10 Ocak 2019

Milli Eğitim Bakanlığı Hangi Sıfatzedelerin Oyun Alanı?


                           MEB ve Türkiye’de Eğitim                                    Bu Sıfatzedelerin Oyun Alanı Mı?

Atalay Girgin*

Türkiye’de eğitim ve onun kurumsal ifadesini bulduğu Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), iktidarların oyun alanına dönüştürdüğü bir sahnedir.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un bile kısa sürede tanık olduklarını “Star Wars”ta sahnelenen tiksindirici oyunlara benzettiği bu arenada, sırtını birilerine yaslayan ve kendinde keramet olduğunu düşünen irili ufaklı taraflar, devletlûlardan ulufe ve lütuf beklentisiyle her türlü yolu deneyerek rol kapmaya ve MEB bürokrasisinin üst basamaklarında yer edinmeye çalışıyorlar. Bu uğurda her türlü yolu ve aracı mubah görüyor, oyun üzerine oyun tezgâhlıyorlar. Ve ne yazık ki ilinekleştikçe ilinekleşiyorlar.



Oysa toplumsal anlamda eğitim sorunları ilinek insanlarla çözülmez, çözülemez. Bu sorunları çözebilmek için sözde değil, kelimenin hem neliği hem de gerçekliği temelinde soruna felsefeyle bakabilmek gereklilikten öte bir zorunluluktur. Bu ise felsefi düşünen, sorunu felsefeyle kavrayan, anlayan ve anlamlandırabilen insanları gerektirir. İlineğin ilineği olanları, sıfat, statü, makam peşinde koşan, birbirinin ardından kuytu köşelerde, gün doğdu sanılan odalarda tezgâh kuran sıfatzedeleri değil.

Peki; bunların arasında ne fark vardır? Yanıtı aşağıda… Buyurun efendim! Okuyun ve MEB’in sıfatzede ilinek insanlara mı, yoksa başkalarına mı kalıp kalmadığı kararını da kendiniz verin! Ve Türkiye’de eğitimin kimlerin elinde oyuncağa dönüştüğünü iyi düşünün!


İlinek İnsan ve Felsefi Düşünen İnsan

Felsefenin arzusu politika olsa da politikanın, politikacıların ve onlardan lütuf, ulufe, sıfat, statü, makam bekleyen ya da verilmiş olanları korumak isteyen, bunlar sayesinde elde ettiği maddi ve manevi haz ayrıcalığını yitirmemek için çırpınan ilineğin ilineğine dönüşen insanın arzusu da kaygısı da felsefe değildir. Çünkü felsefe ve asıl olarak da felsefeci ve felsefi düşünen insan, politikayı şiddetle arzuladığı anlarda bile, aklını paranteze almaması, onu, kutsal addedilmiş olsun ya da olmasın, herhangi bir dışsal varlığın ipoteğine vermemesi, hizmetine koşmaması gerektiğini bilir. Bunu yaptığı an, kurduğu onca felsefi önermeye, kullandığı onca felsefi kavrama rağmen, felsefenin/felsefi düşüncenin sırra kadem basacağının bilincindedir.

İlinek insan, ilinekleştirilen ya da ilinekleşmek zorunda kalan ve kendini buna mecbur hisseden insan ise aklını kendi dışındaki düşsel/düşünsel ya da gerçek varlık ya da varlıkların ipoteğine, hizmetine koşmakla karakterize olur. Çünkü bu insanın kaybedebileceği her türlü makama ve maddi zenginliğe ilişkin korkuları, kaygıları vardır. Keza ilinekleşmekte sınır tanımadığı sürece de neler kazanabileceğine dair hayalleri, umutları… Bunları korumak, hayallerine erişmek uğruna onurundan bile vazgeçer ve başta kendi değeri olmak üzere, hem sözünün ve eyleminin hem de karşısındaki kişinin değerini, ilineğine dönüştüğü varlık ya da varlıklarla ilişkisinden başlatır. İlinek insan için kendisinin ve karşısındaki insanın değeri, ilineği olunan varlık ya da varlıklarla kurulan ilişkinin uzaklığına-yakınlığına, olumluluğuna-olumsuzluğuna, iyiliğine-kötülüğüne ve taşınan sıfata, statüye, makama göre belirlenir.

Her İnsanın Değeri ve Değerleri Vardır

Oysa bu, felsefi düşünen insanın işi değildir. Çünkü o hem kendisinin hem de karşısındaki kişinin değerini kendisinden, yani bizatihi “şu” diye gösterilen insandan başlatır. Felsefi düşünen insan için, İoanna Kuçuradi’nin de belirttiği gibi, her insanın değeri ve değerleri vardır. Bu değer, kişinin kendisinden bağımsız olarak var olan ya da var olduğu kabul edilen,  dışsal bir varlıkla ilişkisinin niteliğinden, sıfatından, statüsünden, makamından, parasından pulundan, malından mülkünden kaynaklanmaz. Çünkü bir kişinin kendisini ya da karşısındakini bunlarla değerli ya da değersiz addetmesi bir yanılsama olmanın dışında, ilinek insan oluşunun da apaçık bir göstergesidir.

Örneğin, çevrenize iyi bakın! İtibarı ve değeri parada pulda, şanda, şatafat ve gösterişte, oturduğu ya da yaptığı binaların büyüklüğünde arayan ve gören, Nasrettin Hoca’nın “Ye kürküm ye!” fıkrasını anımsatırcasına, bunları ekonomiye, maddiyata endeksleyen… Buna rağmen kendisini ve kendisi gibileri maneviyat ehli, karşısındakileri de maddiyatçı, madde düşkünü olarak niteleyen… Sıfatı-statüsü-makamı dolayısıyla önüne gelene canının istediği zaman, yalan-iftira-hakaret dâhil, ağzına gelen her sözü söyleyebileceğini düşünen ve söyleyen… Canının istediğini yapan ve engellendiğinde bağırıp çağıran, asıp kesen, tehditler savuran… Kendisinden farklı düşünenlere ya da kendisine karşı çıkanlara her türlü değersizliği yakıştıran… Sürekli onaylanmayı bekleyen herhangi birini biliyorsanız, görüyorsanız, bilin ki o ilinek insandır. Hem de ilineğin dik alasıdır.

Lakin bunun gibilerden lütuf, ulufe, sıfat, statü, makam bekleyişinde olan, bunların karşısında el pençe divan duranlar; bunların apaçık yalanlarına, yanlışlarına bile alkış tutanlar, zerre itiraz etmeyenler/edemeyenler, hatta her sözünde keramet bulanlarsa, kendilerine atfettikleri değer ne olursa olsun, hiyerarşik bir biçimde ilineğin de ilineği olmakla karakterize olan kişilerdir. Bunlar, ilineğine dönüştükleri kişiden, varlıktan korktukları kadar, inandıkları ya da var olduğunu ileri sürdükleri Tanrı’dan/Allah’tan korkmazlar. Bunlar ilineği oldukları kişinin, gücün, otoritenin karşısında, gassalin önünde çırılçıplak uzanan mevta gibidirler. Tam bir teslimiyet içinde o nereye isterse oraya dönerler. Ve ne yazık ki geriye kalan, aklı, iradesi, hatta bedeni, ilinek olunan gerçek ya da düşsel/düşünsel varlığa/varlıklara ipotek eylenerek, varlığım varlığına armağan olsun denilerek üstü çizilen, kendilerine göre değerli ya da değersiz sıfatlar, statüler giydirilmiş, her biri sureti haktan görünen, birer insan bakiyesidir.

Tutarlılık Esastır

Öte yandan; felsefi düşünen insan açısından, akla dayalı bir biçimde, kavramlarla ve bu kavramların neliği ve gerçekliğinden hareketle kurulan önermelerin, onlarla örülen ve eleştiri süzgecinden geçirilen düşüncenin, bilginin nesnesine uygunluğu temelinde mantıksal bir iç tutarlılıkla ifadesi esastır. Yani ileri sürülen bir felsefi düşüncenin, ortaya konan bir bilginin, bir metnin öncelikli tutarlılık ölçütü dışsal bir varlık ya da otorite değildir. Metnin kendisidir. Bunun yanı sıra felsefede tutarlılığın altın anahtarı, başta bilgi ve değer (etik ve estetik) olmak üzere siyaset, toplum, eğitim, sanat, kültür, vb. anlayışını da koşullayan, varlık anlayışıdır. Yani ontoloji, yani bir başka deyişle varlık felsefesidir.

İlinek ya da ilineğin ilineğine dönüşmüş olan kişiler için ise ileri sürülen düşüncenin tutarlılığının, geçerliliğinin ve doğruluğunun mihenk taşı kendi dışında ve ilineği olunan varlık ya da varlıklardır. Hatta bu noktada tutarlılıktan çok, ilineği olunan varlığın hoşuna gitmek, onun onayını almak, söylenen her şeyin onun kabullerine uygun olana bağlanması, kendini nakzetmek pahasına biat bildirimine dönüşmesi geçerli tek ölçüttür. İlineği olunan varlıklar ise eleştiriden, sormadan sorgulamadan aridir. Hatta onlar söz ve eylemlerinden dolayı sorumsuzdurlar. Onlara yalnızca biat ve itaat edilir.

Felsefi düşüncede ileri sürülen bir bilginin en önemli özelliklerinden birisi de eleştirel olmadır. Konu edinilen şey ister bir bilgi kırıntısı olsun, isterse kapsamlı bir metin, daima eleştirel bir değerlendirmeden geçer. Ona ilişkin ifade edilen her önerme, aklın, onun neliği ve gerçekliğini dikkate alan çok yönlü eleştirel değerlendirme süzgecine tabidir. Çok yönlü olmasının temel nedeni şudur:

Bilgi Varlığın Dününe Aittir

Her bilgi, her daim, varlığın dününe aittir. Yani hem nesnesi hem de kendisi itibariyle geçmişte kalmıştır. Bu anlamda her bilgi, her metin toplumsal-tarihsel bir nitelik taşır ve dünden seslenir. Bu niteliği dolayısıyla, onun üzerine kurulacak her önerme, ileri sürülecek her düşünce, yalnızca bir değerlendirme değil, esas olarak antropolojik, hatta felsefi antropolojik temelli eleştirel bir değerlendirme olmak zorundadır. Çünkü tarihsel-toplumsal bir metnin ve onun aktardığı bilginin eleştirel bir değerlendirmeden azade tutulması, nesnesi çoktan değişmiş ya da ortadan kalkmış, yani nesnesini yitirmiş bir metnin, yanılsamalı bir biçimde tartışılmaz, dokunulmaz, zaman ve mekân üstü mutlak bir doğru olarak kabul edilmesi anlamına gelir. Oysa insanlık tarihinde varlığın gerçekliğine dair böylesi bir hakikati bütünsel olarak bildiren hiçbir metin, hiçbir kitap yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Zaten herhangi bir bilgiye ya da kitaba ilişkin varlığın gelmişi, geçmişi, şimdisi ve geleceğine dair hakikat bildiriminde bulunduğu iddiası safsatadan başka bir şey değildir.

Bunun yanı sıra, felsefi düşünen insan için nesne edinilen şey, inşa edilen ve sürekli değişen toplumsal gerçeklik ya da onun farklı veçheleri ve süreçleriyse şayet, bu durumda olanı olması gereken açısından ele almanın ve değerlendirmenin kaçınılmaz bir gereği olarak kurulan önermelerin eleştirelliği zorunludur. Bu anlamda, hangi genellik, hangi akademik formellik zırhına büründürülürse büründürülsün, tarafsız önerme, “tarafsız cümle yoktur”. Hele de konu, bilinçli ya da bilinçsizce inşa edilen toplumsal-tarihsel-siyasal gerçeklikse, onun şu ya da bu alanına ilişkinse, tarafsız bir cümle kurmak imkânsızdır. Dahası, epistemolojik anlamda da sıfatı ne olursa olsun, gerçekliğe, özellikle de toplumsal-tarihsel-siyasal gerçekliğe dair her bilgi, kabuller temelinde ideolojik bir nitelik taşır. Bir kabuller varlığı olan insanın, insanla anlamlanan, insan tarafından insan için yeniden yeniden anlamlandırılan nesneler, ilişkiler ve değerlerle kuşatılmışlığın dışında bir var oluşu da mümkün değildir zaten.”1

Düşünün ve Karar Verin

Şimdi, okuduklarınız eşliğinde önce kendinize, sonra çevrenize, çevrenizdeki insanlara bakın. Düşünün! Kimler ilineğin ilineğidir? Kimler ilinekleşmekte sınır tanımamakla karakterize olmaktadır?

Peki; tepeden aşağıya böylesi insanların kümelendiği, böylesi insanların oyun üzerine oyun tezgâhladığı bir kurum eğitim sorunlarını çözebilir mi? Yoksa sorun çözmek yerine, yeni sorunların kaynağı mı olur?

Karar sizindir!

Lakin kulağınıza küpe olsun! Hiçbir varlığa, hiçbir kişiye, hiçbir kuruma vecd içinde secde etmeyin! Değmez! İnsan olun, insan olmayı öğrenin yeter!
Bilmem anlatabildim mi?

NOT: “ARZU OKULU” bugün itibariyle matbaadan çıktı. Ve Kitabevlerinde...
ARZU OKULU”… Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'tan öğretmenine, öğrencisinden velisine tüm eğitim camiasını yakından ilgilendiren bir kitaptır. Okuduğunuzda fark edeceksiniz ki bu okul başka bir okul…



* Felsefenin Işığında / Felsefece http://atalaygirgin.blogspot.com
1 Yukarıda tırnak işareti içerisinde yer alan satırlar, “2023 Eğitim Vizyonu’nun Felsefesi Var Mı?” başlığıyla Eleştirel Pedagoji Dergisi’nin 2019 Ocak Sayısında yayınlanacak olan uzunca bir yazının giriş bölümüdür.


Hiç yorum yok: