Hasan Ali Toptaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hasan Ali Toptaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Şubat 2012

ROMANDA FELSEFE ya da FELSEFİ ROMAN


Romanda Felsefeyi Bir Kategoriye Hapsetmek 
Atalay GİRGİN*
Edebiyat çevrelerinde, genel olarak, Alman Dili ve Edebiyatı alanındaki çalışmalarıyla tanınan ve bilinen Prof. Dr. Gürsel Aytaç, “Felsefi Roman”1 adlı kitabında, bir kategori olarak “felsefi roman”ı ele alıyor. Romana felsefeyle bakmaktan, felsefi açıdan ele alıp değerlendirmekten ya da eleştirmekten söz etmiyor. Aksine; romana ilişkin duymaya alışkın olmadığımız bir sınıflandırmadan, bir kategoriden söz ediyor: Felsefi Roman. Bu kategorinin, “örnekleri daha az olduğundan (…) üzerinde pek durul”madığını belirtiyor.

Felsefi romanın neliğine ilişkin belirlemelerinin yer aldığı kısa “Giriş” yazısına, “Edebiyat ile felsefe ilişkisi, hayat felsefesi anlamında hep var olagelmiştir” diyerek başlayan Aytaç, “Ciddi anlamda felsefeyi sanat katında ele almak ise ‘felsefi’ olarak niteleyebileceğimiz edebiyat eserlerinde, daha belirgin olarak da felsefi romanlarda söz konusudur” hükmünü veriyor. Bu hükmü verirken de, felsefi olarak nitelenebilecek romanlarla, bir kategori olarak felsefi romanı birbirinden ayırıyor. Alanının uzmanı bir edebiyatçı olarak, genelde her romanın açık ya da örtük bir biçimde ve olumlu ya da olumsuz anlamda felsefi olanı içerdiğinin farkında olsa gerek ki, bunların içinden de bazılarının “felsefi olarak nitelenebileceği”ni belirtiyor. Ancak Aytaç’a göre, felsefi olarak nitelenebilmekle, felsefi roman olmak aynı şey değil. Aralarında ince bir ayrım var. Aytaç’ın yukarıdaki önermesinden hareketle bu ayrımı şu şekilde belirginleştirmek mümkün: Bir kategori olarak “felsefi roman” sınıflandırması kapsamında kalan her roman felsefidir, ama felsefi olarak nitelenebilecek her roman “felsefi roman” değildir. Bu durumda sormak gerekiyor: Bir romanın, “Felsefi roman” kategorisinde yer alabilmesi için hangi temel niteliklere sahip olması gerekir?

“Bir yaratının edebiyat eseri olarak nitelenebilmesi, bilindiği gibi yalnız konusuyla ve içeriğiyle değil, biçim özellikleriyle de ilişkilidir” diyen Aytaç, buna verdiği önemi, “Benim ‘felsefi roman’ örnekleri olarak ele alacağım eserlerde biçim olgusunu önemsediğim umarım fark edilecektir” sözüyle vurgulayarak, felsefeyle edebiyat arasındaki ayrıma geçiyor.

27 Nisan 2008

Hasan Ali Toptaş'ın Yalnızlıklar'ı Üzerine

Şiirin Felsefeyle Felsefenin Şiirle Dansı :
YALNIZLIKLAR

Atalay GİRGİN*

Yalnızlık; günümüz insanının, aslında sorun olmayan en büyük sorunlarından biridir. Kimi yalnızlık’a düşer, kimi yalnızlık’a yükselir; kimisi de hep yalnızlık’ı yurt edinmiştir, onun müebbet hükümlüsüdür zaten. Kimileri korkar ve kaçmak isterken ondan, kimileri de yakınır bir türlü yalnız olamamaktan... Şairi, öykücüsü, romancısı onu konu alır. Onun üzerine öyküler, romanlar, şiirler yazılır. Yeri gelir, tiyatro oyunlarının, filmlerin konusu olur.

Oysa insan için yalnızlık bir düştür; “toplumsalın güvencesinde kurulan bir düş.” Düşselin, düşünselin dışında bir gerçekliğe sahip olmayan yalnızlık, özellikle günümüz insanının hem ne’liğine hem de yaşamına özgü bir durum olarak algılanmakta.

Yalnızlık, düşün gerçeklik addedilmesine dayanan yanılsamalı bir bilinç haliyle, insanın, sanat başta olmak üzere, neredeyse her tür etkinliğinde, en azından söylemsel olarak, ‘var’ kılınmaktadır. Yanılsamanın gerçeklikmişçesine, tartışılmaz, sorgulanmaz bir kabul gördüğü yerde de, insanın tanımlayanı olup çıkıvermektedir karşımıza o...

Tıpkı, Hasan Ali Toptaş’ın Yalnızlıklar1 adlı şiir kitabında olduğu gibi. “İnsan yalnızlıktır” der Toptaş; hem de “İnsana en yakın yalnızlıktır insan.” Daha kitabın giriş sayfasında karşılar, yazılı olarak sorulmamış “İnsan nedir?” sorusuna verilen bu tek satırlık felsefi yanıt okuru. Tek satır dediğime bakmayın. Eğreti bir duruşu, sırıtan bir boy verişi yoktur felsefi olanın, Toptaş’ın Yalnızlıklar’ında. Bir ayrıkotu gibi durmaz onda felsefi olan. Çünkü Yalnızlıklar, “sanatlaşmış felsefe”nin boy verdiği bir “nehir şiir”dir; felsefenin şiirle, şiirin felsefeyle dansa durduğu, yoğrulduğu bir yapıttır.