 2008’de Radikal’in “Tartışı-yorum” bölümünde yayımlanan “Marx neden ateist değildi?” başlıklı yazıma yöneltilen eleştiri ve yorumlara yanıtımın ikinci bölümüdür bu yazı. İlk bölüm “Dinciler neden hala hem Marx’a bakıyorlar hem de ondan korkuyorlar?” başlığıyla yayınlandı.
2 Bunun istisnalarından biri Radikal’de yorumunu belirten Hakan Uzuner’dir. Çünkü o “Evet Marx ateist değildir çünkü diyalektik ve tarihsel materyalisttir.” derken diğerlerinden ayrılmaktadır.
3 “Tümü” dememe rağmen elbette bunun istisnaları vardır. Ancak “istisna”dan söz etsem, bunların hepsi kendisinin “istisna” kapsamında olduğu kuruntusuna kapılır. Ki öyle yağma yok; bundan dolayı “tümü” diyorum
4 Bunu başaran geçmişte ve günümüzde birkaç önemli isim var elbette. Ama onların ‘Marksist’liği, ‘Marksistler’in geneli nezdinde kayda değer bir kabule mazhar olamamıştır. Örneğin bunlardan biri, İdris Küçükömer’dir. Bir diğeri, kısmen Hikmet Kıvılcımlı ve Özgür Üniversite çatısı altında çalışmalarını sürdüren Fikret Başkaya’dır.
5 Ki bu yöntem asla diyalektik yöntem değildir. Aksine, kilerde yiyecek arayan fareler gibi, tıpkı tarihten, kendilerini ve işgüderi oldukları ideolojiyi haklı kılacak argümanlar arayan kimi tarihçilerin kullandığı eklektik ve seçmeci yöntemdir. ‘Marksistler’ de Marx’ın metinleri arasında, kendi önermelerini destekleyecek ve ötekilerin önermelerini de yanlışlayacak satırlar, pasajlar ararlar. Oysa bulup bulabilecekleri her şey, 19. yüzyılda olup bitenlere dairdir; hem ampirik hem de teorik anlamda… Kuramların ve kuramsal açıklamaların genelliği yukarıdaki cümlenin hükmünü ve geçerliliğini ortadan kaldırmaz.
Sayın Girgin,
YanıtlaSilKeşke yazılarınızda, "birilerine" cevap vermeyi öncelik olarak görmeseniz. Bir çoğuna katıldığım düşünceleriniz, fazla kişiselleştirilmiş tartışmaların gölgesinde kalıyor.
İlle de cevap verme gereği hissediyorsanız da bence bunu adı geçen gazetenin ilgili bölümünde yapın.
Temennim, okurlarınıza karşı, eleştirilere cevap verme zorunluluğundan kendinizi ve yazılarınızı kurtamanız.
Mutlu ve esen kalın