Gandi Kemal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gandi Kemal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haziran 2010

Eğer Başbakan, Russell ve Troçki'yi Okusaydı!

Eğer Başbakan, Russell ve Troçki’yi okusaydı

Atalay GİRGİN*

İşsizlik üzerinden yapılan siyasal tartışmalar, Türkiye’de dönem dönem alevlenir ya da alevlendirilir. Toplumun genç-yaşlı, kadın-erkek tüm işsizlerinde; asgari ücretin altında ve sendikasız-sigortasız, herhangi bir sosyal güvenceden yoksun çalıştırılan kesimlerinde, yanılsamalı beklentiler yaratılır.

Genellikle seçim dönemleri öncesinde yaygınlaşan, işsizliğe ilişkin tartışmaların ve yaratılan beklentilerin müsebbibi ne gariptir ki ne sendikalardır ne de işsizler başta olmak üzere söz konusu kesimler… Çünkü sendikaların, özellikle de işçi sendikalarının genelinin ‘ipi’ hükümetlerin elindedir. Bundan dolayıdır ki yaptıkları açıklamaların söylem düzeyi, vurgusu ne denli sert; sesleri ne denli öfkeli ve yüksek perdeden çıkmış olursa olsun işsizlik başta olmak üzere belirtilen konularda kapsamlı bir örgütlenme ve mücadele yürütemezler.

İşsizler ise tek tek ele alındığında entelektüel bilgi düzeyleri, birikimleri ve farkındalık halleri ne olursa olsun, hem örgütsüzlüğün ve güvensizliğin etkisi hem de bireysel ve sosyo-psikolojik etkenler altında bunun müsebbibi olmaya kadir değildirler. Bu durumlarıyla işsizler, genellikle insandışılaşmaya kapı aralayan yanılsamalı ve farklı bilinç halleri arasında savrulup dururlar: Ya hak ile ayrıcalık peşinde koşup koşmamak ikilemi arasında kalırlar ki nihayetinde “her koyun kendi bacağından asılı”verir: Ayrıcalık galebe çalar ve hak’a rahmet okutulur. Ya da çevrenin “işe yaramaz”, “boşta gezer” algısı ve bakışları altında, potansiyel birer “Groger Samsa”ya1 dönüşür her biri. Ki işsizlikle geçen her gün düşünsel, duygusal ve bedensel olarak çözülüşe, çürüyüşe, teslim oluşa sürükler insanı adım adım... Ve her adımda, her evde, her saat, farkında olunsun ya da olunmasın, aslında fiiliyata dönüşmektedir potansiyel. Ne de olsa “bir işçinin işi 8 saat sürer, bir işsizin işsizliği ise 24 saat”2.

Yaşamayan bilmez ve anlamaz işsizin halini. Tıpkı işsizliğin varlığından nemalanan, siyasal rant sağlayan ya da bunu amaçlayan düzenin siyasal partileri ve onların liderleri gibi... Tıpkı toplumsal bir sorun olarak işsizliği üreten ve onun kaynağı olan kapitalist sömürü düzenini korumak ve yaşatmak için, gerektiğinde her yola başvuranlar gibi…

Bundan dolayı, dünyanın neresinde olursa olsun, kapitalizmin hüküm sürdüğü her yerde, işsizliği -sanki çözeceklermiş gibi bir yanılsama yaratarak- arada sırada tartışma konusu yapıp gündemin başına taşıyanlar, bu düzenin farklı siyasal-ideolojik temsilcileridir. Amaç, ne sorunu çözmektir ne de sorunu üreten bataklığı kurutup ortadan kaldırmak. Aksine amaç, kendilerine oy devşirmenin yanı sıra, asıl olarak yanılsamalı beklentiler yaratıp yaygınlaştırarak, işsizler başta olmak üzere, toplumun geniş kesimlerinin düzene tabiiliklerini ve “ideolojik esir”liklerini daim kılmaktır.

“Recep Bey” ile “Gandi Kemal” İşsizliği Çözemez!

Türkiye gündeminin tozu dumanı arasında unutuluveren, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Başbakan arasındaki işsizliğe ilişkin, sözüm ona tartışmanın da daha öte bir işlevi olduğunu düşünmenin hükmü yoktur. Keza söylemenin de…

Anımsanacağı üzere, Kılıçdaroğlu’nun “Recep bey”li hitabıyla birlikte dile getirdiği işsizlik sorununu önceleyen yaklaşımına karşılık, Başbakan, “İşsizlik ülkenin sorunudur. Bunu herkes biliyor.” demişti. Arkasından da, sanki işin çözüm yolunu bilse uygulayabilecekmiş gibi bir edayla, “İşsizliği nasıl çözeceksin? Onu söyle!” diye seslenmişti Kılıçdaroğlu’na. Ne var ki, Kılıçdaroğlu’nun söyleyecek olsa bile kısa bir süre sonra unutmak zorunda kalacağı; dahası hem Başbakanın hem de Kılıçdaroğlu’nun asla uygulayamayacağı, işsizliğin çözüm yolu, yöntemi sır değildir aslında… Bundan dolayı ne düşlere yatmaya gerek vardır ne de gaipten sesler duymaya ya da vahiy beklemeye…

Günümüzden 27 yıl önce, 1983 yılında ve zamanın Güneş gazetesinde, İsmail Cem telaffuz etmişti, yarım yamalak da olsa işsizliğe ilişkin çözüm yolunu, yöntemini. 12 Eylül sonrasında parti kurma çalışmaları yapan İsmail Cem, işsizliği nasıl çözeceklerine ilişkin bir soruyu (mealen aktarıyorum) şöyle yanıtlamıştı: “İş saatlerini 6 saate düşürüp vardiya sayılarını arttırarak yeni istihdam yaratmak.” Ama o günden sonra, öldü gitti, bir kez daha basına yansımadı İsmail Cem’in ağzından işsizliği nasıl çözeceğine ilişkin aynı ya da benzeri sözler. Kim bilir belki de bazı “iyi saatte olsunlar” rüyasına girmiş, kulağını çekmiş ya da diline acı biber sürmüşlerdir.

İsmail Cem, düşlere yatıp sırra ererek öğrenmemiş ya da söylememişti işsizliğin çözüm yolunu. Okuduğu için öğrenmişti; okuduklarından biliyordu. Sanırım ki ne Başbakanın ne de Kılıçdaroğlu’nun okuduklarında var işsizliği çözmenin bilgisi, yolu, yöntemi ya da formülü (Elbette ekonomik büyümenin yatırım, yatırımın istihdam yaratacağı, giderek işsizliğin çözüleceğine dair masalı saymazsak; gerçi, inananları olduğu sürece her masal işlevseldir)… Ya da varsa bile, sözüm ona, bir sır gibi kendilerine saklıyorlar! Veyahut da “acı bibere” dayanıklı değiller!

Cem’den çok önceleri dile getirenler olmuştu işsizliğe ilişkin çözüm önerilerini. Bunlardan biri 20. yüzyılın önemli ve önde gelen filozoflarından Bertrand Russell’dı. Diğeri ise Leon Troçki… Bu iki isimden de önce çalışma yaşamının sorunları üzerine dikkati çeken kişilerden biri ise Paul Lafargue’di3. İşte, İsmail Cem gibi, eğer Başbakan da Russell ve Troçki’nin yapıtlarını okusaydı, sanırım Kılıçdaroğlu’na, “İşsizliği nasıl çözeceksin? Onu söyle!” bile demeyecekti. Çünkü uygulayıp uygulayamayacağı bir yana, nasıl çözüleceğini biliyor olacaktı. Elbette ki bir sorunu çözebilmek için her şeyi okumuş olmak gerekmediği gibi, her şeyi bilmek de yetmez. Keza iktidar olmak da… Hele hele sorun, işsizlik gibi sınıfsal bir sorunsa…

İşsizliğin Çözümü Sınıfsal Tercih Sorunudur!

İşsizlik, çözümsüz bir sorun değildir. Ancak dünyanın hiçbir yerinde işsizlik sorununun çözümü, salt bir formül sorununa da indirgenemez. Öncelikle sınıfsal, siyasal-ideolojik bir tercih sorunudur bu. Bu bağlamda yukarıda adı anılanların önerilerini tarih sırasıyla ve kısaca belirtelim:

“Tembellik Hakkı” adlı çalışmasında Paul Lafargue, çocuk işçilerin bile 11-12 saat, yetişkin işçilerin ise yemek molalarıyla 15-16 saat çalıştırıldığı koşullarda, çalışma yaşamının sorunlarını ele alır. Bu koşullarda, “kapitalist toplumda çalışma, her türlü düşünsel yozlaşmanın, her türlü örgensel bozukluğun nedenidir”(sy.72) der. Üretimde, otomasyon bir yana, elektrifikasyonun bile yeterince uygulama alanı bulmadığı yıllarda, “Makine geliştikçe ve insan çalışmasını durmadan artan bir hız ve kesinlikle yendikçe, işçi, dinlenme süresini aynı oranda uzatacak yerde, makineyle yarışırcasına çabasını iki kat artırıyor. Saçma ve öldürücü bir yarışma bu!”(sy.89) tespitini yapar. Mevcut çalışma koşulları içinde “sapkınlıklarının aptallaştırdığı işçiler, herkese iş sağlanması için, su sıkıntısı çekilen bir gemide olduğu gibi, işin bölüşülmesi gereğini kavrayacak zekâya ulaşamamışlardır”(sy.98) diyen Lafargue, yapılması gerekenin “her insana günde üç saatten fazla çalışmayı yasaklayan çelik gibi bükülmez bir yasa koymak”(sy.107) olduğunu yazar. Lafargue bunları yazıp yayınladığında, yıl 1880’dir, yani 130 yıl öncesi…

Berrtrand Russell ise, Lafargue’den 42 yıl sonra, 1922 yılında eşi Dora Russell’la birlikte kaleme aldıkları “Endüstri Toplumunun Geleceği”4 adlı yapıtta, günlük 4 saatlik çalışmayı önerir. “Eğer” der Russellar, “kadın, erkek herkes gereksinmelerimizin karşılanması için gerekli bir işte günde dört saat çalışsa, bu çalışma hepimizin gereksinmelerini yeter ölçüde karşılayabilir. Dört saatlik çalışmadan artakalan süre ise, bilim ya da sanat yolundaki en derin çalışmalara bile yeterlidir.”(sy. 35). Hatta söz konusu önerilerinin bile “oldukça ihtiyatlı” olduğunu da belirtmekten geri durmazlar.

Leon Troçki ise işsizliğe karşı mücadeleye ilişkin kendisinden önce dile getirilmiş olanları bir adım daha ileri taşımıştır. “Geçiş Programı”5nda, “işsizlik ve hayat pahalılığı”nı kapitalist sömürü düzeninin yarattığı ve bu “sistemin abesliğini özetleyen iki temel illet” olarak niteleyen Troçki’nin, her iki soruna karşı da önerisi şudur: Ücretler düşürülmeksizin, mevcut işlerin çalışabilir nüfusa pay edilerek iş saatlerinin kısaltılması. Dahası; ücretlerin enflasyon oranında otomatik olarak artırılması ve çalışanların pahalılık karşısında da korunmasıdır.

Kısaca önerilerine yer verilen üç isim de toplumsal-sınıfsal tercihlerini, şu ya da bu ölçüde, işçi sınıfı ekseninde ve toplumsal yarar / çıkar doğrultusunda yapmışlardır. Önerilerini üretimde günümüz teknolojilerinin kullanılmaya başlanmasından onlarca yıl önce ortaya koymuşlardır ki, en yakın tarihlisi Troçki tarafından 1938’de, zamanımızdan 72 yıl önce dile getirilmiştir. Dolayısıyla, işsizlik, çözümsüz ya da çözümünün nasıl olacağı bilinemeyen bir sorun değildir. Aksine çözüm, gün gibi açıktır… Görmeye, duymaya, bilmeye kadir olan herkes için açık…

Ancak salt kendi başına görmeye, duymaya, bilmeye kadir ve akli melekeleri sağlıklı ve yerinde olmak yetmez, gün gibi açık olanı bile kavrayabilmek için. Aynı zamanda toplumun, genç-yaşlı, kadın-erkek tüm işsizleri ve asgari ücretin altında-sendikasız-sigortasız, herhangi bir sosyal güvenceden yoksun çalıştırılan tüm kesimleri başta olmak üzere, çoğunluğundan yana da olmak gerekir. Bu ise apaçık bir sınıfsal tercihi gerektirir.

Bundan dolayıdır ki, toplumsal-sınıfsal tercihini, insanın insanı sömürüsü; ekonomik tercihini, üretim araçlarının özel mülkiyeti; siyasal-ideolojik tercihini, toplumun çoğunluğunu hangi dinden hangi etnik kökenden olursa, düzenin efendilerine vecd içinde secde ettirmek ekseninde yapan, hiçbir kimse ve hiçbir iktidar, kendisine hangi ulvi ya da dünyevi sıfatı, değeri atfederse etsin, işsizliği çözmez, çözemez. Çünkü onlar, oyunu almak için önünde taklalar attıkları işçilerin, işsizlerin, asgari ücretin altında, sigortasız ve sendikasız çalıştırılanların değil, düzenin efendilerinin işgüderidir. İşsizlikten nemalanır, işsizlikle korkutur; iş vaadiyle yanılsamalı beklentiler yaratıp yönetirler. Onların görevleri de işlevleri de budur zaten…

***********************
1 Groger Samsa, Kafka’nın “Dönüşüm” adlı eserinin, “bir sabah, sıkıntılı rüyalar gördüğü uykusundan uyandığında, kendini yatağında ürkütücü dev bir böceğe dönüşmüş bul”an kahramanıdır.
2 Haluk Şahin’in Radikal’de yayınladığı, Eskişehirli bir işsizin, işsizlerin halet-i ruhiyesini anlatan mektubu.
3 Henry D. Thoreau-Paul Lafargue, Haksız Yönetime Karşı-Tembellik Hakkı, sy, 55-112, Dünya Klasikleri, Cumhuriyet.
4 Dora ve Bertrand Russell, Endüstri Toplumunun Geleceği, Bilgi Yayınevi.
5 Leon Troçki, Bildirgeler (…) Geçiş Programı, Yazın yayıncılık.