Mülakat
Neden ÖĞRETMEN Seçme Sistemi Değildir?
Atalay
Girgin*
Yine mülakat tartışmaları ve yakınmaları başladı. Özellikle de önce, şahsa özel denilebilecek bir kararnameyle tek kişilik ‘Harika Rektör’ kontenjanından kendisine ayrıcalık sağlanan ve bir gecede ‘Rektör’ yapılan, sonra da ‘Bakan’ sıfatı verilip koltuğa oturtulan Yusuf Tekin’in konuya ilişkin sözlerinin ardından... Elbette Recep Tayyip Erdoğan’ın “Mülakatı kaldıracağız” dedikten sonra, bu sözlerini anımsamaz oluşunu da unutmadan... Elbette bu bir ilk değildi, ama neyse, “Burası Türkiye’dir” deyip geçelim.
İşte bu minval üzere, yeni bir
mülakat pazarı kurulunca, eğitim camiasında birçok kişi mülakatı, “Öğretmenlerin ‘öğretmen’
diplomaları almalarına rağmen KPSS sonrası tekrar öğretmenliklerinin
sorgulanması” olarak görmeye ve nitelemeye başladı. Mülakat sisteminin yeni mağduriyetlere
sebep olup olmayacağını dile getirmeye, mevcut koşullara rağmen kadrolu öğretmen
alımı aşamasında mağduriyet yaratmayan bir düzenlemenin nasıl mümkün olacağını
sorgulamaya girişti. Elbette ‘üniversite’lerin ÖĞRETMEN yetiştirip
yetiştirmediğini bile sorgulama gereği duymadan...
‘Üniversite’ler
ÖĞRETMEN Mi Yetiştiriyor?
En son söylenmesi gerekeni en başta dile
getirmek pahasına başlayalıyım: Herhangi bir üniversitenin herhangi bir
öğretmen yetiştiren bölümünden mezun olmakla, diploma almak ya da diploma
almaya hak kazanmakla hiç kimse ÖĞRETMEN olmaz. Çünkü üniversiteler, hele hele
günümüz ‘üniversite’leri ÖĞRETMEN yetiştirmez. En iyi ihimalle öğretmen adayı,
daha doğrusu memur ‘öğretmen adayı’ yetiştirir. Bunun birbiriyle bağlantılı
birçok nedeni var elbette.
Ancak en başta geleni, ilk ve ortaöğretimin
yanısıra üniversite eğitiminin de çökmüş olmasıdır. Dahası, duvarında ya da
tabelasında “üniversite” yazan her yerin, her kurum ve kuruluşun üniversite
sanılması ve onların da mezuniyeti seri imalata dönüştürmeleridir. Bu sözde
üniversitelerin mezun ettikleri kişilerin çok büyük bir bölümünün entelektüel
ve akademik yeterlilikleri bir yana, alan yeterlilikleri bile sorundur ki bunu
anlayabilmek için mezun oldukları yıl KPSS’ye girip de sınavı kazanabilenlerin
oranı ya da sayısına bakmak bile yeterlidir.
İkincisi ise öğretmenlikte
“oldum” diye bir şey yoktur. Söz konusu ‘üniversite’lerin ilgili bölümlerinden
diploma almak da hiç kimseye “ÖĞRETMEN oldum” deme hakkı vermez. Çünkü Öğretmenlikte
“ Ben oldum” demek, “Ben öldüm” demektir. Çünkü öğretmenlik, son noktayı
koyuncaya dek kendini hem alanında hem de entelektüel olarak geliştirmeyi,
yenilemeyi, sorup sorgulamayı, eleştirel düşünmeyi hiç bırakmamayı;
doğruluğundan emin olmadığı, hele hele yanlış olduğunu bildiği hiçbir şeyi,
dahası kendi inancına uygun diye herhangi bir bilgiyi öğrencilere aktarmamayı
gerektiren bir süreçtir.
