“Savunma”mdır
"Har içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabi,Farisi bilmem, dile minnet eylemem
Sırat-ı Müstakim üzere gözetirim rahimi
Zalimin talim ettiği yola minnet eylemem"
Bugün buldum bugün yerim,Hak kerimdir yarına Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına Zerrece tamahım yoktur şu Dünya varına
Rızkımı veren Huda'dır kula minnet eylemem"Nesimi
Konu: 03.02.2017 tarih ve
49850909-E.1420255 Sayılı Yazınız Hakkında.
Yukarıda sayı ve tarihi belirtilen yazınızda, “Ankara Valiliği İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 31.01.2017 tarih ve 903.08.02-1247180 sayılı” yazısına atıfla, “Maarif Müfettişleri Başkanlığı tarafından yapılan inceleme/soruşturma sonucunda düzenlenen 30/01/2017 tarih ve 663.07/13 sayılı raporda” hakkımda tespit edildiği ileri sürülen ve “sûbuta” erdiği iddiasıyla cezalandırılmam gerektiği belirtilen hususlar, kısaca dört maddede toplanmıştır. Bunları sırasıyla yanıtlıyorum:
1-) 657 sayılı DMK’nın
125/B-d kapsamında yer aldığı iddia edilen yani “Hizmet dışında Devlet
memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak”
olarak nitelenen, “BİRGÜN Gazetesinin “Kandil Orucu” haberini”, kandil ve
kandil orucuna ilişkin ilahiyatçı düşünürler ve akademisyenlerin görüşlerini
içeren videoları paylaşmanın hem hukuki, hem de ahlaki anlamda hiçbir suç vasfı
yoktur. Eğer hem haberin hem de diğer paylaşımların bir suç vasfı olsaydı ya da
birilerinin istedikleri zaman canlarının istedikleri yöne çekerek iddia
ettikleri gibi “milli ve dini anlamda manevi değerlere” aykırı olsaydı, sıra
bana gelinceye dek çoktan cezalandırılır veya yasaklanırdı. Kaldı ki özellikle
facebook sayfam bağlamındaki paylaşımların tamamı benim özel alanım
kapsamındadır. Bu sayfadaki kişiler ya beni seçmiş, listemde yer almayı
istemiştir ya da benim tarafımdan seçilmiştir.
Dolayısıyla bu sayfadaki
paylaşımlar, yasalara aykırı olmadığı, haklarında bir yasaklama ve cezalandırma
bulunmadığı, insanları herhangi bir suça teşvik etmediği, devlet memurunun
itibarını zedeleyecek (örneğin şu günlerde Haymana’dan taşıp Türkiye gündemini
meşgul eden çocuklar ve öğrenciler başta olmak üzere herhangi bir kişiye cinsel
taciz, cinsel istismar ve tecavüz gibi… Keza herhangi bir tacizciyi,
istismarcıyı susarak da olsa koruyup kollamak gibi) bir nitelik taşımadığı sürece,
yalnızca “facebook arkadaş listemde” bulunan insanları ilgilendirir. Yani
sıfatı, statüsü öğretmen de olsa, müdür ya da herhangi bir makamdaki eğitimci
de olsa herhangi bir muhbir vatandaşı ya da zerzavatı ilgilendirmez. Ve
cezalandırılmam talep edilen paylaşımların hiçbiri de bu anlamda ne bir suç
konusudur, ne de yasaktır. Hele hele devlet memurunun itibarını zedelemek gibi
yüz kızartıcı bir niteliğe hiç sahip değildir.
İlgili paragrafta yer
alan ve “ya ondadır ya şunda” anlayışıyla birçok konunun yanına iliştirilmiş
olan “hükümet hakkında” sözünün ise hiçbir somut karşılığı yoktur. Zaten
böylesi en küçük bir ihtimal olsaydı, sıfatlarının, statülerinin, oturdukları
koltukların ardına saklanarak kendini bir halt sanan bilumum zerzavat, uydurma
ve zorlama idari şikâyetlerle yetinmez, çoktan kolları sıvayıp birilerine
yaranmak adına mahkemelere koşardı. Malumunuz olduğu ve yakînen bildiğiniz gibi,
ne kadar yırtınsalar, akıl ve mantık sınırlarını zorlasalar da böyle bir şey
gerçekleşmedi. Çünkü ben ne hizmet içinde ne de hizmet dışında “Devlet
memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte” herhangi bir davranışta
bulundum. Velhasıl bu madde kapsamında “sûbuta er”diği iddia edilen fiillerin
hiçbir suç niteliği yoktur.
2-) Yukarıda sayı ve tarihi yer alan
yazınızda “manevi değerlerimize hakaret
ettiği düşünülen yazı ve görsel sayfanızdaki yazıların sûbuta erdiği, fiilin
125/B-m maddesi kapsamına girdiği” ifadesini kullanıyorsunuz. Bu konuya bir
yanıt vermeden önce, kendi yazdığınızı kendiniz doğru okuyup doğru anlayın diye
şunun altını çizelim:
İddia edilen fiilin kapsamına girdiğini söylediğiniz
madde, yani 125/B-m, “Yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya
radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç vermek.” hükmünü taşıyor. (“El
insaf!” diyerek yanıta girişmemek için kendimi zor tutuyorum. Ama yine de akıl
ve mantık ilkelerini yerle yeksan eyleyen yaklaşıma rağmen susuyor ve devam
ediyorum.) Demeç vermekle, yani gazete, dergi, radyo ya da televizyonlara
doğrudan açıklamada bulunmakla, facebook sayfasında paylaşımda bulunmayı
birbirine karıştırmak ilkokul, hadi bıraktım ilkokulu, ortaokul öğrencisinin
bile yapmayacağı bir şeydir.
Lakin ikisini birbirinden ayırmayı beceremeyen,
ikisinin arasındaki farkı kavrayamayanların, sıfatlarından, statülerinden,
makamlarından dolayı kendilerini bir halt sanan, adının önünde “öğretmen”,
“idareci”, “müdür”, “eğitimci” vb etiketi taşıyan, hak etmedikleri halde elde
ettikleri sıfat, statü ve makamı kaybetmemek için ona buna eğile eğile, el etek
öpe öpe bir hal olmuş her soydan ve boydan zerzevatın, her yerde olduğu gibi,
eğitim camiasının her kademesinde arz- endam eylediği bir zamanda, ne yazık ki
bunlar gayet normalleşmiştir (Ama yine de sizler alınmayın!). Bundan dolayı,
sizin yukarıda saydıklarımdan olmamanızı ve bir yanlış yapmamanızı dileyerek, iyice
kavranıp anlaşılsın diye bir kez daha facebook sayfamın, bana ait özel,
kişisel, yani zati bir alan olduğunu belirterek ekliyorum:
Ben yalnızca sizin manevi
değerlerinize değil, hiç kimsenin manevi değerlerine hakaret etmem ve etmedim
de… Çünkü bu, benim insana bakışımın gereğidir (En alttan en üste kadar beni,
uydurma iddialarla şikâyet ederek kendini bir şey sanan muhbir vatandaşların,
muhtemelen sizlerin de bakışına benzemez). Bu bakış, yani benim bakışım, bir
kişiye, sıfatından, statüsünden ya da makamından dolayı değil, önce insan
olduğu için değer vermeyi içerir. Yani ben bir insanın değerini, sıfatı ya da
statüsünden değil, insan olmasından başlatır, onu değeri ve değerleriyle
birlikte değerlendiririm. Bundan dolayı da hiç kimsenin manevi değerlerine
hakaret etmem söz konusu değildir. Ama buna rağmen, “facebook arkadaş listemde”
olmadığı halde, muhbir vatandaşlık yapmak için gizli gizli paylaşımlarımı takip
ederek alınganlık gösterenler varsa, bu da onların sorunudur. Dahası onların
seviyesinin hangi çukurların diplerinde gezindiğinin göstergesidir. Umarım bu
savunmayı okuyup değerlendirecek olanlar bu niteliklere haiz değildir. Ve bu
“sûbuta er”diği söylenerek cezalandırılması gerektiği belirtilen ve
gerçekleşmemiş, suç niteliği olmayan bir fiille, işaret edilen ceza maddesinin
arasında bir ilişki kurabilmenin “deveye hendek atlatmaktan zor” bir iş
olduğunu kavrayabilirler.
Cumhurbaşkanı ve hükümete
hakaret iddiasına gelince: Cumhurbaşkanı ve hükümete ilişkin hakaret
niteliğinde herhangi bir paylaşımda bulunmadığım gibi, hakaret kastı olarak
yorumlanabilecek bir paylaşımım da olmadı. Eğer böyle bir paylaşımım olsaydı,
sıfatı öğretmen, statüsü müdür, vb olan işgüzar muhbir vatandaşlardan önce
başta cumhurbaşkanı olmak üzere ilgililer çoktan harekete geçer, hem de idari
değil, adli ceza davaları açar, bunlar da bir yıl bile sürmez, kısa zamanda
sonuçlanır ve ben, çoktan cezalandırılmış olurdum. Yani bu iş Haymana’da görev
yapan, işi öğretmenlik, idarecilik ve eğitimcilikten çok muhbirlik olan
çemişlerine kalmazdı. Dolayısıyla cumhurbaşkanı ve hükümete hakaret içeren
herhangi bir paylaşımın da sayfamda yer alması söz konusu değildir ki eğer
böyle bir şey olsaydı da bu, demeç vermeyi düzenleyen 657 sayılı DMK’nın
125/B-m maddesinin kapsamına girmezdi.
Bunun yanı sıra, unutulmamalıdır ki, iddialarda
benim paylaşımlarımın hangi cumhurbaşkanına yönelik olduğu açık değildir. Kendini
öğretmen, idareci, müdür, vb sanan ve sıfatlar bataklığında çırpınan muhbir
vatandaşların kastı Recep Tayyip Erdoğan’sa şayet, bilinmelidir ki ne benim
Lağımpaşalı kitabını yazdığım 2011 yılında ne de iddia edilen paylaşımları
yaptığım, makaleleri yazdığım tarihte, söz konusu kişi cumhurbaşkanıydı. Aksine
Erdoğan başbakandı ve Abdullah Gül de cumhurbaşkanıydı. Buna rağmen, yine de
belirteyim ki kimsenin hevesi kursağında kalmasın: Ben bir felsefeciyim. Ne
yazdığımı da ne yazacağımı da iyi bilirim. Hangi kavramı nerede, ne zaman ve
nasıl kullanacağımı da… Keza akıl ve mantık ilkelerini de…
Buradan hareketle; bir
felsefeci olarak benim, eğitim başta olmak üzere toplumsal hayatın, eğitim,
siyaset, ekonomi, din, ahlâk, hukuk, vb birçok alanına ilişkin eleştirel,
sorgulayıcı düşüncelerimin olmasından, bunları gazete, dergilerde makale olarak
ya da kitap olarak yazıp yayınlamamdan daha doğal bir şey yoktur. Söz konusu
makale ya da kitapların herhangi birinde yasal olarak suç niteliği bulunduğunda
da bunu değerlendirip cezalandıracak olan merci, basın savcılığı aracılığıyla
mahkemelerdir. Durumdan vazife çıkararak, muhbir vatandaşlığa soyunan
zerzevatlar gibi, birilerine yaranmak adına sansürcülüğe soyunan çemişler
değil. Çünkü o çemişlerin aklı bu işlere ermez. Kaldı ki bugüne dek yazdığım
makale ve kitaplar hakkında ne basın savcılıkları tarafından ne de mahkemeler
tarafından herhangi bir yasal işlem yapılmıştır.
Keza, felsefi anlamda
eleştirel, sorgulayıcı düşüncelerin kapsamına girmeyecek herhangi bir alandan
ya da kurumdan da söz edilemez. Çünkü felsefenin, dolayısıyla felsefecinin
eleştiriye tabii tutamayacağı, sorgulayamayacağı hiçbir şey yoktur. Aklınıza
gelen ya da gelmeyen her şey buna dâhildir. Yeter ki zamanı, mekânı ve bağlamı
denk gelsin, bir problem edinilsin. Yeri gelmişken belirteyim: Özellikle bu
savunmada yer alan “ne … ne de”li cümlelerin mutlaka bir edebiyat ya da Türkçe
öğretmeniyle birlikte değerlendirilmesini talep ediyorum. Çünkü birilerinin
aradaki ilişkiyi kavrayamayıp hem beni hem de kendilerini sıkıntıya sokacak
sonuçlar çıkarmasını istemem.
3-) “Aşk Mavidir
Öğretmenim” kitabı hakkında ileri sürülen iddialar ise tam bir sansürcülük
mantığının göstergesi olarak, 240 sayfalık kitaptan bazı sözcük ya da cümle
öbeklerinin ki 191. sayfa itibariyle de bir kahramanın konuşmasının
cımbızlanmasına dayanmaktadır. Öncelikle bu kitabın onca sayfası içinde
şikâyete konu olabilecek herhangi bir şey bulabilmek için, tıpkı kilerde
yiyecek arayan bir fare misali, kitabı satır satır okuyan tüm zerzevata
teşekkür ederim. Ancak aynı teşekkürü, ne yazık ki söz konusu zerzevatın
iddiasına mal bulmuş mağribi gibi sarılarak, soruşturma konusu yapan çemişler
için telaffuz edemiyorum.
Bu madde bağlamında
bilmeniz gereken ilk şey, “Aşk Mavidir Öğretmenim”in okullarda okutulmak
amacıyla hazırlanmış bir ders kitabı ya da yardımcı kaynak kitap olmadığıdır.
İkincisi bu kitabın asıl olarak fiksiyonel, düşünsel ve kurgusal bir nitelik
taşımasıdır. Olay ve kahramanları hayalidir. Çünkü hiçbir öyküde, romanda, vb
eserde ne gerçek kişiler var olabilir ne de gerçeğin kendisi… Daha fazla
uzatabilirim. Ancak, bu saçma sapan iddialara ilişkin artık kendimi daha da
fazla yormamak için hemen bilinmesi gereken üçüncü hususa geçiyorum: “Aşk
Mavidir Öğretmenim” şikâyeti konusunda benim ifadem dahi alınmamıştır. Bu husus
dosya incelendiğinde apaçık görülecektir.
Oysa bir iddia ve suçlama
yöneltildiğinde, öncelikle suçlamaya muhatap olan kişinin suç teşkil ettiği
ileri sürülen eylemi hakkında ifadesine başvurulur. Neyle suçlandığı
belirtilir, bildirilir. “Şu sözler kitapta bulunmaktadır” o halde fiil “Sûbuta”
ermiştir gibi saçma sapan bir değerlendirme yapılamaz. Kaldı ki bu bir romandır
ve olaylar, sorunlar karşısında birbirinden farklı düşünen, farklı
değerlendirmeler yapan, birbirinden farklı dünya görüşlerine, inançlara, siyasi
düşüncelere sahip kişiler içerir. Birinin “ak” dediğine bir başkası, bir başka
sayfada “kara” diyebilir. Bunlardan herhangi birini referans alarak suç
niteliği taşıyan bir eylemin “sûbuta er”diği hükmü kurulamayacağı gibi,
herhangi bir ceza da tesis edilemez. Bu bağlamda neyle suçlandığımı bile
bilmediğim bir konuda tek satır dahi ifadem alınmadan, kitapta yazılı olduğu için
“sûbuta er”diği söylenen 38. ve 191. sayfadaki sözler hakkında bir disiplin
cezası gerektiğine hükmetmek, yargısız infazdan öte bir şey değildir. Cümledeki
“yargısız” sözü lafın gelişi olup, aslında, bana illâhi bir ceza vermek kabulü
ve önyargısıyla hareket edenlerin çaresizce çırpınmalarının göstergesidir.
Hele hele “Kur’an-ı Kerim
ve toplumsal hayata dair kurulları” hakkındaki ifadelerin sûbuta erdiği”
iddiası ise evlere şenlik. Bu ifadeyi yazanlara sormak gerek: Kur’an-ı Kerim’in
toplumsal hayata dair hangi kurulları varmış ki roman kahramanları bu kurullara
ilişkin bir eylemde bulunmuş olsun? Tasavvuf ve kelam hareketlerinin, mezhep ve
tarikatların teolojik ve felsefi anlamdaki değerlendirme ve görüşlerini, ne
denli mürekkep yalamış olsalar da tam bir cahil-i cühelalık örneği olarak, “Kur’an-ı Kerim ve toplumsal hayata dair
kurulları”na ilişkin hakaret, aşağılama, vb nitelemelerle algılayıp
anlamlandırmak ise herhalde aymaz bir ucubeliğin dik âlâsıdır. Ne yazık ki bu
ucubelik de okuduğunu anlama özürlü muhbir vatandaşların sözünün ardına
takılarak, “Aşk Mavidir Öğretmenim” hakkında soruşturma açma densizliğini
yapanlara, ifademi bile alma gereği duymadan suçlamaların “sûbuta er”diğine
hükmederek cezalandırılmam gerektiğine karar verenlere nasip olmuştur.
Bunların yanı sıra, “Aşk
Mavidir Öğretmenim” romanının yayımlanmasının üzerinden bir yıldan fazla bir
zaman geçmiştir. Türkiye’de basımı ve dağıtımı yapılan tüm yayınlar gibi, “Aşk
Mavidir Öğretmenim” de bu tür yayınları inceleyen başta basın savcılığı olmak
üzere, resmi kurumlara gitmiştir. Onların incelemelerinin konusu olmuştur. Buna
rağmen bugüne dek hakkında herhangi bir soruşturma açılmamıştır. Hal böyleyken,
şikâyetçi olan kiler farelerinin sözüne, malumatlarına güvenip “Aşk Mavidir Öğretmenim”e
soruşturma açıp, sonra da yazarının ifadesi bile alınmadan onu yargılayıp suçlu
ilan etmek, dar kafalı, mankafa bir sansürcü zihniyetin eriştiği nokta
itibariyle ibretliktir. Bu konuda son sözüm şudur: Eğer şikâyetçi, muhbir kiler
farelerinin sözüne inanan ve güvenenler “Aşk Mavidir Öğretmenim”e soruşturma
açılmasını isteyebilecek, dahası yazarına ceza verilmesini talep edebilecek
kadar kendilerinden eminseler, zorlama idari cezalarla uğraşmasınlar ve sorunu
doğrudan adli yargıya taşısınlar. Eğer bunu yapabilecek kadar kendilerine
güvenmiyorlarsa da sansürcülüğe yeltenmesinler.
4-) Üçüncü maddede
yazdığım husus, bu maddedeki iddialar için de geçerlidir. Yani bu konuda da
ifadem alınmamıştır. İfademe bile başvurulmadan, işin aslı astarının ne olduğu
bile sorup öğrenilmeden tam bir önyargıyla hüküm kurulmuş ve 657 sayılı DMK’nın
125/B-m maddesi kapsamında cezalandırılmam talep edilmiştir. Ancak benim başta
Cumhuriyet gazetesi olmak üzere, herhangi bir internet sitesine doğrudan demeç
vermem söz konusu olmamıştır. Eğer ifadem alınsaydı bu konu açığa çıkardı.
Haberlerde benim ağzımdan yazılan ve bana atfedilen satırlar, ikinci üçüncü
şahıslar aracılığıyla basına aktarılan bilgilere dayanmaktadır. Yakından takip
ettiğiniz, hatta şikâyetin ve soruşturmanın tarafı olduğunuz için malumunuz
olduğu üzere; el çabukluğu marifet anlayışıyla Nuri Bektaş Anadolu Lisesi
Müdürü Selçuk Kurt’un “Kandil Orucu” vesilesiyle, oruç tutmayan öğrencilere
sabah kahvaltısı çıkartmama suçunu örtbas etmek ve olayın yönünü değiştirmek
maksadıyla başlatılan ve yanına eklenen bir dizi dolgu malzemesi iddianın yanı
sıra, asıl olarak, 2011 yılında yazılıp basımı yapılan Lağımpaşalı adlı
kitabımla “cumhurbaşkanı, başbakan ve hükümet yetkililerine hakaret” ettiğim
kılıfına sarıp sarmalanan bu sürece ilişkin ilk ifade 17 Şubat 2016 tarihinde
alınmıştır.
Ben de Lağımpaşalı’nın, söz konusu iddiayla soruşturma konusu
yapıldığını, aynı akşam kitabın yayıncısına ilettim. Bunun üzerine yayıncım
acilen Türkiye Yayıncılar Birliği’ni bilgilendireceğini belirtti. Bu
bilgilendirme sürecinin ardından hem benimle hem de yayıncımla, Türkiye PEN
başta olmak üzere birçok kişi ve kuruluş iletişime geçti. Sorular sordu. Kısa
bir süre sonra da Lağımpaşalı soruşturması, hem basında haber olarak
yayınlanmaya hem de ulusal ve uluslararası kuruluşların raporlarında yer almaya
başladı. Örneğin, Uluslararası PEN’in Lağımpaşalı soruşturmasını da içeren
Başbakana yönelik mektubu hem Türkiye’deki bazı gazete ve internet sitelerinde
hem de diğer ülkelerde yayımlanan gazetelerde haber olarak yayımlandı. Ama ben
bunların hiçbiriyle görüşmedim. Ancak sıfatına, statüsüne güvenerek kendini
yetkili sanan zerzavatın akıl mantık ilkelerini alt üst eden mantık silsilesini
izlersek buralarda yer alan haberlerden de benim sorumlu olmam gerekir. Ne var
ki tıpkı ulusal ve uluslararası rapor ve gazetelerde yer alan bilgi ve haberler
için herhangi bir demeç vermem söz konusu olmadığı gibi, özel olarak herhangi
bir gazete ya da gazeteciye de doğrudan demeç vermem söz konusu olmamıştır. Dolayısıyla
yayımlanan raporlarda yer alan bilgiler gibi, gazetelerde çıkan haberler de ikinci,
üçüncü şahısların aktardığı bilgilere dayanmaktadır.
Yukarıda saydıklarımın
yanı sıra, bu nedenle de mucizevi sözcük “sûbuta er”diye sığınılarak
gerçekleştiği ileri sürülen fiilleri benim yaptığımı kabul ederek
cezalandırılmamı talep etmek de bunun kapsamındaki cezayı tesis etmek de ancak
ve ancak, bana yönelik saplantılı ve yanılsamalı önyargının billurlaşmış
karşılığı olabilir. Böyleleri için diyebileceğim tek şey, “Allah ıslah
etsin!”dir. Ne var ki Allah da bu işlere karışmıyor. Eğer karışsaydı, sıfat,
statü ve makamlarının ardına gizlenerek, öğretmenlik ve eğitimcilikten çok
muhbir vatandaşlığa, öğrencilere cinsel taciz ve istismara yönelen mankafaları
çoktan ıslah ederdi. Malumunuz olduğu gibi Allah ne bunlarla ilgileniyor ne de
ıslah ediyor. Bunlar da ağızlarında Allah adını geveleye geveleye işlerini
yürütüyor. Ama burada asıl soru şu: Peki; nereye ve ne zamana kadar? Bence hiç
kimse bu soruyu unutmasın! O yerin ve zamanın çok uzak olmadığını aklının bir
yerine kazısın! Hem de öyle bir kazısın ki o yer ve o zaman kapıyı çaldığında
ne “Tövbe”lere sığınılabileceğini düşünsün ne de “Beni aldattılar! Allah
affetsinlere!” Daha ötesi laf-ı güzaftır artık.
Sonuç Olarak: Bana yöneltilen haksız ve
asılsız, gerçek dışı iddialara rağmen, vereceğiniz ceza ne olursa olsun. Çünkü
sıfatlarına, statülerine, makamlarına güvenerek ve bunların ardına saklanarak,
şikâyetçi olan, bunların peşine takılarak soruşturma açılmasına karar veren,
dahası cezalandırılmam gerektiğine hükmedenlerin hiçbirini önemsemiyorum.
Dolayısıyla bunca zerzevatlığın sonunda verilebilecek herhangi bir cezayı da
hiç umursamıyorum.
Ancak bilinsin ya da
bilinmesin, yalnızca kayıtlara girmesi için yazıyorum:
Ben 19 yıllık
öğretmenliğimin, 2010 Kasımından 2014 Kasım sonuna dek, en güzel yıllarını
can-ı gönülden bir çalışmayla, Anadolu’nun küçük ilçelerinden biri olan
Haymana’da geçirdim. 2014 Aralığından bugüne kadar, elbirliğiyle tarafıma
yaşatılan her türlü soruna ve olumsuzluğa rağmen bu gerçek ve hakikat
değişmeyecek. Yazacağım romanlardan birinde bu günlerin ve yılların, bana
yaşatılan zerzevatlıklar, yalanlar, uydurma ve düzmece soruşturmalarla birlikte
mutlaka yer alacağından emin olabilirsiniz. Elbette sıfatlar, statüler
bataklığının çürümüş, kokuşmuş cüruf yığını içinde yaşadığı halde, kendini
değerli sanan sıfatzedelerin, tacizcilerin, onlara arka çıkan, koruyup kollamak
için yırtınanların yer alacağından da…
Karar sizindir. Gereğinin
yapılması dileğiyle, bilgilerinize arz olunur.
22 Şubat 2017
NOT: Yukarıdaki, "Nesimi"nin "Minnet Eylemem" türküsündeki dizeler ve kitap kapağı görselleri "Savunma" metninin bloguma eklenmesine bağlı olarak yer almıştır ve takdir edebileceğiniz gibi, idareye verdiğim metinde yoktur.
Yukarıdaki savunmaya açılan soruşturma sonrasın İl Milli Eğitim Disiplin Kurulu'na sunduğum savunma... Lütfen okuyun: SAVUNMANIN DA SAVUNMASI
Yukarıdaki savunmaya açılan soruşturma sonrasın İl Milli Eğitim Disiplin Kurulu'na sunduğum savunma... Lütfen okuyun: SAVUNMANIN DA SAVUNMASI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder