Sayfalar

11 Ocak 2021

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Gerçek Kısa Tarih...

 

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Gerçek Kısa Tarih...

 

Halit Suiçmez

 

“…asıl sorunu, neliği ve gerçekliği temelinde görmeliyiz…”

                                                            Atalay Girgin, Edebiyat Nedir  Ki, s.50

 

Tarihin ne olduğu ve gerçekliği çok önemlidir. 

Tarih, esasta, yönetenlerin, savaşların, resmi toplantıların tarihi değildir yalnızca.

Milyonların, toplumların yaşam mücadelesinin gerçek biçimde yazılmasıdır.

Bunu yapanlar, toplumların tarihsel gelişimine sınıfsal bakarak gerçeği yazabilirler.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 700 yıllık tarih, öyle bir çırpıda yazılamaz ve anlatılamaz.

Kısa bir yazıda bir kaç dönüm noktasına değinilebilir sadece.. 

Deneyelim kısaca: 

Erken Kapitalistleşen ülkeler, İngiltere, Hollanda gibi, iki nedenle kalkınmışlardır.

Biri, iç dinamikleriyle, diğeri de, sömürgelerin yağmalanmasıyla. 

İç dinamik dediğim, toprak mülkiyetine sahip derebeylerin zamanla sermaye birikimiyle, tefeci ve tüccar olmaları ve giderek ticari sermayeden sanayi sermayedarlarına dönüşmeleri.. 

Ve, artan sanayi sermayesinin öteki ülkelere aktarılmasıyla başlayan sömürgeleştirme süreçlerinden sağlanan yağmalamalar..

Yağmalayanlar gelişmiş kapitalist ülkeler..
Yağmalananlar geri kalmış toplumlar olarak isimlendirilmişlerdir.
 

Kalkınma, üretim biçimiyle yakından ilişkilidir ve özünde sınıfsal bir sorundur, kapitalizmin gelişmesiyle özdeştir. 

Osmanlı toplum yapısını iki dönemde tanımlayacağız; 

1300-1600 arasında, üretim ilişkilerinin özü, “reaya-sipahi-padişah” ilişkileriyle belirlenir.

Reaya, üreten köylü, sipahi, köylüyü yönlendiren devlet memuru, padişah ise toprakların sahibi.

Bu ilişkilerin üstünde ordu ile merkezi Osmanlı Devleti yer alır. 

1600- 1900 arasında, ilk dönem ilişkiler bozulmuş, yerini, “reaya-mültezim” ilişkileri almıştır.
Dolayısıyla ordu ve devlet yapısı da değişmiştir.
 

Bu günkü geriliğimizin nedenleri büyük oranda Osmanlı toplum yapısının kendine özgü niteliğindendir.

Batıda “senyör”, “artık ürüne” kendi adına el koyarken, bizde “sipahi”, ise saray adına el koymaktadır. 

Osmanlılar niçin kapitalist üretime, sanayileşmeye geçememiştir? 

Toplumun sosyo-ekonomik yapısı batı feodalitesinden farklı olduğu için.

Bu yüzden, sanayi sermayesine dönüşebilecek tüccar ve tefeci oluşamamıştır.

On yedinci yüzyıldan sonra Sipahinin yerini mültezimler almış, son iki yüzyıl içinde kısmen toprak beyleri ve özel mülkiyet oluşmuşsa da, Batı, dış etkilerle içerideki sanayi birikimini sürekli zayıflatmıştır. 

Tanzimat ile başlayan batılılaşma hareketleri, bürokrasi ve toprak beyleri ile batının çıkarlarının özdeşleşmesi anlamına geliyordu.

Kurtuluş’ tan sonra komprodor nitelikli ticaret burjuvazisi, sanayi burjuvazisine dönüşerek, Türkiye’de kapitalizmi geliştirecek bir özelliğe sahip değildi. 

Küçük burjuva nitelikli asker- sivil-bürokrat-eşraf aydınlar milli mücadeleye önderlik etmişlerdir.

1950’lere kadar gerçek anlamda bir sanayileşme toplumu gerçekleştirilememiştir.

Önce iç dinamik sanayi devriminden uzak bırakmış, sonra da dış dinamikler, 1838 Balta Limanı antlaşmaları ve sonrası baskılar ülkedeki mevcut sanayi kuruluşlarını tasfiye etmiştir. 

Cumhuriyet Döneminde, bazı önemli sanayi kuruluşları devlet eliyle gerçekleştirilmiş, belirli bir sermaye birikimi sağlanmasına karşın, özel sektör de sanayi atılımı yapamamıştır.

Bunun önemli nedenlerinden biri, “radikal bürokratizmin” 1950’lere kadar siyasal iktidarda etkin ağırlığının olmasıdır.

 1970’lere doğru yeni üretim ilişkileri, kapitalizm olarak artık Türk Toplumuna egemen olmaya başlamıştır.

Ancak bu çarpık gelişen bir kapitalizmdir. 

Bu günkü az gelişmişliğimizi, yönetici yeteneksizlikleriyle ve dış güçlerle açıklayamayız.

Bu günkü gelişmiş kapitalist ekonomiler kapitalist üretime on yedinci yüzyılda evrilmeye başlamışlardır.

Osmanlıda iç dinamik yetersiz olduğundan kapitalist üretime geçememiştir.

Sonra da toplumun sömürgeleşmesine neden olmuştur. 

Yeni Devlet ile kapitalistleşme hız kazandı, 1950’lere kadar bazı önemli hamleler de oldu, ancak 1950-60′ lara kadar kapitalizm bir bütün olarak damgasını vuramadı.

1970’lerden sonra çarpık da olsa ülkemizde kapitalist üretim biçimi ve sanayi burjuvazisi egemendir.

1970’lere kadar ithalatı ikame eden bir sanayileşmenin ilk tüketim malları üretimi aşaması gerçekleşmiş, yatırım malları üretimi diye bilinen ikinci aşamaya geçilememiştir.

1980’lere doğru tıkanan kapitalizm, ihracata açılma adıyla dünya kapitalizmi ile yeni bir bütünleşme sürecine girmiştir.

1980’lerden sonra 40 yıldır, sanayi burjuvazisinin yanı sıra finans sermayesi de egemenliğe ortak olmuş ve her iki kesim giderek güçlenmiştir.

Sonuçta toplumun yaklaşık yüzde seksenini oluşturan işçi, köylü, emekçi, emekli, öğrenci gibi sadece emek gücü ile geçinen kesimler açısından açlık ve yoksulluk sınırı kıskacında bir yaşam çizgisi sürmektedir.

 

Dostlar;
Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin toplumsal dönüşüm çizgilerini yazmaya devam edeceğiz.

Sağlıkla..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder