Bilge etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilge etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

08 Kasım 2010

Bilge ve Filozof

Bilge ve Filozof

                                                               Atalay GİRGİN


Bilge ve bilgi aynı kökten gelir  Türkçe’de:BİL. 

“Bil” bir emirdir; BİLMEK ise bir eylem. Ne var ki, ikisi için de bilinmesi gereken, bilinen ya da bilinebilecek olan ise, değeri bir yana, bilgi olarak ortaya konulmuş olan şeydir. Her eylemin ise yegane bir boyutu vardır : Zamanın ve mekânın “şimdi”si, “şu an”dası... Başka bir an’da ve yerde eyleyemez insan.

Bilgi, varlığın, nesnenin dününe aittir. Düşünce ise şimdi’sine... Bundan dolayıdır ki, bir bilgi ne denli doğruluk değerine sahip olursa olsun, o, zamanın ve mekânın şimdi’sinde, nesnesizleşmiştir. Aynı zamanda zamansız ve mekânsızdır artık. Çünkü, hem genel olarak varlık hem de özel olarak bilginin nesnesi değişmiştir. Ve an be an değişmektedir de...
Varlığın ya da herhangi bir nesnenin dününe ait bir bilgi ile, zamanın ve mekânın şimdi’ki, şu an’daki boyutunda yaşayan bir insan, ne o varlığın dünkü haline müdahale edip değiştirebilir ne de şimdiki haline biçim verebilir. 

Bunun birinci nedeni, o varlığın ya da nesnenin dününe gidilemeyecek oluşu. İkincisi ise, bilginin, hem öznesinin (ortaya koyan olması koşulu ile), hem de nesnesinin dünkü gerçekliğini yitirmiş ve değişimle birlikte yeni bir gerçekliğe sahip oluşlarıdır. 

Nesnesiz, zamansız ve mekânsız kalan bir bilgi, donmuş; kalıplaşmıştır. Artık o, gerçekliği değiştirme, dönüştürme eylemliliğine girişmek isteyen ve şimdiki zamanda yaşayan insanın, varolanı anlaması, kavraması ve bilmesinin işlevsel bir aracı değildir. Aksine ve yalnızca ezberlenir o bilgi... 

Okullardaki derslerin ezbere dayanmasının altında yatan nedenlerden biri de budur. Çünkü dün’den vaaz edilir; yani zamanın ve mekanın dününde kalan varlıktan ve nesneden... Bundan dolayıdır ki, en küçük düşünce kırıntısı bile karışmaya başladığında işe, ezberi bozulma teamülü gösterir, hem öğrencinin hem de ne gariptir ki, öğretmenin de... 

Bilgi türlerinden, bilimsel, felsefi ve teknik bilgiyi göreli olarak dışarıda bırakırsak eğer, bilge, diğer bilgi türleriyle, yaşadığı zamanın ve mekânın şimdi’sinde dünden seslenen; düne ait olanı şimdi’de seslendirendir. Bilgeliğin durağanlığı bundandır. Bilge olarak nitelenen insan, dünü ve düne ait olanı bir yana bıraktığında, bilgelik niteliğini de yitirir; düşünüşü, söyleyişi ve eyleyişiyle ya filozoflaşır ya da sıradanlaşır. 

Bilgelik, bütünsel anlamıyla varlığın ve nesnenin dününe, dünlerine ait olandan beslenir. Onun hammaddesi ve gıdası, hangi yolla elde edilmiş ve aktarılmış olursa olsun, hem deneyimsel olan, hem de donmuş ve kalıplaşmış olan bilginin yanı sıra, mitler, masallar, hikayeler, v.b'dir. Varlığın şimdisine dair, düşünce, söylem ve eyleyişi içermez. Elbetteki değiştirmeyi ve dönüştürmeyi de... 

Oysa varlığın dününe dair bilgilerle filozof sıfatını kazanamaz hiçbir insan. Çünkü, bir insanı filozof kılan, onun düne ya da geleceğe dair düşünceleri değildir. Aksine, kendisinin de içerisinde yaşadığı zamanın ve mekânın şimdi’sinde varlığa, esas olarak da nesneleştirebildiklerine ilişkin ortaya koyduğu düşünceyle, bilgi ve bunun kaçınılmaz bir biçimde ürettiği değerle (etik ve estetik boyutuyla birlikte) eyleyişidir.
                         
Sonsöz : Hazır, basmakalıp, donmuş, varlığın dününe ait olan bilgi ile bilge olunabilir, ama asla filozof olunamaz. (2004)

27 Haziran 2008

Gerçek ve Doğru... Gerçek Nedir, Doğru Nedir? Gerçek ile Doğru Arasındaki Fark Nedir?

GERÇEK VE DOĞRU
Atalay GİRGİN



Düşünmenin temel birimleri, kavramlar, simgeler, imgelerdir... Ve bunların tümü soyuttur.


Dilbilgisinde, öğrenmeyi kolaylaştırmak için kavramları somut ve soyut, basit ve karmaşık, v.b ayrımlara tabi tutsalar da, soyutluk niteliği değişmez kavramların... Çünkü kavram, en genel haliyle, nesne, olgu ya da olayların zihindeki tasarımıdır. Yani bir soyutlama... Her soyutlama, ister bir indirgeme olsun isterse bir genelleme, her koşulda bir eksiltmedir.

Dilbilgisindeki bu ayrımda dikkate alınan en önemli özellik, bir kavramın bilincimizden bağımsız olarak varolan herhangi bir nesneye ya da varlığa delalet edip etmemesidir. Eğer bir kavram, bilincimizden bağımsız olarak varolan bir nesneye tekabül ediyorsa, ona somut olma niteliği atfedilir.

Örneğin : “Ağaç” kavramı, bir nesnenin karşılığı olduğu için onun somut bir kavram olduğu söylenir. Özgürlük, mutluluk, iyilik gibi oluş bildiren ya da düşsel, düşünsel varlıklara yönelik kavramlar, matematiğin tüm kavramları, soyuttur bu anlamda... Ne var ki, “ağaç” kavramı varolan hiçbir ağacın yerini tutamaz; keza “deniz” kavramı da hiçbir denizin... Bunun nedeni tüm kavramların soyut olmasıdır.

Bu anlamda, insanların önemli bir kesiminin sık sık birbirine karıştırdığı ya da birbirinin yerine kullandığı, “gerçek” de bir kavramdır, “doğru” da...

Düşünmemizin temel birimleri soyut olduğuna göre, onlarla ortaya koyduğumuz düşünce ve o düşüncenin taşıdığı, aktardığı bilgi gerçek olabilir mi? Düşüncesini ifade eden, gerçeği ifade etmiş olur mu? Bu sorunun yanıtını vermeden önce, bununla bağlantılı üç soru daha sormak gerek : Birincisi, gerçek nedir? İkincisi, doğru nedir? Bir diğeri ise, bilgi nedir?

Gerçek denilen, bilincimizden bağımsız olarak varolandır. “Gerçek deyimini özellikle hakikat ve hakikî deyimlerinden titizlikle ayırmalıdır. Gerçek, somut ve nesnel olarak var bulunandır. Hakikat’se gerçeğin bilinçteki yansısıdır. Hakikî deyimi hakikatle ilgili olanı dile getirir.”1 Bundan dolayı gerçek olan, yani gerçek varlık, biz düşünsek de düşünmesek de varolandır. Gerçek olan’ın en önemli özelliği, zamanda ve mekanda var olmasıdır ki bu özelliği onun, hareketten, değişimden ve dönüşümden de arî olmayışına delalet eder.
Gerçek olan’ın karşıtı olarak düşsel, düşünsel olan’a da kısaca değinelim : Düşsel, düşünsel olan varlık ise varlığını düşünmemize borçludur. Bu tür varlıklar, düşünmediğimiz sürece yoktur. Onların bu özelliği, zaman ve mekan dışı oluşlarına da delalet eder ki bundan dolayı düşsel, düşünsel varlıklar değişmez, dönüşmez, hareket etmez... Bu özellikleri nedeniyle, bu tür varlıklara, ideal varlıklar da denilir. Bu varlıklara hareketi, değişimi ve dönüşümü, insan, ancak kendi düşselliğinde yükleyebilir. Zamanda ve mekanda, yani gerçek yaşamda değil...

Gerçek varlıkla düşünsel varlık arasındaki bir diğer önemli ayrım da “gerçeklik”tir. Gerçeklik, gerçek varlığın bir özelliğidir. Düşünsel, düşsel varlığın ise gerçekliği yoktur. “Doğru” kavramı ise, eğer Öklid geometrisi ya da düzlem geometrisinden söz etmiyorsak, bilgiye ait bir değerdir. Dolayısıyla soruyu, “doğru bilgi nedir” haline dönüştürmek gerek. Bunun için de, öncelikle bilginin ne olduğunu belirlemek gerekiyor.

Bilgi, özne ile nesne arasındaki ilişkinin sonucunda ortaya çıkan bir üründür. Bilen ya da bilmeye yönelen bir özne yoksa, tek başına nesnenin varlığı, bilginin ortaya çıkmasına yetmez. Keza tersi de doğrudur : Bilinebilecek bir nesne yoksa eğer, tek başına öznenin varlığı da bilginin oluşmasına yetmez...

İnsanın, kendisinin de bir parçası olduğu, bütünsel olarak nesnel gerçekliği, özel olarak ise toplumsal gerçekliği ya da bunların içerisindeki tikel, tekil varlıkları, olay ve olguları bilme, kavrama, anlama ve anlamlandırma yönelişi ve sürecinde kurduğu bağ ve sonrasında bunu aktarma, bildirme biçimi farklı bilgi türlerinin de ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Çünkü nesnel gerçeklik, çok yönlü ve çok boyutludur. Bilgi de tekilliği, tikelliği ve tümelliğiyle bu nesnel gerçekliğe ilişkindir. İşte “bu nedenle bilgi, ait olduğu alan, elde ediliş biçimi, özne-nesne ilişkisi ve bilgi aktı açısından farklı türlere ayrılır.”2 Ki gündelik bilgi, dini bilgi, sanat bilgisi, teknik bilgi, bilimsel bilgi, felsefi bilgi, bu farklı bilgi türlerine örnektir.

Buradan hareketle, hangi alanda olursa olsun, bilginin insan zihnindeki oluşma sürecinde, öznenin nesneyle kurduğu ilişkide gerçekleştirdiği, algılama, düşünme, kavrama, birleştirme, ayrıştırma, çıkarsama, v.b işlemler, ortaya konan bilginin bir soyutlama olduğunun göstergesidir.Ki her soyutlama bir eksiltmedir, dememin nedeni de budur. Bu eksiltme ise gerçeğe ilişkindir. Bu anlamda, hiçbir bilgi nesnesini birebir yansıtmaz, yansıtamaz. Örneğin : Foto muhabirleri arasında bile, “Objektifin objektifliği, subjektiftir” sözü dolaşır.

Doğru bilgi, nesnesine uygun olan bilgidir. Bir bilgi, nesnesine uygunluğu oranında “doğru” ya da “yanlış” değerini alır. Dolayısıyla “doğruluk” bilginin bir özelliğidir. Elbetteki burada, nesnel gerçeklik üzerinden hareket ediyoruz. Çünkü bunun dışında da bilgiye dair doğruluk ölçütlerinden söz edilir. Örneğin, salt mantık çerçevesinde, formel anlamda da bir bilginin doğru olduğu ileri sürülebilir. “Eğer bir bilgi mantık kurallarına uygunsa doğrudur” denilebilir.

Ancak mantık kurallarına uygun olan her bilgi doğru değildir. Örneğin : “Türkiye’nin nüfusu 70 milyondur. Milli geliri ise 210 milyar dolardır. O halde kişi başına düşen milli gelir 3 bin dolardır.” denildiğinde, bu çıkarımda ileri sürülen bilgi mantıksal olarak, biçimsel olarak doğrudur. Ama Türkiye gerçekliğine baktığımızda bu bilginin, var olan toplumsal gerçekliğe uygun olmadığını tespit ederiz. Ki bu durumda, yukarıdaki önermelere dayanan çıkarımın taşıdığı bilgi, gerçeklik açısından, doğru değildir; yanlıştır. Ama bu, gerçekliğe ilişkin bilginin mantık kurallarına uygun bir biçimde, kendi iç tutarlılığına sahip olarak ifade edilmesinin gerekliliğini, hatta zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Çünkü gerçekliğin doğru bilgisi de mantıksal bir tutarlılıkla ortaya konulmayı gerektirir.

Dolayısıyla, “doğru bilgi” hem bilgisi olduğu ileri sürülen nesneye ya da gerçekliğe uygun olan hem de mantıksal tutarlılığa sahip olan bilgidir. Bunun yanı sıra, “doğru” da her bilgi türünde ortaya konan bilgiye atfedilebilecek bir değer değildir.

Şimdi asıl sorumuza dönelim. Soruyu aynen aktarıyorum : Düşünmemizin temel birimleri soyut olduğuna göre, onlarla ortaya koyduğumuz düşünce ve o düşüncenin taşıdığı, aktardığı bilgi gerçek olabilir mi? Düşüncesini ifade eden, gerçeği ifade etmiş olur mu?

Önce şunu belirtmeliyim : İster tekil, ister tikel, isterse tümel olsun, ne gerçek ne de onun gerçekliği, kendinde bir şey olarak, doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin, sevap-günah, kutsal-kutsal olmayan, v.b değerlerini taşır. Ona bu değerleri atfeden, sosyal bir varlık olan insandır.

İnsanın, içerisinde yaşadığı gerçekliğe ilişkin düşünmesinin ve ona dair bilgisinin temel birimlerinin soyutluğu yanı sıra, bu bilginin taşıdığı değeri/değerleri de dikkate aldığımızda, bir insanın gerçeği söylemesi bir yana, söylediğinin doğruluğu bile tartışmalı hale gelir. Çünkü “doğru”luk, kişinin ifade ettiği bilginin, gerçekliğe uygunluğu oranında alabileceği değerlerden biridir. Öte yandan bu bilgi, bir soyutlama olması anlamında, gerçekliğin eksiltilmesidir.

Son bir nokta daha : Ne yazık ki gerçek, hiç kimsenin zihnine sığabilecek kadar küçük değildir...

Sözün kısası : İnsanın söylediği bir bilgi doğru olabilir ama asla gerçek olamaz.

Tıklayın: Arzu Okulu




**********************
1 Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, “Gerçek” maddesi, Remzi Kitabevi.
2 Liseler İçin Felsefe, MEB Yayınları, 2002.