Sayfalar

06 Nisan 2018

Öğretmenlerin Cumhuriyet "Aşk"ı Neden ve Nasıl Bitti?


Öğretmenlerin Cumhuriyet “Aşk”ı
Neden ve Nasıl Bitti?
Atalay Girgin

Elin ağzı kese değil ki büzesin! Derler de derler: “Mutlu aşk yok”muş! “Her aşk biter”miş! Sizin ki nasıl bilmem.

Ancak başlıktaki “Cumhuriyet” kavramı sizi yanıltmasın! Cumhuriyet gazetesinden söz etmiyorum.  Öğretmenlerin  büyük bir çoğunluğunun, artık Cumhuriyet okumayı bırakmalarından, hatta doğru dürüst gazete alıp okumamalarından da… Aksine  Türkiye  Cumhuriyeti'nden söz ediyorum.

Her Şeyin Bir Sonu Vardır

 Her şeyin, her tekil varlığın bir sonu vardır. Tekil varlıklar arası kurulan tekil ilişkilerin de…

Bu durum, tıpkı tek tek insanlar arasında kurulan ilişkiler gibi, insanların kurumlarla kurduğu ilişkiler için de geçerlidir. Bu ilişkilerin adına ister karşılıksız, ödünsüz, gölgesiz ve çırılçıplak yaşanan bir aşk deyin; isterse karşılıklı menfaat ya da  dostluk  deyin; isterse mecburiyet... Hepsinin şu ya da bu nedenle mutlaka bir sonu vardır.
Ayrı dünyalara ait öğretmenlerle Cumhuriyet ilişkisi de bu sondan kaçamamıştır.

Elbette genellemelerin tehlikeli olduğunu bilirim. Bu konuda da istisna olanlar, nesnesini yitirmiş olsa da, bunu kavramadan Mecnun misali, Platonik bir ilişkiyi yaşadığını ileri süren ve buna inanan, “Hayır! Ben Cumhuriyete aşkla bağılıyım. Benim aşkım bitmedi, bitmeyecek!” diyen öğretmenler olabilir.


Ancak, gerçeklikte hükmü meri olan onlar değildir. Çünkü adı ve sembollerinden birçoğu hâlâ yerli yerinde dursa da Cumhuriyet de artık o eski yılların Cumhuriyet'i değildir. Her tekil varlık gibi o da değişmiştir. Ve kaçınılmaz bir biçimde değişmeye, hatta ömrünü tamamlamaya mahkûmdur.

Öğretmen Cumhuriyet Aşkının Başlangıcı

Öğretmenlerle Cumhuriyet arasındaki ilişkinin başlangıcı, 1918-20 yıllarına dek geri götürülebilirse de, asıl olarak bu tarih, Cumhuriyet'in ilanı, yani 1923 ve sonrasıdır.

Osmanlı'dan geriye kalan topraklar üzerinde, tekdilli, tekkültürlü ve laik bir ulus-devlet olarak kendini inşa etme hedefiyle yola çıkan genç Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli sivil gücü öğretmenlerdir.

Cumhuriyet'in kuruluş yılları, okuryazar oranının çok düşük olduğu, kitle iletişim araçlarının yetersiz olduğu, olanların da yaygın kullanılamadığı koşullarda gerçekleşir. Bu dönemde, artık günümüzde inkâr edilemez hale gelen, Anadolu'nun tarihsel olarak çokkültürlü, çokdilli toplumsal yapısının da bir gerçeklik olduğu düşünüldüğünde, Cumhuriyet'in siyasal ve ideolojik anlamda eski düzenin unsurlarını yenebilmesi ve kendi varlığını koruyup geliştirebilmesi, dahası yeni yetişen nesiller başta olmak üzere topluma nüfuz edebilmesi için, her öğretmene ihtiyacı vardır. Öğretmenin de hem daha rahat görev yapabilmek hem de karşılaştığı güçlükleri aşabilmek için Cumhuriyet'in desteğine, koruma ve kollamasına…

Bu dönemin özel koşulları Cumhuriyet'in ve her kademedeki yöneticinin öğretmene bakışını etkilemiş, öğretmenin de onu şevkle sahiplenmesini, ona bağlanmasını beraberinde getirmiştir.

Bu durum, öğretmeni, bir yandan toplum içinde statü olarak ayrıcalıkla bir konuma taşırken, diğer yandan da ülkenin birçok köy, kasaba, nahiye, ilçe ve hatta küçük illerinde bile genç Türkiye Cumhuriyeti'nin temsilcisi gibi değerlendirilmesine neden olmuştur.

İşin aslı da budur. Çünkü istisnalar bir yana, öğretmenlerin, genel olarak, kolluk kuvvetleri ve mülki idarenin de desteğiyle bu algıyı güçlendirecek bir biçimde davrandığıdır.

İlişkinin Kırılma Dönemi

Öğretmenlerin Cumhuriyet, Cumhuriyet'in öğretmenlerle olan bu balayı dönemi, ilk önemli kırılmayı çok partili hayata geçiş yıllarıyla birlikte yaşamıştır. 1946 seçimleriyle birlikte, açıktan ya da gizliden taraf olmaya başlayan öğretmenlerin bu tavrı, 1950 seçimleri sonrası iyice belirginleşmiştir.

Bir yanda Cumhuriyet'in kurucu partisi CHP, diğer yanda oyların yüzde ellisinden çoğunu alarak hükümet olan Demokrat Parti vardır.

Öğretmenler arasında yaşanan ayrışma ve taraf olma süreci, hükümetin kontrolündeki mülki idare yetkililerinin onlara yaklaşımında da kendini gösterir. Bütün öğretmenler eşittir ama hükümeti destekleyenler, iktidar partisinin yerel örgütlerinin desteğini alanlar daha eşittir.

Yaşanan bu süreç, öğretmenleri, adım adım Cumhuriyet'in öğretmeninden, önce hükümetlerin, iktidar partilerinin öğretmeni ve memuruna, daha sonra da günümüzdeki haliyle devletin eline bakan ve onun sıradan bir memuruna dönüştürür.

Öğretmenler, taraf oluşlarına bağlı olarak şu ya da bu oranda Cumhuriyet'e yabancılaşırken, toplumdan doğup topluma yabancılaşan her devlet gibi, Cumhuriyet de, değişen yerel ve uluslararası koşulların ve ilişkilerin etkisi altında, öğretmenlerle arasına mesafe çeker.

Ne de olsa herkes yerini, memur da memurluğunu, devlet devletliğini bilmelidir. Bazıları yanılsamalarını hakikat sanmaya devam etse de, ne yazık ki aşk bitmiştir. Artık o, yalnızca cumhurun iyeliği yanılsamasıyla işgören bir Cumhuriyet değil, DEVLET'tir.

Aşk İlişkisinin Yerini Alan Çaresizlik

1950'li yıllarda kendini gösteren, 60'lı-70'li yıllarda yaşanan toplumsal süreçle hızlı bir ivme kazanan bu kopuş süreci, 12 Eylül 1980'den günümüze dek uzanan son 33 yılda kapitalist sistemin istediği hale dönüştürülmüş, hatta öğretmenlerin bilicinde de meşrulaşmıştır.

İşte, öğretmenleri, memur olmaktan gocundurmayan, öğretmenlikle memurluğun bağdaşıp bağdaşmayacağını bile sorup sorgulamaya yanaşmaksızın memurlaştırılmaya amade kılan bu meşruluktur.

Öte yandan, toplumun alt ve orta gelir gruplarını ve sınıflarını saran gelecek kaygısı, sunulan istatistiki rakamların aksine artarak varlığını sürdüren işsizlik ve hayat pahalılığı da bu meşrulaşmayı kolaylaştırmaktatır.

Velhasıl; öğretmenler ve öğretmen adayları hangi yanılsamayı hakikat sanırsa sansın, hangi çaresizlik içinde savrulursa savrulsun, Cumhuriyet'in koşullar gereği geçici olarak kurduğu aşk ilişkisine günümüz DEVLET'inin zerre ihtiyacı yoktur. Her yanda işsizlik ve gelecek kaygısı boy verirken, ekonomik ve sosyal koşulları kötüleşmesine rağmen memurlaşan ya da memurlaştırılan öğretmenlerin ise gidecek bir yeri…

Eşlerden birinin umurunda bile değilken diğeri, mutluluk doğar mı bu ilişkiden? Aşk meyvesi mutlu çocuklar yetişir mi? Geçiniz efendim.

Bunun yanı sıra, bakmayın siz Cumhuriyet döneminin bazı sembollerinin yerli yersiz, gerekli gereksiz demeden telaffuz edilip durmasına; geçen gün DES Başkanı bile “Andımız kaldırılması gerekir” demedi mi? Ve yukarıda boşuna mı yazıldı, her tekil varlığın bir sonu vardır, diye?

Bunun adı bugün “Andımız” olur; yarın “İstiklal Marşı”; öbür gün başka bir şey… Mukadderat işte; hangi insan, hangi ilişki kaçabilmiş ki cansız varlıklar, nesneler kaçabilsin bu sondan?

O halde soru şudur: Öğretmenler hangi Cumhuriyet'in öğretmeni ya da hangi devletin memurudur? Cumhuriyet nereye düşer usta, öğretmenler nereye?

Ve sonuçta kapitalizm birini daha asar-ı atika müzesine göndermiştir. Bilin bakalım hangisini?



NOT: Bu yazı “Atalay Girgin” imzasıyla 1 Mart 2013 tarihinde www.mebpersonel.com sitesinde yayınlamıştır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder