Batı dünyasında isyan geleneği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Batı dünyasında isyan geleneği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

08 Temmuz 2014

... İSYAN GELENEĞİ ...

KÖLE İSYANLARINDAN İŞÇİ SINIFI BAŞKALDIRILARINA
BATI DÜNYASINDA İSYAN GELENEĞİNE DAİR KISA NOT*

FİKRET BAŞKAYA


Gezegenin tarihi bir kaç milyar yıl, gezegende canlı yaşamın varlığı milyonlarca yıl, bilen-yapan-eden insan anlamında (homo sapiens) insan soyunun tarihi de yaklaşık 50-60 bin yıl kadar gerilere gidiyor. Neolitik Devrim de denilen insanların yerleşik hayata geçip tarımı keşfetmelerinden bu yana da yaklaşık 11500 yıl geçtiği biliniyor. İnsanlık tarihinin uzunca bir döneminde toplum, bu günkü gibi sınıflara ayrılmış değildi. Devlet ortada yoktu. İnsan toplumları, uzunca bir dönem mülkiyet kavramından habersiz yaşadı. Oldukça uzun bir zaman diliminde temel yaşam ilkesini; paylaşma, bölüşme, dayanışma, yardımlaşma oluşturdu. Başka türlü ifade edersek, kavramın jenerik anlamında komünist bir toplumsal düzen geçerliydi. Emek üretkenliğinin artması, alet-edevat ve beceri yeteneğinin gelişmesi, bir insanın kendi ihtiyacından daha fazlasını üretmesine imkân verdiği dönemden sonra, mülkiyetin ve devletin ortaya çıktığı biliniyor. Çelişik olarak teknolojik ilerleme, yaşamı kolaylaştırmanın hizmetine sunulması gerekirken, insanları köleleştirmenin bir aracı da oldu. Dolayısıyla, her teknik gelişme insan refahını artırması gerekirken, insanları daha çok sömürmenin, baskı altına almanın, köleleştirmenin hizmetine sunuldu.

Toplumun ezen-ezilen, sömüren-sömürülen, yoksul ve zengin, köle ve efendi, zâlim ve mazlum... olarak ikiye bölünmesiyle birlikte, toplum içi ve topluluklar arası çatışmalar da “olağanlaştı”, “sıradanlaştı”. Artık o aşamadan sonra insan toplumları farklı yoğunluklarda olsa da açık veya örtülü bir çatışma ortamında yaşayacaktı... Aslında ezen-ezilen, sömüren-sömürülen ilişkisinin geçerli olduğu yerde, saldırı-karşı saldırı diyalektiği de kaçınılmazdır. Netice itibariyle baskının olduğu yerde baskıya, sömürünün olduğu yerde sömürüye (ki ekseri bu ikisi bir bütünlük olarak tezahür eder) karşı mücadele eşyanın tabiatı gereğidir. Baskının yoğunluğu arttıkça baskıya maruz kalanların tepkisi de doğal olarak büyür. Bu yüzden boşuna “Bu güne kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir” denmemiştir. “Özgür yurttaş ile köle, patrisiyen ile pleb, baron ile serf, lonca ustası ile kalfa, sözün kısası ezen ile ezilen sürekli karşı karşıya gelmiş, her seferinde ya toplumun devrimci bir dönüşüme uğramasıyla ya da çatışan sınıfların ortak yıkımıyla sonuçlanan, kimi zaman gizliden gizliye, kimi zaman açıktan açığa ama dur durak bilmeyen bir mücadele içinde olunmuştur.