Aynı zamanda başta eğitim ve ÖĞRETMEN
etiği olmak üzere, etik ilke ve değerlerden taviz vermemeyi, vazgeçmemeyi gerektiren
bir süreç... Çünkü, büyük harfle yazılan her ÖĞRETMEN bilir ki var olduğuna
inanılan her şey var olmadığı gibi, dinsel kabuller temelinde inanılan her
bilgi de doğru bilgi değildir. Bundan dolayıdır ki son noktayı koymadan once
hiçbir ÖĞRETMEN “Ben oldum” demez ve diyemez.
Peki; eline mezuniyet diplomasını alan,
KPSS’ye giren, bir biçimde belirlenen barajı geçen ve mülakata çağrılan ya da
çağrılmaya hak kazanan herkes, yukarıda belirtilen niteliklere sahip midir?
Hatta mülakatta başarılı sayılıp atananlar bu niteliklere sahip midir? Bu
sorulara “Evet” ya da “Hayır” diyebilmek için, olup bitenleri birazık
sorgulamak bile yeterlidir? O halde mülakat sürecinde olup bitenlere,
yaşananlar kısaca bir değinelim ve yanıtı da sizler verin!
Mülakat
ÖĞRETMEN Seçmek İçin Yapılmıyor
Mülakat sistemini getirenler de o mülakatları yapanlar ve ona boyun eğip mülakata girenler de bunun bir ÖĞRETMEN seçme uygulaması olmadığını bilir. Orada diploma ve KPSS’de başarının dışında bambaşka kriterler aranır.
O halde mülakat sistemi nedir? Mülakat
sistemi, ÖĞRETMEN değil, memur ‘öğretmen’ seçme sistemidir. Ama yeterliliği
olan herhangi bir memur ‘öğretmen’ adayını değil elbette... İstisna
denilebilecek az sayıda kişi dışında, referansları sağlam, siyasal-ideolojik ve
inançsal olarak “bizden”liğinden emin olunanları seçmek için yapılan bir
uygulamadır.
KPSS’de, alanındaki başarı sırası ne
olursa olsun, belirlenen barajı geçmek için yeterli puanı alıp mülakata
çağrılmaya hak kazanan her memur
‘öğretmen’ adayı, hatta başta annesi ve babası olmak üzere ilgili herkes bunu
bilir. O andan itibaren de tanıdık
tanımadık, uzak yakın demeden, çevrede sözü geçen ya da geçtiğine inanılan
birilerinin kapısı çalınır. Amcalar, halalar, dayılar, ablalar, teyzeler
seferber edilir. Bunlar yetmezse araya, daha hatırlı, daha etkili ve yetkili
olduğu bilinen ya da inanılan aracılar konulur. Kiminin karşısında elpençe
divan durulup boyun bükülür. Kimine sözler verilir. Torpil dilenilir ve
bulunur. Ve sonuçta mülakat öncesi bir torpil hiyerarşisi oluşur. Ne de olsa
herkes ve herkesin torpili aynı değerde değildir. Okuyanlar anımsar, “Hayvan
Çifliği” adlı eserinde ne demişti G. Orwell? Bütün hayvanlar eşittir ama
bazıları daha eşittir.
‘Kutsal
Öğretmen’ Olmak İçin Her Şey Mübah Mı?
Peki, niçin yapılır tüm bunlar? KPSS’de aynı puanı aldığı, aynı okulda, aynı
sınıfta okuduğu, aynı sırada oturduğu, aynı yurtta ya da aynı evde kaldığı,
hatta aynı dine inandığı, aynı siyasal ve ideolojik anlayışa sahip olduğu
arkadaşını mülakat sayesinde ekarte edebilmek, onun birkaç adım daha önüne
geçebilmek ya da kendisinden daha fazla puan alan adayları saf dışı bırakıp
kutsal olduğunu söyledikleri, iddia ettikleri öğretmenliğe, daha doğrusu memur
‘öğretmen’liğe atanabilmek için...
“Peygamber mesleği” diye nitelenip
yüceltilmeye, kutsanmaya çalışılan, doğruluktan, dürüstlükten, haktan hukuktan
söz edilen bir mesleğe uzunca bir zamandır, memur ‘öğretmen’lerin büyük bir
çoğunluğu işte böyle atanır, işte böyle adım atar. Bu adımda ne etik vardır, ne
ahlaki değerler, ne ulvi amaçlar... Bu adımda “İnsanlık ve insan olma” vasfı
bile paranteze alınmıştır.
Ne de olsa “İnsan insanın kurdudur”. Ve
amaç için her şeyin mübah sayıldığı bir yerde, kim takar etiği, etik değer ve
ilkeleri; kim takar eğitim ve öğretmen etiğini; kim takar insanlığı, insane olmayı
ve insan kalabilmeyi... Sonunda memur ‘öğretmen’ olabilmek varken, gerisi
hikayeye dönüşür artık...
Hangi
‘Öğretmen’in, Hangi ‘Öğretmen’liğin İtibarı?
Tüm bunlar bilinirken; düzenin siyasal
ve yasal bilinç sınırlarına hapsolmuş muhalefet ve bilimum eğitim ve ‘öğretmen’
‘sendika(cı)sı’ da olup biteni ve onun sonuçlarını bile düşünmeksizin memur
‘öğretmen’ popülizmi ve goygoyculuğu yapar. Hatta zerre utanmadan hep bir
ağızdan öğretmenin ve öğretmenliğin itibarsızlaşmasından,
itibarsızlaştırılmasından söz ederler. Hangi öğretmenin? Hangi öğretmenliğin
itibarı ya da itibarsızlaştırılması?
Velhasıl, tüm bunlar ve yarattığı
mağduriyetler bir yana, mülakat sistemi, memur ‘öğretmen’ adaylarını hak ve
adalet değil, ayrıcaklık arayışına yöneltir; ikiyüzülük ve riyakarlığı
pekiştirir; eğitimde kültürel çürümeyi hızlandırır ve egemen kılar1. Günümüzde en tepedeki kurum ve
kuruluşlarından en alttaki unsuruna dek eğitim ve memur ‘öğretmen’ camiasında
yaşanan da budur zaten.
Bunun en bariz göstergelerinden biri
eğitim bürokrasisinde, hatta daha alt kademelerde görev yapan birçok etkili ve
yetkilinin, dahası bazı ‘öğretmen’lerin bile kendi çocuklarını, zorunluluk
dışında, devlet okullarına göndermemeyi seçmeleri, onları bu memur ‘öğretmen’
kitlesine teslim etmemeyi tercih etmeleridir. Bu bir utanç tablosudur aslında.
Elbette utanacak yüzü olanlar için...
Peki; güünümüz koşullarında kadrolu
öğretmen alımları için mağduriyet yaratmayacak bir öneri ve çözüm mümkün mü?
Eğitimde ve ‘öğretmen’ camiasında, adım adım bu tablonun yaratıcısı,
uygulayıcısı ve sürdürücüsü olanlar ve onların ilineğin ilineği olarak, hatta
ilinekleşmekte sınır tanımayarak önünde ya da ardında vecd içinde secde
ettikleri her soydan ve boydan efendilerinin egemen olduğu bir düzen varolduğu
sürece, memur ‘öğretmen’ kadrolarına alım için önerilebilecek her tür öneri ve
yöntem, günümüz koşullarında hükümsüzdür.
Çünkü toplumsal çözülme ve kültürel çürümeye teslim olmuş bir düzenin ve onun eğitim sisteminin, yönetiminden planlamasına, derslerin içeriğinden üniversitelere ve öğretmen yetiştirmeye dek her şey yerli yerinde dururken en ideal seçme yöntemleri bile çözümü bataklıkta aramanın dışında herhangi bir işe yaramaz. Başta eğitim olmak üzere büyük resme bakmazsanız, neden, niçin ve kimin için yapıldığını bile bilmediğiniz küçücük değişikliklerde bile keramet arayan bir Polyana'ya dönüşür ve birilerinin değirmenine su taşıyan şakşakçı olup çıkarsınız.
* Ankara Üniversitesi,
DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir
Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki
Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam”
kitaplarının yazarı. Güncel Ve Düşünsel;
; https://atalaygirgin.blogspot.com
1 “Mülakat Mobbingdir”, https://atalaygirgin.blogspot.com/2019/11/mulakat-mobbingdir.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder