Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Temmuz 2021

MEB’in “Müstafi” Bakanı Ziya Selçuk

 

  MEB’in “Müstafi” Bakanı Ziya Selçuk

Atalay Girgin*

Milli Eğitim ‘Bakan’ı Ziya Selçuk istifa etti mi, etmedi mi?

Bu soru kısa bir zamanda muammaya dönüştü. Özellikle de atamanın tek yetkili merciinden ve merkez teşkilatından taşrasına dek MEB bürokrasisi içinde kendisine karşı sistematik bir mobbinge varan tavır ve uygulamalara daha fazla katlanamadığı için istifa talebinde bulunduğu iddia edilen Ziya Selçuk’tan herhangi bir yanıt gelmeyince…

Elbette bu soruya verilecek yanıtın, bir enkaz yığınına dönüşmüş olan eğitim sistemi için olumlu ya da olumsuz hiçbir hükmü yok. Çünkü o, yani eğitim cemaatlerin, tarikatların, vakıfların ve Diyanet’in elinde, Allah’a bile emanet edilemeyecek denli kötürümleşmiş durumda artık!

Ancak, MEB özelindeymiş gibi görünse de yanıtı açık seçik ortaya konulamayan bu soru, arka planında yaşananlarla birlikte Türkiye’nin hali pür mealine işaret ediyor. Yani yasamadan yargı ve yürütmeye dek, eğitim dâhil olmak üzere tüm kurumlarıyla birlikte toplumsal çözülme ve kültürel-ahlaki çürümeye teslim olmuş bir toplumun çöküşüne…

Yanan ve küle dönüşen yalnızca ormanlar değil. Talan edilen yalnızca ülkenin yer altı ve yer üstü kaynakları da değil. Fiilen katledilen, işsizliğe ve yoksulluğa terk edilen insanları; zihinleri dinsel temelli ve saplantılı, yanılsamalı siyasal ideolojik düşüncelerle işgal edilen ve kobaya dönüştürülen nesilleriyle, neredeyse her şey çözülene ve çürüyene teslim…

Bu hengâmede Ziya Selçuk’un istifa talebi ya da iddiası, aslında küçücük bir figür, küçücük bir ayrıntı bile değildir. Sonuçta bir ‘bakan’ gider, pardon affedilir, onun yerine bir başka ‘bakan’ koltuğa oturtulur. Lakin sorun buna indirgenemeyecek kadar önemlidir. Peki; bu sorun nasıl başladı?

26 Haziran 2021

MEB’deki “Soygun Grubu”nu Ziya Selçuk TBMM’den Sakladı

 

MEB’deki “Soygun Grubu”nu Ziya Selçuk TBMM’den Sakladı   

Atalay Girgin*

Dünü bugüne bağlayan gece bir tweet atıldı. Tweet olmasa da içerisinde dışa vuran bir bilgi beklenmedikti.

O ana dek tahmin ediliyor, konuşuluyor, hatta sorulup yazılıyor olsa da yetkililerin hakkında konuşmadığı, yok saydığı iddiaları doğrulayan bir tweet… Ya da hiç umulmadık bir anda birilerini yazılan üç beş sözcükle açığa düşürüveren bir tweet…

İşte dün gece atılan tweet böyle bir işleve sahipti. Tweeti atanın böyle bir kaygısı ve amacı var mıydı? Bilmiyorum. Ama onu paylaşan sıradan biri değildi. Yıllardır işin içindeydi. Ya olup biten her şeyden haberdardı ya da hiçbir şeyin farkında olmayacak kadar saf…

Ancak hakkında ileri sürülen iddialar üzerine, yıllardır emek vererek yaptığı işi anlatıp, kararlılıkla kendini savunurken, sanki farkına bile varmadan, o güne dek telaffuz edilmeyen MEB’deki rant ve koltuk çetelerince sürdürülen soygun düzeninin “Omerta” kuralını çiğneyip geçiverdi.

İşte O Kişi: Dr. Selçuk Özdemir

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un kardeşi Oktay Selçuk’un yönetim kurulunda olduğu İnova Akademi Bilişim Eğitim Hizmetleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’nin ortağı Dr. Selçuk Özdemir, MEB’de “soygun yapmak üzere örgütlenmiş bir grubun” var olduğunu dile getirdi.

Halkın Kurtuluşu Partisi-HKP’nin, Ziya Selçuk da dâhil, kendisi hakkındaki suç duyurusunun ardından, twitter üzerinden yaptığı paylaşımlarda, “Bakanlık içinde soygun yapmak üzere örgütlenmiş bir grubun” olduğundan söz eden Selçuk Özdemir, Ziya Selçuk öncesinde de sonrasında da bunların kendilerini alet etmeye çalıştığı pisliğe bir gram bulaşma”dıklarını belirtti. 

Peki; bunlar ne anlama geliyordu? Kimin yazdıklarını doğruluyordu? Ve kimi, neden açığa düşürüyor, gerçeğe aykırı beyanda bulunmuş olma konumuna itiyordu?

28 Ocak 2019

MEB ve Ziya Selçuk'un 'Pansuman' Açılımı...


İşte MEB ve Ziya Selçuk’un ‘Pansuman’ Açılımı!
Atalay Girgin*

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un ve onun önderliğindeki MEB’in son açılımını ve buna ilişkin “cek” “cak”lı açıklamalarını, sanırım, eğitim camiası içinde duymayan çok az kişi kalmıştır.

MEB ve MEB’e bağlı okullar ve diğer kuruluşlarda yaşanan en temel sorunlara neşter vurma iradesini gösteremeyen ya da daha uygun bir deyişle bu konuda icazet alamayan Ziya Selçuk, imaj makerlık kabilinden, ‘pansuman’ niteliğinde açılım ve açıklamalara girişiyor.

İşte bunun son örneklerinden biri de “İş Garantili Liseler”… Malum medya kalemşorlarının, eğitimle ilgili haberler yapan sitelerin, sormadan sorgulamadan pazarlamaya giriştiği “İş Garantili Liseler Açılacak” açıklaması birçok açıdan sorunlu.
Basında parlatılan, süslenip püslenen bu açıklama, öncelikle meslek liselerini iş garantili ve iş garantisiz liseler olarak ikiye bölüyor. Ve tabiri caizse, malumu bir kez daha ilan ederek diyor ki “Mevcut meslek liselerine giden öğrenciler için iş garantimiz yoktur. Boşuna umutlanmayın! Sizi gözden çıkardık!”

İkincisi bu “iş garantili” denilen liselerden mezun olan herkes işe girecek, işsiz kalmayacak yanılsaması yaratıyor. İnsanın insanı sömürüsüne dayanan kapitalist sömürü düzeninin “işsizlik ve pahalılık illeti” olmadan varlığını sürdürebileceği yanılsamasını körüklüyor. Bir başka deyişle de MEB ve Ziya Selçuk’un kapitalist sömürü düzeninin en temel iki illetinden birisi olan işsizliğe karşı savaş açtığı izlenimi oluşturuyor. Sanki MEB, Ziya Selçuk’un liderliğinde akşamdan sabaha kapitalizme ve işsizliğe karşı mücadelenin kalesine dönüşmüş gibi…

20 Ocak 2019

MEB, Diyanet, Cemaat: Çocuklar Örselenirken Onlar Susar! Ya Bakan Selçuk...?


MEB, Diyanet, Cemaat: Çocuklar Örselenirken Onlar Susar! Ya Bakan Selçuk…?

Atalay Girgin*

Ne gariptir ki kısa bir süre önce matbaadan çıkan “Arzu Okulu” adlı kitabımı, belki bir uyarı olur, belki bir duyarlılık oluşur düşüncesiyle onlara ithaf etmiştim, şu sözlerle:  “Bir daha yaşanmasın diye… Başta Pozantı Cezaevi, Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi ve Karaman olmak üzere, tüm cezaevleri ve okullarda, yurtlarda cinsel taciz ve tecavüze uğrayan çocuklara…”

Ne yazık ki Arzu Okulu’nun yayınlanışının üzerinden iki hafta bile geçmedi. Yurtlarda, okullarda Kuran Kurslarında, okul pansiyonlarında kalan çocuklara, öğrencilere yönelik cinsel taciz ve tecavüz iddialarına ilişkin yeni bir haber daha düştü gündeme. Oysa bir önceki yazımda da bu konuya ilişkin bir soruşturma dosyasından söz etmiştim, sağır sultanlara…

Barış Yarkadaş’ın twiter paylaşımlarıyla kamuoyuna duyurduğu olay da bunlardan yalnızca birisi… Ve yalnızca tesadüfen ortaya çıkmış olan buz dağının görünen kısmına dâhil olan bir vaka…

Barış Yarkadaş’ın on maddelik twiter mesajlarının son ikisi oldukça düşündürücü. Yarkadaş diyor ki “İçim acıyarak yazdığım ve özetlemeye çalıştığım bu tablo, Milli Eğitim Bakanlığı'na emanet edilmesi gereken binlerce çocuğumuzun, siyasi iktidarın çıkarcı politikaları yüzünden cemaatlere terk edilmesinin yarattığı sonuçlardan sadece biridir. @ziyaselcuk ne iş yapar acaba?”1 ve devam ediyor:

Sadece Ziya Selçuk değil tabii ki... Siyasi partiler, medya, insan hakları kuruluşları neden sessiz kalır bu dehşete? Yoksa artık muhalefet de bu tür vakaları önemsemiyor ve sıradan mı görüyor? Ya da üç beş oy kaygısı mı herkesi hareketsiz bırakıyor? Cevabı siz verin...

10 Ocak 2019

Milli Eğitim Bakanlığı Hangi Sıfatzedelerin Oyun Alanı?


                           MEB ve Türkiye’de Eğitim                                    Bu Sıfatzedelerin Oyun Alanı Mı?

Atalay Girgin*

Türkiye’de eğitim ve onun kurumsal ifadesini bulduğu Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), iktidarların oyun alanına dönüştürdüğü bir sahnedir.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un bile kısa sürede tanık olduklarını “Star Wars”ta sahnelenen tiksindirici oyunlara benzettiği bu arenada, sırtını birilerine yaslayan ve kendinde keramet olduğunu düşünen irili ufaklı taraflar, devletlûlardan ulufe ve lütuf beklentisiyle her türlü yolu deneyerek rol kapmaya ve MEB bürokrasisinin üst basamaklarında yer edinmeye çalışıyorlar. Bu uğurda her türlü yolu ve aracı mubah görüyor, oyun üzerine oyun tezgâhlıyorlar. Ve ne yazık ki ilinekleştikçe ilinekleşiyorlar.



Oysa toplumsal anlamda eğitim sorunları ilinek insanlarla çözülmez, çözülemez. Bu sorunları çözebilmek için sözde değil, kelimenin hem neliği hem de gerçekliği temelinde soruna felsefeyle bakabilmek gereklilikten öte bir zorunluluktur. Bu ise felsefi düşünen, sorunu felsefeyle kavrayan, anlayan ve anlamlandırabilen insanları gerektirir. İlineğin ilineği olanları, sıfat, statü, makam peşinde koşan, birbirinin ardından kuytu köşelerde, gün doğdu sanılan odalarda tezgâh kuran sıfatzedeleri değil.

Peki; bunların arasında ne fark vardır? Yanıtı aşağıda… Buyurun efendim! Okuyun ve MEB’in sıfatzede ilinek insanlara mı, yoksa başkalarına mı kalıp kalmadığı kararını da kendiniz verin! Ve Türkiye’de eğitimin kimlerin elinde oyuncağa dönüştüğünü iyi düşünün!

09 Ocak 2019

Ziya Selçuk Bu Ayak Oyunlarını Hak Etmiyor!


   Ziya Selçuk “Star Wars” Vari   
Ayak Oyunlarını Hak Etmiyor!
Atalay Girgin*


Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), eğer anlatılanlara ve basına sızdırılanlara bakılırsa, tabiri caizse tam bir “cadı kazanı”: İçerden, dışarıdan taşınan odunlar, kerestelerle ateşi tazelenen… Bilmem hangi bayramlarda, hangi gecelerde kotarılıp, gün doğdu sanılan malum odalarda da pişirilerek basına sızdırılan, servis edilen görüntülü görüntüsüz bilgilerle sürekli kaynatılan bir kazan.

Dahası kimin kime dost, kimin kime düşman, kimin figüran kimin esas oğlan, kimin yanaşma, kimin ispiyoncu olduğunun belirsiz olduğu karmakarışık bir sahne… Oyunun bini bir para…

Bir yanda Ziya Selçuk’la yüz yüze gelince “Sayın Bakanım” diyerek gerdan kıranlar, hicabsızca topuk selamına duran hicabiler… Arkasını dönünce de hakkında ileri geri konuşmaktan kendini alamayan, sıfatı, statüsü, makamı malum bazı şahıslar…

Diğer yanda ise fırsatı ganimete çevirme ve taltif edilme, yükselme arzusuyla hem Bakana hem de diğer taraflara yeşil ışık yakan, tüm taraflarla halvet olmaya hazır ve nazır, ulufe, lütuf umuduyla sıfat, statü bekleyenler... Kim çalarsa çalsın, her telde, her sazda, her tıngırtıda oynamaya amade olanlar… Bunların dışında yer alanların ise alınmalarına hiç gerek yok!

MEB’teki Yalnız Adam

06 Ocak 2019

Ziya Selçuk Bu Yükü Taşıyamaz!


Yapmayın! Ziya Selçuk İşte Bu Yükü Taşıyamaz!

Atalay Girgin*

Milli Eğitim Bakanlığı görevine atandığından bu yana, bazı yayın organları Ziya Selçuk’a ilişkin endazesiz atıflarda bulunmaktan kendilerini alamıyorlar. Sıradan bir habere bile en abartılı başlıkları atıyorlar. Şişirdikçe şişiriyorlar. Parlattıkça parlatmaya çalışıyorlar.

Örneğin; Bazıları Ziya Selçuk’un söylediklerini “İşte devrim niteliğindeki kararlar” diye sunmuşlardı. Malum… Bu başlığı atan Sabah Gazetesi’ydi. Bu başlığın “devrim niteliğinde kararlar” alan Bakanı, kısa zamanda anlaşıldı ki 3600 ek gösterge konusundaki sözlerini bile hayata geçirmeye muktedir değil.

Son günlerde de “İnternet Haber” adlı haber sitesi “Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ‘devrim’e hazırlanıyor” manşetini attı. Ne demezsiniz ki “devrim niteliğinde kararlar”dan “devrime hazırlan”ma aşamasına dönmek… Anladık! Bakan Selçuk’u kararlardan sonra ‘karargâh’a çekilmek zorunda bırakmışlar! Peki; ‘plan’ hazır da yeni taarruz ne zaman?

İşin esprisi bir yana… Yapmayın beyler bayanlar! Ziya Selçuk bu yükü taşıyamaz. Hele hele icazet mührü vurulmamış tüm sözlerinin hükmü orta yerde duruyorken… Yüklenmeyin bu kadar! Çünkü Bakan Selçuk, ne devrim niteliğinde kararlar alabilir ne de sizin yazdığınız gibi, “devrim’e hazırlanıyor” olabilir. Neden mi?

Okuduğunu anlayan herkes için, abartılan işin aslı astarı, Cumhuriyet Gazetesi’nden Ozan Çepni’nin “Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2019-2023 yıllarını kapsayan 5 yıllık stratejik planına”1 ilişkin haberinden ibarettir. Daha ötesi değil.

03 Ocak 2019

Ziya Selçuk'un Sorusuna Yanıt


                       Ziya Selçuk Sordu! Biz Yanıtladık:                       MEB “Vizyonu”nun Felsefesi Var Mı?

Atalay Girgin*

Yazının Gerekçesi ve Girizgâh

“Baştan belirteyim ki eğer Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un "Niye hiç kimse Eğitim Vizyonu 2023’ün felsefesine dair yazmadı?” diye yakınan, hayıflanan, sitemkâr sorusuyla karşılaşmasaydım bu yazı hiç kaleme alınmamış olacaktı. Daha açıklandığı ilk gün okumuş olmama rağmen bu metin üzerine yazmanın gereksiz olduğunu düşünmüştüm.

Neyse… Sonunda karar verdim. Liselerdeki binlerce felsefe öğretmeni, felsefe bölümlerindeki yüzlerce akademisyen, eğitim fakültelerindeki yine yüzlerce eğitim bilimci ne düşünür, ne der bilemem ama Milli Eğitim Bakanının sitemkâr sözlerini üzerime alındım. Sonra da bu yazı öncesi metni yeniden yeniden okudum. Notlarımı çıkardım. Ve işte yazıyorum. Buyurun efendim.

Ancak darılmaca gücenmece yok! Makam ve statüye, hiyerarşiye sığınma da yok! Çünkü kalemin, ucundan dökülen düşüncelerle arz-ı endam eylediği yerde hiyerarşi sırra kadem basar. Hemen söyleyeyim: Aşağıdaki satırları okuduktan sonra, MEB bürokrasisi ve hiyerarşisindeki işgüzar ve işgüder aparatçıklar aracılığıyla, başta “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Aşk Mavidir Öğretmenim1 ve bu yazının yayımlandığı günlerde (Elbette Eleştirel Pedagoji Dergisi'nin Ocak 2019 sayısındaki tam hali) matbaadan çıkacak olan, hem sizin hem de tüm öğretmenlerin okuması gerektiğini düşündüğüm “Arzu Okulu” adlı roman olmak üzere kitaplarımın okullara sokulmasını yasaklamak da yok!

Anlaştık mı bilmiyorum. Lakin kalem kuşanan, kalemle derdini, meramını anlatanlar, “Ben söyledim, oldu” diyerek kenara çekilemezler. Çünkü söz söylemek, hem bireysel hem de toplumsal anlamda sorumluluktur. Sözü söyleyen bu sorumluluğu ahlaki ve entelektüel olarak taşımak, bedelini ödemek, eğer varsa ödülünü de olgunlukla, edeple kabullenmek zorundadır. Yegâne barutu, fünyesi kavram ve sözcüklerden ibaret cümleler ve önermelerle dile gelen eleştiri silahına ve o eleştiri silahının önermelerle tetik düşüren yargısına hazır olmalıdır. Hele de konu, en temel işlevlerinin başında siyaset ve ideolojinin yer aldığı eğitimse… Hele de konu, arzusu politika2 olan felsefeyse…

02 Ocak 2019

Ziya Selçuk Eğitimde Enkazın Faturasını Kimlere Çıkar(ama)dı?


               Ziya Selçuk Eğitimde Enkazın                  Faturasını Kimlere Çıkar(ama)dı?

Atalay Girgin*

Eğriye eğri, doğruya doğru!

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, hem bir öğretmen ve eğitim bilimci hem de insan olarak kibar, nazik ve karşısındakine saygılı bir kişi olması hasebiyle sözünü seçerek, bilerek ve nezaketle söylüyor. Kırmadan, dökmeden, yapıcı bir biçimde hitap ediyor karşısındakine ve hedef kitleye… Çünkü, yanlış kabullerle doğru sonuçlara ulaşmak gibi bir yanılsama içinde olsa bile, bir şeyler yapmak istiyor. Hem de geçmişte Talim Terbiye Kurulu Başkanı sıfatıyla yaptıkları ortadayken… 2003’ten bu yana yapılan ve adına “nicel birikim” denilerek üzeri örtülmek istenen eğitim enkazının oluşturulmasında emeği geçenlerden birisi de kendisiyken…

Başta “2023 EğitimVizyonu”nda  (buna ilişkin ayrıntılı değerlendirme “Eleştirel Pedagoji Dergisi”nin 2019 Ocak sayısında yayınlanacaktır) dile getirdikleri olmak üzere, görüş ve düşüncelerinin birçoğuna katılmıyor olsam bile bu nitelikleri ve donanımıyla son yıllarda MEB’in başına gelmiş örnek bakanlardan birisi... Keza bu nitelikleri, eğitim alanına ilişkin birikimi ve entelektüel kapasitesini de taçlandırıyor.

Elbette Ziya Selçuk’un bu özellikleri yalnızca eğitim camiası tarafından bilinmiyordu. Devletlûların da malumuydu. İşte tam da bundan dolayı, kamuoyundaki yaygın ve güçlü kanaat odur ki eğitimin enkaza dönüştüğü/dönüştürüldüğü bir zamanda, kabineye makyaj ve imaj kabilinden Milli Eğitim Bakanlığı görevine getirildi. “2023 Eğitim Vizyonu”nu açıklayıncaya dek de bu işleve uygun bir biçimde birçok kesimin sempatisini alarak yoluna devam etti.

Ancak her geçen gün makyaj da imaj da soldu ve miadını tamamladı. Malum; her şeyin, her tekil ve tikel varlığın, bir miadı ve sonu vardır. Tıpkı imajın ve makyajın olduğu gibi…  Bunda, neden göreve getirildiğini kavrayamamak kadar, asıl söz sahibinin kim ya da kimler olduğunu idrak edememe dâhil, birçok etkenin rol oynadığı aşikâr. Ancak burada öncelikli konumuz olmadığı için bunun üzerinde durmuyor ve başlığa dönerek soruyu yineliyorum:

27 Aralık 2018

Milli Eğitim Bakanı Neden Gerçeği Söyleyemez? Çünkü...


Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk Neden Gerçeği Söyleyemez? Çünkü…

Atalay Girgin*

Bunu söyleyebilme olanağı ve yetisi yok! Keza gözlerinin önünde olup bitiyor olsa bile bu taciz olayı, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, yine de gerçeği söyleyemezdi. Peki; neden?

Önce Olayı Anımsayalım

“Ziya Selçuk gerçeği söylemiyor” denilen olay İstanbul’da yaşanmış. İstanbul’daki Kadriye Moroğlu Anadolu Lisesi’nde öğrencileri taciz ettiği iddiasıyla hakkında dava açılan Coğrafya Öğretmeninin başka bir okulda görevine devam ettiği açığa çıkmış.

Toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin, değer erozyonunun, tepeden aşağıya toplumun tüm temel kurumlarını sarmalına aldığı günümüz Türkiye’sinde, ne yazık ki vaka-i adiyeden sayılır hale gelen taciz olaylarına bir yenisi daha eklenmiş. Ziya Selçuk da bu olayla ilgili bir açıklama yapmış. Yani bir açıklamayla bilgi vermiş ya da paylaşmış.

Kısaca özetlediğimiz bu, bir yanıyla vahim diğer yanıyla da sıradanlaşan taciz vakasından asıl konumuza dönelim: Yani Ziya Selçuk’un neden gerçeği söylemediğine ve asla söyleyemeyeceğine…

26 Aralık 2018

Milli Eğitim Bakanı Öğretmenlere Kulak Vermeli!


Milli Eğitim Bakanı, Fatih Altaylı Kadar Öğretmenlerin de Sözüne Kulak Vermelidir!

Atalay Girgin*

Geçtiğimiz günlerde Fatih Altaylı’nın köşesinde kaleme aldığı yazıyı1 okuyunca, yaşanan sorunlar düşünülerek ve sorumluluk bilinciyle kaleme alınan “Eğitimde Radikal Değişim Zamanıdır2 başlıklı yazı aklıma düştü.

Fatih Altaylı’nın dile getirdikleri yanlış değildi. Ancak bu sorunları ve eğitimdeki enkazı, sefaleti fark etmek için basında adı sanı olan gazetecileri beklemek gerekmezdi. Bu yazıya rağmen Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un sorunu kavradığını düşünmüyorum. Çünkü Bakan, hala “Nicelik birikimi” diyerek, dile getirilen bu eğitim enkazı ve sefaletinin üzerini örtmeye çalışıyor. Hatta “Nicelik birikimi” diye nitelediği bu sefaletin üzerinden bir “Nitelik Devrimi” gerçekleştireceğini iddia ediyor. Ve ne yazık ki yanılıyor.

Durum bu denli kötüleşmemişken, “Eğitimde Radikal Değişim Zamanıdır” diyerek bir an önce eğitime neşter vurulması gerektiğini dile getiren yazı hem genel ilkelere hem de pratik uygulamalara dönük şu önerileri içeriyordu. 

Lütfen okuyun. Söylenenleri harimi ismetinize bir saldırı saymadan okuyun!

28 Kasım 2018

Milli Eğitim Bakanı Rüya Mı Görüyor, ...?


                      Ziya Selçuk Rüya Mı Görüyor,                      ‘Devrimcilik’ Mi Oynuyor?
Atalay Girgin*

Birinci sorunun yanıtını, “Ziya Selçuk rüya mı görüyor?”1 başlıklı yazısında, Şahin Aybek vermişti. Aybek’in yazısı gösteriyor ki “Niye hiç kimse Eğitim Vizyonu 2023’ün felsefesine dair yazmadı” diye yakınan, sitem eden Milli Eğitim Bakanı’nın rüyası bile başka birinin patentini taşıyor: İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun.

Çok söz edilen ‘Felsefesi’ ise esinlendiği ya da beslendiği kaynaklar2 bir yana, neliği ve gerçekliği temelinde ele alındığında, ilmeği boynunda gezen bambaşka bir sorun. Ziya Selçuk’un “Niye hiç kimse Eğitim Vizyonu 2023’ün felsefesine dair yazmadı?” sorusunu, bir felsefe öğretmeni olarak üzerime alınsam da buna ilişkin değerlendirme bu yazının formatını ve sınırlarını çok aşacağı için şimdilik bu konuya girmiyorum ve başlangıç niteliğinde yalnızca şu sözle yetiniyorum:

“2023 Eğitim Vizyonu”, ontolojisi, yalnızca ontoloji kavramına yüklenmiş, ilmeği boynunda gezen, felsefi kavram ve önermelerle yüklü, buna rağmen misyonun gölgesinde gezinen, başta hamisi olmak üzere, herkese “mavi boncuk” göndermeye çalışan eklektik bir metindir. Felsefi bir metnin en temel özelliği tutarlılıktır. Oysa söz konusu metin, final cümlesiyle, tutarlılık özelliği açısından tüm söylediklerini çöpe atmıştır. (Bu değerlendirmenin tamamını merak eden okur, devamını “Eleştirel Pedagoji Dergisi”nin yeni sayısında bulacaktır.)

22 Kasım 2018

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ MÜ?


Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğladır

Atalay Girgin*

Her 24 Kasım’da olduğu gibi, bu kez de öyle oldu. Dört bir yandan öğretmen popülizmi yükseltildi. Beklentiler çoğaltıldı. Hatta abartıldı.

Günümüz Türkiye gerçekliğinde mücadele aracı olmaktan çok, her biri küçük ya da büyük birer “öğretmen kümesleri”ne dönüşen eğitim sendikalarından, gazetelerde ve internet sitelerinde eğitim üzerine kalem oynatan yazarlara dek neredeyse her kesim öğretmenlere şirinlik yapmakta, öğretmenin sırtını kaşımakta birbirleriyle yarıştı. Öneri üstüne öneri, talep üstüne talep eklendi. Sendikalar ardı ardına, öğretmenlerin ekonomik durumuyla ilgili anketler yayınladı.

Milli Eğitim Bakanı bile 24 Kasım Öğretmenler Günü için 3600’le ilgili “sürprizimiz olabilir” derken, bazıları hızını alamayıp, gönlünden ne geçerse sıralamaya girişti. Takım elbise talebinde bulunan bile vardı bunların arasında…

Sanırım 24 Kasım pazarı biraz daha erken açılsa iç çamaşırı, sütyen, külot, çorap diyenleri de görecekti memleketim insanı… Neyse… Daha o günlerle karşılaşmadık. Lakin bu gidişle çok da uzak değildir o günler!

Peki; tüm bunlar neden ve niçin yapıldı? Öğretmenlerin ekonomik, sosyal sorunlarını çözmek, özlük haklarında iyileştirmeler sağlamak ve yeni haklar doğrultusunda yeni bir mücadeleye girişmek için mi?

Ne yazık ki hayır! Tüm bunlar, hakların mücadeleyle kazanılmadığı her yerde olduğu gibi, ulufe ve lütuf beklentilerini körüklemek için yapıldı ve hala da yapılıyor.

Lakin gerçekliğin ve onun hakikatinin yanından geçenler, kıyıda köşede ve yok denecek kadar azdı. 24 Kasım’ı vesile ederek yazan köşe yazarlarından eğitim sendikalarının dile getirdiği taleplere kadar dikkatlice izleyin. Hiçbirinde gerçekliğin hakikatinin kırıntılarına, eğitimin ve öğretmenin asli sorunlarına ilişkin palyatif olmaktan öte, köklü ve kalıcı çözüm önerilerine rastlayamazsınız.

Neredeyse her şey, istisnai bazı talepler dışında, ekonomiye ve ekonomik sorunlara endekslenmiştir. Sanki öğretmene on bin lira ya da iki bin dolar maaş verilse eğitim sorunları sabahtan akşama düzelecek, öğretmenin ve öğretmenliğin sorunları ortadan kalkıverecekmiş gibi…

Gerçi “İtibardan tasarruf olmaz” yaklaşımı düstur bellenecek olursa, toplumun ve devletlûların bilincine içkin olan bu bakışa göre en azından “itibar sorunu” sırra kadem basar ya… Neyse… Hamasi söylemlerle öğretmenliğe övgüler düzmek, öğretmenin sırtını kaşımak varken, gerçek sorunlara değinmenin, hakikati dile getirmenin ne önemi var ki…

11 Kasım 2018

16 Yılın En Başarılı Milli Eğitim Bakanı Kim?


Tüm Öğretmenler, Öğrenciler ve Velilerin Teşekkür Etmesi Gereken
En Başarılı Milli Eğitim Bakanı Kim?

Atalay Girgin*

2002 Kasım’ından bu yana var olan iktidar, genelde eğitimi, özelde ise MEB’i oyun alanına çevirdi. “Yapıyoruz. Çağ atlıyoruz”, “Eğitimde devrim gerçekleştiriyoruz” derken bile, zaten çağın ve toplumun ihtiyaçlarına yanıt veremeyen eğitimi daha da kötürümleştirdi. Sorunlar kangrenleşti. Bu toplumun çocukları, bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde kobay olarak kullanıldı. Bunun müsebbibi de mevcut iktidar ve onun Milli Eğitim Bakanlarıdır.

Bu süre içinde, mevcut eğitimi ve okulları bir yandan kendi iktidarının “arka bahçesi” kılma çabasıyla yapboz tahtasına dönüştürdüler. Diğer yandan kapitalizme ve dolayısıyla piyasaya uygun hale getirmek için tabiri caizse her köşe başında yerden pıtrak bitercesine özel okullar kurulmasının önünü açtılar. Bu okulları yaygınlaştırabilmek için özel teşvik uygulamaları yaptılar. Bu okullara gitmeyi özendirici ve destekleyici kararlar aldılar ve bunları hayata geçirdiler.

Lakin geçen zaman içinde, mevcut iktidarın eğitimi yapboz tahtasına dönüştürmenin dışında gerçekleştiremediği tek şey, çağın ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak istikrarlı bir eğitim politikasıydı. Şu ana kadar MEB’in başına yedi bakan getirmiş olan ve sonuncusunu da hızla eskitmeye yönelen iktidar, çocukları kobaylaştırma görevini başarıyla sürdürmektedir.  

Peki; bu bakanların içinde başarılı işler yapan hiç kimse yok muydu? Elbette vardı. Peki; yedi bakan arasında en başarılı olan kim? Bu bakanı başarılı kılan icraatı ne?

06 Kasım 2018

Türkiye'de Eğitim İktidarların Oyun Alanıdır


Türkiye’de Eğitim İktidarların Oyun Alanıdır
Atalay Girgin*

Türkiye’de eğitim, dolayısıyla MEB, öteden beri, iktidara gelenlerin egemenlik kurmak istedikleri bir oyun alanıdır. Elbette bedeli toplumsal olarak ödenen bir oyun…

Bunun asli nedeni şudur: Hem genel olarak eğitim, hem de özel olarak okullarda yapılan sistematik eğitim, toplumun mevcut kuşaklarının ve aynı zamanda da onları izleyen nesillerinin bilincini siyasal ve ideolojik olarak biçimlendirme, “ideolojik körlük”le malul kılma etkinliğidir. Ekonomi politikalarını ve kültürel tercihlerini (özellikle kitle iletişim araçlarının yaygın olmadığı yıllarda) zihinleri “ideolojik körlük”le sakatlanmış çocuklar ve gençler yetiştirmek ve onlardan başlayarak kitlelere yayma aracıdır.

Dolayısıyla, toplumu, kendi siyasal-ideolojik ve dinsel tercihleri doğrultusunda hızla değiştirip dönüştürmek isteyen iktidarlar, güçleri nispetinde, öncelikle bu alanı kendi oyun alanları haline getirirler. Bunun için de ilk yapılması gereken, mevcut olanı, (iyi de olsa kötü de olsa, doğru da olsa yanlış da olsa, güzel de olsa çirkin de olsa) kendi kabulleri temelinde bozmaktır (şimdiden söyleyelim ki yarın kimse bağırıp çağırmasın, bu günler geçecek ve bu dönemin sonrasında da aynısı olacaktır. Bugün bozulanı kaçınılmaz olarak düzeltmek için bile olsa…).

Bu bozma süreci bazen biçime, bazen içeriğe, bazen de her ikisine birden müdahalelerle gerçekleştirilir. Sağından solundan müdahalelerle mevcut olanı bozup kötürümleştirirler. Ama yaptıkları her müdahale ile de eğitimin kalitesini arttırdıklarını iddia ederler. Oysa burada aslolan, toplumun ihtiyaçlarından çok bunu yapanların histeriye ulaşan saplantılı siyasal ve ideolojik amaçlarının yanı sıra iktidar ve egemenlik hırslarıdır. “Kindar ve dindar nesiller” isteği ve bu uğurda hala yapılanlar bunun çarpıcı bir örneğidir.

Lakin sosyolojik olarak temel toplumsal kurumlardan biri olan eğitim alanında oyun bir kez başlamışsa dur durak bilmez, sonuçları itibariyle başka alanlardaki oyunlara da benzemez. Dahası bu oyun, diğer temel toplumsal kurumları da sarmalına alarak, dinsel temelli, saplantılı siyasal ve ideolojik bilinç halleriyle her geçen gün genişler ve derinleşir. Bir türlü önlenemeyen, yok edilemeyen kanserli bir hücre gibi her yere sirayet ederek, toplumsal çözülme ve kültürel çürümeyi, çatışma ve iç savaş halleri de dâhil, nihai sonuçlarına doğru hızlandırır. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi…

Peki; eğitim alanındaki oyun ne zaman ve nasıl başladı?